sectiklerimiz – ayşe düzkan’ın artigercek’teki yazısı: “ince, açık biçimde toplumdaki yahudi düşmanlığından yani antisemitizmden yararlanmaya çalışıyor; filistin halkının davasını, ırkçılık pahasına gündelik politik çıkarlara alet etmek istiyor.”
“siyonizm, yahudi halkının, tarihsel doğum yeri, ve tevrat’a göre vatanı olan israil toprağında kendi kaderini belirleme hakkını savunan ulusal hareketidir.
“yahudi topraklarında binlerce yıldır yahudi varlığı bulunsa da, hem israil toprağı hem de kudüs anlamına gelen siyon’a dönme arzusu, iki bin yıl önce bu topraktan sürüldüğünden beri, yahudi din hayatının bir köşe taşı olmuştur.”
israil’in kuruluş tarihi ve filistin meselesi konusunda az buçuk bilgisi olan herkesin bir bir ayıklayacağı çarpıtmalarla yüklü olan ve siyonizmi açıkça savunan yukarıdaki satırlar adl (anti defamation league/[yahudilerin] tahkirine karşı birlik) adlı abd menşeili kuruluşun internet sitesinden… bu isim bana yabancı gelmiyor, diyorsanız haklısınız. geçtiğimiz günlerde muharrem ince, tayyip erdoğan’ı, bu kurumdan bir ödül aldığı için suçladı. adl, abd’nin en önemli siyonist kuruluşlarından biri. ödülü erdoğan’a değil, 2. dünya savaşı sırasında yahudileri koruyan türk diplomatlarına vermişler, erdoğan da ödülü, artık aramızda olmayan bu devlet görevlileri adına kabul etmiş. şurası açık, siyonizmle karşı olan birinin ödülünü kabul etmemesi gereken bir kuruluş bu. ama muharrem ince’nin bu kurumdan “yahudi” olarak söz etmesi de kabul edilemeyecek bir çarpıtma. ince, açık biçimde toplumdaki yahudi düşmanlığından yani antisemitizmden yararlanmaya çalışıyor; filistin halkının davasını, ırkçılık pahasına gündelik politik çıkarlara alet etmek istiyor.
diğer yandan şu da var; antisemitizm, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi türkiye’de de güçlü. ama bu sebeple israil devletinin, gayrımeşru varlığının ve ırkçı, apartheid uygulamalarının türkiye’de eleştirilemeyeceğini söylemek sapla samanı karıştırmak olur. örneğin almanya’da da çok güçlü bir türk düşmanlığı var ama bir alman muhalifin türkiye’nin politikalarını eleştirmesi karşısında bundan bahsetmiyoruz.
tayyip erdoğan o ödülü, adl’nin siyonist olmasına değinerek reddetseydi bu güçlü ve etkili bir boykot faaliyeti olurdu. biliyorsunuz, bds (boykot, yatırımların geri çekilmesi, yaptırımlar) hareketi, uzun zamandır israil’in düşman listesinin tepelerinde yer alıyor, çeşitli ülkelerdeki bds eylemcilerinin israil’e girmesi yasaklandı. (bu biraz türkiye cumhuriyeti’nin, abd bakanlarının türkiye’deki mallarına el koyma kararını andırıyor çünkü bds taraftarları zaten israil’le turistik ilişkileri de boykot ediyor.) avrupa ve abd’de bds gönüllüleri arasında birçok yahudi bulunuyor, diğer yandan, lübnan, cezayir gibi bazı arap ülkeleri israil’e boykotu resmi politika olarak kabul ediyor. örneğin tunus yasalarına göre, israil mallarının ya da israil’le ilişkili bir şirketin bu ülkeye girmesi yasak. nitekim, israil’de kurulu zim şirketinin, geçtiğimiz günlerde tunus’un boykotunu kırmak için, türkiye bandıralı “cornelius a” adlı bir gemiyi kullandığı tunus genel işçi federasyonu ile mısır ve tunus bds gruplarının çağrısıyla gündeme geldi.
BDS: Özgürlük, Adalet, Eşitlik
bds hareketinin en güçlü olduğu ülkelerden biri de güney afrika çünkü israil’e karşı bds hareketi bu ülkedeki kanlı apartheid rejiminin yıkılmasında çok büyük etkisi bulunan boykot hareketinden ilhamla oluşturulmuş.
burada dikkat çekmek istediğim birkaç nokta var. öncelikle, israil’e karşı sadece boykottan değil aynı zamanda, yatırımların geri çekilmesi ve yaptırımlardan da söz ediliyor. ikincisi, bu hareket tek başına başarılı değil, o ülkelerdeki direniş belirleyici. sonra, söylem değil, somut adımlar kastediliyor. yani israil hakkında istediğiniz kadar atıp tutun, o sırada bu ülkeyle ticari hacminiz büyüyorsa, askeri ilişkileriniz devam ediyorsa, diplomatik ilişkilerde ciddi bir değişiklik yoksa o sözlerin bir etkisi yok. hele bir kısmı belki hayatında israil’e gitmemiş olan türkiyeli yahudileri hedef alacak söz ve eylemlerin tek bir etkisi oluyor; onların doğup büyüdükleri bu toprakları değil israil’i yurt olarak görmelerine sebep olup siyonist devlete güç vermek.
peki boykot abd’ye karşı etkili bir strateji olabilir mi? özellikle gündelik hayatta kullanılan ürünlerin boykotu, farklı boykot biçimleri içinde belki de en etkisizi. hele abd gibi ticari hacmi bu kadar büyük bir ülkenin mallarını satın almama kararının bu ülke ekonomisine zarar vermesi çok zor. böyle şeyler sadece iç siyasete yönelik, “gaz alma” ve “gaz verme” fiillerinin geçtiği cümlelerle açıklanabilir. parası ödenmiş mallara –yani kendi kesesine- zarar verme gösterileriyle ilgili bir şey söylemekse hepimizin zekâsına hakaret olur.
ırk ayrımcılığı anlamına gelen “apartheid” terimini evrensel siyaset terminolojisine katmış bulunan güney afrika, yerleşimci sömürgeci bir ülkeydi. bir başka yerleşimci sömürgeci apartheid devleti olan israil, abd’nin bölgedeki en önemli müttefiklerinden. ama bu iki ülke için etkili olan boykot stratejisi milliyetçi bir tepki değil, enternasyonal birer hareket yani tek bir ülkede değil, dünyanın hemen her yerinde savunuluyor, uygulanıyor, çeşitli somut başarılar kazanıyor. örneğin yakınlarda spor devi adidas’ın israil futbol federasyonu’nun sponsorluğundan çekilmesi sağlandı.
israil’e ve siyonizme karşı mücadele, bugün emperyalizme karşı mücadelenin şüphesiz önemli bir parçası. ama bütün dünyada uygulandığında israil’i etkileyecek bir stratejinin, sadece bir ülkede uygulandığında abd’ye karşı etkili olması zaten mümkün değil. kaldı ki “jandarma”yı etkileyecek şey “patron”u aynı şekilde etkilemez. bir de işin direniş boyutu var tabii. abd’ye karşı antiemperyalist mücadele dünyanın her yerinde sürüyor; bu mücadeleyi verenler kendi devletlerinin, onun yerini alacak ya da onun etki alanını paylaşacak bir başka emperyalist güç olmasını değil, her ülkenin bağımsızlığını savunuyor; bunların önemli bir bölümü daha uzun bir vadede, ulus-devletlerin ortada kalkmasından yana. yani ne boykot o dedikleri şey, ne de o iddia edilen sonucu verir.
biliyorum, bildiğiniz şeyleri tekrar ediyorum, bundan da biraz mahcubiyet duyuyorum ama bazen karşımızdakiler o kadar gürültü yapıyor ki kendi aklımızın sesini bile duyamaz hale gelebiliyoruz.