SEÇTİKLERİMİZ – Bülent Şık’ın Cumhuriyet Cumartesi Eki’ndeki yazısı: “İnsan eliyle gerçekleştirilen ölçüsüz büyümenin yıkıcı sonuçları yeryüzündeki hayatın bütününü tehlikeye sokmuş durumda. Ama her şey yok olsa da insana, insan türüne bir şey olmayacağına inanıyor; bu yıkımdan hiç etkilenmeyecekmişiz gibi davranıyoruz. Ne yazık ki bu doğru değil.”
Biyolojik çeşitlilik, yeryüzünün tamamında ya da sadece belirli bir coğrafi bölgede yaşayan canlı türleri arasındaki farklılıkları ifade eder ve hayatın devamlılığı için bir güvencedir. Bitkisel yaşamın sürekliliği için önemli olan tozlaşma, iklim süreçlerinin düzenlenmesi, toprak oluşumu ve verimliliği, gıda maddeleri, yakıt, lif ve çeşitli kimyasal maddelerin üretimi, atıkların ve ölü unsurların giderimi gibi hayatın devamlılığı için vazgeçilmez önemde pek çok olay biyolojik çeşitliliğe yaslanır.
Biyolojik çeşitlilik azalıyor
Toksik atıklar, kentleşme, doğal yaşam alanlarının tahribi gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak yeryüzündeki biyolojik çeşitlilik hızla azalıyor. Geçtiğimiz yıl yayımlanan bir çalışmada son 27 yıl içinde Almanya’da koruma altındaki doğal yaşam alanlarında bile uçucu böceklerin toplam biyokütlesinde yüzde 75 oranında bir azalma olduğu belirlenmişti. Dünya genelinde insanların yediği gıda kaynaklarının yüzde 35’i tozlaşmayı gerçekleştiren uçucu böcekler tarafından sağlanıyor. Tozlaşma, bir bitkinin erkek organında üretilen polenlerin arı gibi bir uçucu böcek vasıtasıyla aynı türden bir başka bitkinin dişi organına taşınması olayına verilen ad. Bitkisel hayatın özellikle de çiçekli bitkilerin çoğalması tozlaşmaya bağlı. Tozlaşma uçucu böceklerin yanısıra rüzgâr ya da kuşlar vasıtasıyla da olabiliyor. Uçucu böceklerce sağlanan tozlaşma neticesinde oluşan ve gıda maddesi olarak tüketilebilen ürünler, dünya genelindeki gıda çeşitliğinin yüzde 65’ini temsil ediyor. Uçucu böceklerin yokluğu bitkisel gıda üretiminde felaket olarak nitelenebilecek bir olay. Üstelik uçucu böceklerin kaybını sadece insanlar için değil, diğer canlılar için de bir sorun olarak görmeli. Örneğin böceklerden beslenen kuşların da varlığı tehlikeye giriyor. Kuşların yokluğu ise tohumlarını kuşlar vasıtasıyla tabiata yayan ağaç türlerinin ve zamanla o ağaç türleri üzerinde yaşayan sayısız canlının da yok olması demek. Örneğin ülkemizdeki platoları süsleyen ardıç ağaçlarının ardıç kuşları olmadan yeşermesi olanaksızdır.
Tükenmeden bir önceki adım
Sadece uçucu böcekler değil omurgalı canlı türlerinin de geleceği tehlikede. PNAS dergisinde yayımlanan bir çalışmada 27 bin 600 omurgalı (yeryüzündeki omurgalı sayısının yarısı) ile 177 memeli canlı türünün nüfus büyüklüklerinin 1900- 2015 yılları arasında üçte bir oranında azaldığı belirlendi. Aynı tarih aralığında incelenen 177 omurgalı türünün ise coğrafi yaşam alanlarının en az yüzde 30’unu kaybettikleri ve bu türlerin bazılarında neredeyse yüzde 80 oranında nüfus azalması olduğu belirlendi. Nüfusun azalması canlı türlerinin soylarının tükenmesinden bir önceki adım olarak kabul ediliyor. İklim krizinden kimyasal kirlenmeye, kentleşmeden tarımsal alanların genişletilmesi ve ormansızlaşmaya varana değin insan eliyle gerçekleştirilen ölçüsüz büyümenin yıkıcı sonuçları yeryüzündeki hayatın bütününü tehlikeye sokmuş durumda. Ama her şey yok olsa da insana, insan türüne bir şey olmayacağına inanıyor; bu yıkımdan hiç etkilenmeyecekmişiz gibi davranıyoruz. Ne yazık ki bu doğru değil.
Örneğin önümüzdeki 20 ya da 30 yıl içinde iklim krizi nedeniyle ülkemizdeki su varlıklarında üçte bir oranında azalma bekleniyor; Akdeniz bölgesindeki iklimin hızla değişebileceği ve aşırı kurak bir çöl iklimine benzeyebileceği belirtiliyor. Bu dönüşümlerin hayatı devam ettirmede ağır sorunlara yol açmayacağı düşünülemez. Su kıtlığı, ormansızlaşma ve kimyasal kirlenme gibi kritik önem taşıyan meselelerin çözümü için neler yapılması gerektiğini şimdiden planlamak, açığa çıkacak sorunları bertaraf etmek için ne gibi önlemler alınması gerektiğini düşünmek gerekiyor. Bu konular ülkemizdeki siyasal gündemin öncelikli konuları değil. Hatta tam aksine bir yönelimle mevcut tahribatı daha da artıracak uygulamalar bir bir devreye sokuluyor. İnsan doğaya her ne yaparsa kendine de onu yapar. Yıkıma uğramış bir coğrafi bölgede hayatı devam ettirmek olanaksızdır. Bu yalın geçeği umarım hep birlikte ve çok geç olmadan fark edebiliriz.