SEÇTİKLERİMİZ- Fehim Taştekin, BBC Türkçe’ye yazdı: “İdlib’de Türkiye faktörü ve örgütlerin karakteri bakımından askeri seçenek öteleniyor ama kaçınılmaz son da yaklaşıyor.”
FEHİM TAŞTEKİN
"Suriye Arap Ordusu ile işbirliği sizi militan ve teröristlerin hakimiyetinden kurtaracak, sizin ve ailenizin hayatını koruyacak. Suriye'de diğerlerinin yaptığı gibi siz de yerel uzlaşıya katılın."
Bu, 9 Ağustos'ta Suriye ordusunun İdlib kırsalına havadan bıraktığı bildiride yer alan çağrı. Kapıya dayanan büyük operasyonun ön habercisi.
Suriye yönetimi geçen ay Dera ve Kuneytra merkezli güney cephesinde kontrolü sağladıktan sonra geriye kalan iki büyük bölgeye iki farklı stratejiyle yaklaşıyor: Fırat hattında Kürtlerin öncülüğünde şekillenen fiili özerk yapıyla müzakere yolunu seçerken İdlib'i savaşta 'bitiş sahnesi' olarak görüyor.
Eli kulağındaki operasyon öncesi İdlib'deki sivillerin hükümetin kontrolündeki bölgelere tahliyesi içi Ebu Duhur üzerinden insani koridor açıldı. Bu koridorun ne kadar işlevsel olduğu net değil.
Buna paralel olarak Lazkiye'nin kuzeydoğusu ile Hama'nın kuzeybatısından İdlib'e yönelik askeri kıskaç başlatıldı. Yerel kaynaklara göre Kaplan Birlikleri ve Dördüncü Tank Tugayı, Türk askerlerinin konuşlandığı çemberin güney ucuna doğru kaydırıldı.
Görünüşte operasyon kurgusunda ilk etapta hedef İdlib-Hama arasındaki Gab düzlükleri ve ardından Cisr el Şuğur kasabası.
İdlib'in merkezine yönelik öngörülen operasyon ise muhtemelen Rusya, İran ve Türkiye arasında şekillenecek ortak kararı bekliyor. Ortak bir stratejiden önce Suriye ordusunun başlatacağı bir operasyon Astana sürecini çökertebilir.
Türkiye ile gerilim istemeyen Rusya'nın bir süre daha Suriye ordusuna fren yaptıracağı öngörülüyor.
Gerilimi düşürme stratejisinin sahadaki karşılığı ne?
İdlib, Astana Mutabakatı çerçevesinde Suriye'de oluşturulan dört 'Gerilimi Azaltma Bölgesi'nden biriydi.
Muhaliflere göre İdlib'in üç kontrol alanına bölünmesi planlanmıştı. Halep'ten Şam'a inen tarihi demiryolunun doğusunda Halep ve Hama'dan da parçalar içeren bölgenin kontrolü Suriye ordusunda olacaktı.
Orta kesimde Halep-Şam otoyolu (M5) ile demiryolu arasındaki bölge silahlı gruplardan arındırılacak ve buranın güvenliği Ruslara havale edilecekti.
Halep-Şam otoyolunun batısından Türkiye sınırlarına kadar olan bölge ise Türk ordusunun gözetiminde olacaktı.
Etki alanları tam olarak bu taslağa göre şekillenmese de Suriye ordusu güneyden kuzeye Ebu Zuhur Üssü'nü alacak şekilde daha geniş bir alanda hareket geliştirdi.
Türkiye de demiryolu ile otoyol arasından aşağıya bir yay hareketiyle 12 kontrol noktası kurdu. Türk kontrol noktalarının karşısına denk gelecek şekilde Ruslar 10, İranlılar da 7 kontrol noktası kurdu. Ruslara bırakılacak denilen orta kesim fiilen Türkiye ve Suriye ordularının kontrol alanlarına katılmış oldu.
Bu yılın başında Suriye ordusunun geliştirdiği hamlenin seyrine bakıldığında Ebu Zuhur'dan sonra öncelikli hedefin Serakıb ve Maaret el Numan'ı da alarak M5 otoyolu üzerindeki son kesintiyi ortadan kaldırmak olduğu anlaşılıyordu.
Ancak hızla devreye giren Türk askeri konuşlandırması hamlenin önünü kesti.
İdlib'in Türk ordusunun nüfuz alanına sokulmasıyla Türkiye ister istemez bu alandaki silahlı grupları dizginleme sorumluluğunu üstlenmiş oldu.
Silahlı grupların insansız hava araçlarıyla 31 Aralık ve 5 Ocak'ta Hmeymim Üssü'ne saldırması, ardından 3 Şubat'ta Sukhoi Su-25 tipi Rus uçağını Serakıp'ta düşürmesi Türkiye'yi üstlendiği rol açısından tartışmalı bir duruma soktu.
İHA'larla Hmeymim'i hedef alan saldırılar sonraki aylarda da tekrarlanırken 9 Temmuz'da Ensar el İslam ve Fursan el İman, Türkmen Dağı'nda 25 Suriye askerini öldürdü.
Son olarak 11 Ağustos'ta bir İHA, Hmeymim'e yaklaşırken düşürüldü.
Türk kontrol noktaları saldırılara kayıtsız kalmakla suçlandı. Ankara ise İdlib'e yönelik kesilmeyen hava operasyonlarını protesto ederek çatışma ortamından Şam ve müttefiklerini sorumlu tuttu.
Ancak Astana Mutabakatı BM'nin terör örgütleri listesine giren grupları ateşkes kapsamında görmüyor. Buna dayanarak Suriye ordusu ve Rusya, Türkiye'nin "Astana çöker" uyarılarına aldırmadan İdlib kırsalında hava operasyonlarını sürdürdü.
Astana'da aranan formülü beklemeden yapılan bu hava operasyonların iki gerekçesi var: Birincisi bu bölgeler Nusra Cephesi'nin liderliğinde kurulan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) başta olmak üzere El Kaide bağlantılı gruplar ve yabancı savaşçıların kontrolünde.
İkincisi bu bölgelerden Lazkiye'deki Rus ve Suriye mevzilerine yönelik İHA, havan topu ve roketlerle düzenlenen saldırılar.
Olası çıkış stratejisi
Şam yönetimi geçen ay güney cephesini temizledikten sonra yeni hedefin İdlib olduğunu deklare ederken Ankara operasyon seçeneğini bertaraf edecek çözük için Rusya ile temasları artırdı.
Peki, taraflar gerçekten de operasyonu dışlayan bir çıkış yolu bulabilir mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 14 Temmuz'da telefonda Rus lider Vladimir Putin'i olası operasyonun Astana sürecini çökerteceği söylemiş ve ardından iki lider 26 Temmuz'da Güney Afrika'daki BRICS zirvesinde konuyu baş başa görüşmüştü.
Mesele, Astana formatında 30-31 Temmuz'da Soçi'de düzenlenen son toplantıda müzakere edilmiş ama orta yol bulunamamıştı.
Çözüm arayışında son vuruş ay sonunda Tahran'da düzenlenecek Türkiye, İran ve Rusya zirvesine bırakıldı.
İdlib'in Zardana kasabasına 8 Haziran 2018'de düzenlenen Rus hava saldırısında yaklaşık 40 sivilin öldüğü tahmin ediliyor.
Şark'ul Evsat gazetesine göre Türkiye, Soçi toplantısı öncesi Rusya'ya bir yol haritası sundu. Gazetenin iddiasına göre plan şu unsurları içeriyordu:
– Türkiye'nin himayesinde tüm muhalif grupları bir araya getirecek bir konferansın düzenlenmesi.
– İdlib'deki grupların Türkiye'nin Fırat Kalkanı bölgesinde eğitip donattığı gruplardan oluşturduğu Suriye Ulusal Ordusu'na katılması.
– Bu grupların ağır silahlarını Türk ordusuna teslim etmesi.
– Gerilimi azaltma bölgesinde sivil idarelerin kurulması.
– Muhaliflerin kestiği M5 otoyolunun Türk-Rus himayesinde açılması.
Ankara tarafından yalanlanmayan bu plan iddiası, 12 kontrol noktasının kurulmasında olduğu gibi Türkiye'nin ciddi bir sorumluluk üstlenmesi anlamına geliyor.
Afrin senaryosunun İdlib'de tekrarlanmasına sıcak bakmayan Rusya'nın yine de Ankara'yı birçok cephenin çözülmesinde işe yarayan Astana sürecinde tutma adına Türkiye'nin ne yapabileceğini görmek açısından biraz daha zaman tanıdığı anlaşılıyor.
Fakat Türkiye'nin tüm silahlı grupları Suriye Ulusal Ordusu'na katması, bunlara ağır silahlarını bıraktırması ve siyasi çözüme hazırlaması 'imkansıza yakın' bir görev gibi duruyor.
Her şeyden önce bu tür bir planın yürümesi, HTŞ ve El Kaide bağlantılı diğer grupların lağvedilmesini gerektiriyor.
İdlib neden zorlu?
Hem Türkiye'nin kendisi için biçtiği rolün hem de Rusların yürüttüğü uzlaştırma mekanizmasının önünde ciddi açmazlar var.
Bunun için İdlib'deki grupların yapısına bakmak yeterli:
– Türkiye'nin kontrol noktalarıyla çembere aldığı alanda birbirine rakip çok sayıda örgüt kendi emirliklerini kurmuş durumda. Bunların başında HTŞ geliyor.
– İdlib, Suriye'deki cephelere kıyasla savaşçı yoğunluğunun en fazla olduğu yer. 2014-2017 arası Irak-Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) merkez üssü haline gelmiş Rakka bir yana tamamen muhaliflerin eline geçen yegâne kent olması, militan transferi ve lojistik geçiş açısından uygun bir coğrafyada bulunması İdlib'i daha en başlarda çekim merkezi yaptı. Suriye'deki isyanın silahlı sürece dönüşmesinde ve 'mücahit' sızmasında İdlib'in özel bir yeri vardı: 4 Haziran 2011'de cihatçıların 123 güvenlik görevlisini öldürüp kol ve bacaklarını keserek Asi Nehri'ne attığı yer Cisr el Şuğur'du.
– Ayrıca İdlib başından beri Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Avrupa'dan gelen savaşçıların merkezi olageldi. Özellikle Çeçen savaşçılar ile El Kaide ve Taliban bağlantılı Türkistan İslami Parti'ne (TİP) bağlı Uygurlar İdlib cephesinde öne çıktı. Suriye ordusunun İdlib cephesinde yükleneceği ilk yer olan Cisr el Şuğur'da Uygurlar hakim.
– Geçen yıldan beri de Doğu Halep, Doğu Guta, Şam kırsalındaki diğer ilçeler ve mahalleler, Kalamun cephesi, Humus, Hama, Kuneytra ve Dera'da uzlaşmaya yanaşmayan onbinlerce savaşçının aileleriyle birlikte transfer edilmesi İdlib'i büyük bir milis ve cihatçı havuzuna dönüştürdü.
İdlib'deki örgütlerin ideolojik karakterleri ve bileşenleri en son Dera ve Kuneytra'da sonuç veren senaryonun burada da tekrar edilmesini zorlaştırıyor.
Dera'da bazı örgütler Hmeymim merkezli Rus Uzlaştırma Heyeti'nin önerisini kabul ederek ağır silahlarını teslim edip çatışmasızlık rejimine geçmiş, bazıları hükümet güçlerine katılmış, bu iki seçeneği kabul etmeyenler ise İdlib'e gitmeye razı olmuştu.
İdlib zaten en radikal unsurların barındığı yerdi, uzlaşmayı reddedenlerin de katılmasıyla çok daha çetin bir bölgeye dönüşmüş oldu.
Tahliyelerde İdlib'in seçilmesinin pratik nedenleri vardı: Birincisi Türkiye'nin caydırıcı güç olacağına dair beklenti. İkincisi bölgenin hala Türkiye sınırlarından beslenebiliyor olması. Üçüncüsü bir nihai çözüş senaryosunda buranın bir 'kaçış kapısı' olarak görülmesi. Bu son gerekçe hem Cenevre ve Astana merkezli çözüm süreçlerini reddeden radikal unsurları hem de yabancı savaşçıları yakından ilgilendiriyor.
Beklenen son: Ya savaş ya kaçış
Türkiye'nin baş başa bırakıldığı seçenek en yalın ifadeyle; "İdlib'i ya kendin temizle ya da çekil biz temizleyelim."
Ne var ki İdlib'e hakim gruplar inançları gereği uzlaşmayı 'ihanet' ve 'küfür' addettiklerinden Astana ortaklarının çözüm seçenekleri daralıyor.
Malum Türkiye, HTŞ ile koordinasyon sağlayarak İdlib'de kontrol noktaları kurmuştu.
Hem izlenen bu yol hem de İdlib operasyonuna karşı sert duruş "Türkiye silahlı gruplara kalkan oluyor" yorumuna neden olmuştu.
Şimdi önündeki en büyük açmaz HTŞ, eski adıyla Nusra. İdlib'in ele geçirildiği 28 Mart 2015'ten bu yana bu örgütün El Kaide ile bağlarını kesmesi, yeni bir yapılanmaya girmesi ya da kendisini lağvetmesine yönelik farklı kanallardan çok sayıda girişim oldu.
Nusra Cephesi'nin HTŞ'ye dönüşmesi bu baskıların bir sonucuydu. Fakat çizgileri değişmedi. HTŞ uzlaşma önerilerine prim vermedi. Üstelik bölgede önde gelen diğer hakim gruplar, düşman bildikleri HTŞ ile birlikte ortak cephe kurmaktan bahsediyor.
Neticede yıkıcı bir savaştan kaçınmak için Türkiye ile bağlantılı örgütlerin bir kısmı Ankara'nın yol haritasına uyabilir.
Fakat 'adanmış' savaşçılar muhtemelen ya sonuna kadar savaşacaklar ya da başka coğrafyalara dağılmak üzere çekilecekler. Çekilecekleri ilk yer Türkiye.
Türkiye'nin 'operasyonsuz çözüm' seçeneği için ağırlığını koymasının nedeni de bu. Diğer neden olası göç dalgası. BM, İdlib'de 2.5 milyon insanın yaşadığını belirtip bunlardan en az 700 bininin göç etmek zorunda kalacağını öngörüyor.
İdlib'de ne kadar insanın yaşadığına dair sağlıklı veriler olmadığı gibi göç ile ilgili tahminler de Doğu Guta ve Doğu Halep örneklerinde görüldüğü üzere yönlendirici olabiliyor.
Özetle Türkiye kendi yol haritasında ilerleme sağlayamadığı takdirde, işbirliğine yanaşmayan örgütlerin hedef alındığı ve göçün dalgasının azaltıldığı daha cerrahi bir operasyona geçit vermek durumunda kalabilir.
Ölümcül bir senaryosu bertaraf etmek için Astana sürecinde oluşturulan Anayasa Komisyonu'nun bir an evvel yol alması ve BM himayesindeki Cenevre sürecine ivme kazandırılması üzerinde de duruluyor.
Fakat şimdiye kadar çift mekanizmalı Rus stratejisinin askeri ayağı, sürekli tökezleyen siyasi ayağından hızlı ilerledi.
Nitekim diğer üç 'gerilimi azaltma bölgesi', siyasi çözümü beklemeden bir tarafta yoğunlaştırılmış baskı diğer tarafta müzakere stratejisiyle hükümetin kontrolüne geçti.
İdlib'de Türkiye faktörü ve örgütlerin karakteri bakımından askeri seçenek öteleniyor ama kaçınılmaz son da yaklaşıyor.