Kenan Kalyon, HTKP’nin Selahattin Demirtaş’a gönderdiği “açık mektup” üzerine bir yazı kaleme almış. “Halkın Türkiye Komünist Partisi’nin ‘açık mektubu’ üzerine değiniler” başlığını taşıyan yazıyı Siyasi Haber sitesinde okuduk.
Burada Kalyon’un bütün değinilerini tek tek ele alıp tartışmak gibi bir amacımız yok. Ancak, bu değinilerden sosyalizm ve Marksizm’e ilişkin olanı ilgimizi çekti. Çekmesinin nedeni de şu: Demek ki sosyalistler, benzer bir tespitten kalkarak birbirinden köklü biçimde farklılaşan sonuçlara varabiliyor.
Kalyon’un değinilerinden 6’ıncısı şöyle:
“6) Sosyalizm, tarih boyunca hep çok akımlı, ama hiç yoksa yakın zamanlara kadar, Marksizm’in çeşitli versiyonlarının özgül ağırlığının gitgide arttığı ‘kümülatif’ bir hareket ola geldi. Ütopyacılık, Proudhonculuk, Trade-Unionculuk, Bakunincilik, Blanquicilik, anarşizm, sosyalist-feminizm, anarko-sendikalizm, vs vs, saymakla bitmez. Sosyalizm hep yeni tonlar üreten bir kaleydoskop ve renk tayfıdır. İlk bakışta, bunların bazıları -örneğin, ütopyacılık- tamamen tarihte kalmış ve tarihin müzesine iade edilmiş sayılabilir. Böyle yanılgılara kapılmayalım. Sönümlenmiş gibi gözüken, elbette özgün haliyle değil ama yeni bir bağlamda ve bambaşka bir içerikle geri dönebilir.”
Dil konusunda titiz olduğunu bildiğimiz Kalyon’un bu alıntıdaki ilk iki cümlesi, ütopyacılıktan başlayarak sıraladığı konumları “Marksizm’in çeşitli versiyonları” saydığı gibi bir izlenim yaratıyor. Herhalde bunu kastetmemiştir. Söylediğini şöyle anlayalım: Bir yanda Marksizm ve onun çeşitli versiyonları vardır; ama sosyalizmi “kümülatif” bir bütünlük olarak alırsak, diğer yanda da ütopyacılık diye başlayıp devam eden başka akımlar ve yönelimler de olmuştur ve olacaktır…
Eğer böyleyse, bize göre de doğrudur.
Şimdi, bu değerlendirmeyi neden, hangi gerekçeyle doğru bulduğumuzu eski bir yazıdan gene uzun bir alıntıyla anlatmaya çalışalım:
“Misyon sahibi kişiler, gruplar ve örgütler dışında, tarihin kendisinin ‘hafızası’ veya müktesebatı yoktur. Başka bir deyişle, kapitalizm insanları sefaletin en derin çukurlarına itse, işsizlikten açlıktan süründürse, eşitsizlik ve haksızlıkları diz boyuna çıkarsa, özetle dünyayı olabilecek en berbat hale getirse bile, tarihin kendisi tutup insanlığa ‘bakın bir de Marksizm ve sosyalizm diye bir şeyler vardı’ hatırlatmasında bulunmayacaktır. Tarihin akışıyla kendiliğinden gelecek olan, el yordamı aranışlar, olgunlaşmamış hareketlilikler, bilinçsiz öfke ve nihayet şekillenmemiş anti-kapitalist tepkilerdir.
“Yukarıda söylenen, geçmişi küllendirecek uzunlukta durgunluk ve gerileme yaşanan dönemler için özellikle geçerlidir. Böyle uzun araların ardından, anti-kapitalist tepkilerin ve aranışların sosyalizmle bağları iyiden iyiye bulanıklaşır, hatta kopar. Bu yüzden, misyon sahiplerinin görevleri daha da ağırlaşır. 80 yıl öncesine atıfların etkisi ister istemez azalır. Yapılması gereken, ham tepkileri baştan şekillendirmek, bu tepkilerin içine sosyalizm alternatifini sokmak ve yapıyı yeniden oluşturmaktır. Yoksa kimsenin kendiliğinden ‘madem kapitalizm bu kadar kötü bari ben de sosyalizmi seçeyim’ diyeceği yoktur.
“Marksizm’e gelince.
“Yeri ve önemi şuradadır: Marksizm’i bir yerlerden işin içine dâhil etmedikçe, mevcut tepki ve aranışlara yönelik ‘sosyalist’ ve ‘devrimci’ müdahalelerin eyyamcılık, pragmatizm, ham popülizm, yönsüzlük, ‘biz bize benzerizcilik’ ve kabaran her dalgayla oraya buraya sürüklenme gibi risklere çok daha açık hale gelmesi kaçınılmazdır.” (Metin Çulhaoğlu, Özlenen Marksizm, soL haber portali, 12 Nisan 2008).
O zaman özetleyelim:
Göründüğü kadarıyla ortak nokta şu: Günümüzde, anti-kapitalist yanlar taşıyan; özgürlüğü, eşitliği, adaleti arayan ve gerçekten kitlesel olan hareketlenmeler açısından Marksizm bir müktesebat değildir. Yani bu hareketlenmelerin kendi dinamikleriyle Marksizm’e ve onun sosyalizm anlayışına yönelmeleri kural değildir (daha doğalı, el yordamıyla ve kendiliğinden, Kalyon’un sıraladığı akımlardan hepsine olmasa bile kimilerine yönelmeleridir).
Buna karşılık, Kalyon’un yukarıdaki alıntıda ve ondan hemen sonra söyledikleri, aradaki köklü ayrılığı ortaya koymaktadır.
Evet, Marksizm, şu ya da bu nedenle harekete geçen, mücadele eden geniş kesimler için bir müktesebat değildir; ama bugün “bir avuç aydın” diye azımsanmayacak niceliğe ulaşmış siyasal kadrolar için tam tamına öyledir. Bu kadroların, “bildiklerimi unutup, kitlesel hareketlenme içinde yeniden keşfedeyim” demeleri esasen mümkün değildir. Daha önemlisi ise şudur: Başka ülkelerde olsun Türkiye’de olsun, Leninizm’le takviyeli bir Marksizm, “başka” kitleselliklerin içine oraya “renk katmak”, “fikir aşılamak”, ara sıra “bakın işin bir de şu yanı var” demek üzere duhul olmaktan başka yol bulamayacak kadar “bu işin başlarında” değildir.
Bir “fikir”, bir “düşünce” olmanın ötesinde kendi siyasal-örgütsel pratiği de vardır ve bu pratiği daha ilerilere taşımanın yolları hiçbir şekilde tıkalı değildir.
Doğrudur; Marksizm’in ve onun sosyalizm anlayışının başka anti-kapitalist tepki ve yönelimlerle etkileşime geçmesi gerekir. Ancak, 21. yüzyıl başlarındayız; bugün ne 1840’lar sonunun “Komünist Ligası”nı kuruyoruz, ne de 1860’ların Birinci Enternasyonalini. Başka bir deyişle bugün Marksistler, 1800’lerin ikinci yarısında “diğerlerinin karşısında en sistematiği ve tutarlısı” olarak temayüz eden düşünce sisteminin ötesinde bir buçuk yüzyıllık ciddi bir siyasal ve örgütsel pratiğin mirasçılarıdır.
Dolayısıyla, bugün cümbür cemaat aynı evde toplanıp o çatı altında Proudhonculuğu ya da buna benzer başka şeyleri tartışmanın anlamı yoktur.
Biz o evde yokuz.
Ama “ev alma komşu al” diye bir söz de vardır.
Ev sahiplerine bir “iyi komşuluk” mesajı verilmiştir, o kadar…
Metin Çulhaoğlu
[email protected]