VOLKAN YARAŞIR
Küresel finans kapitalin ihtiyaçlarına göre Ortadoğu yeniden yapılanıyor. “Yeni bir bölge düzeni” inşa ediliyor. TC ( tarihsel boyutu da olan) bir dizi iç ve dış dinamiğin kesişmesi sonucu ve yeni bölge rejimine bağlı olarak transformasyon sürecinden geçiyor. TC, tekelci polis devletine dönüşüyor. Geçtiğimiz iki seçim, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimi bu manada önem taşıdı. 2015 genel seçimleri transformasyon sürecinin devamı olacak. Transformasyonun iki ayağı var. TC dışarıda aktif taşeron olarak bölgesel güç/aktör olmaya çalışıyor. Bunu gerçekleştirmek için içeride ise işçi cehennemi yaratması gerekiyor. Bu yönde sistematik karşı devrim hamleleriyle, derin bir sömürü sistemi inşa ederek, işçi sınıfını sosyal bir enkaza çevirecek Çin/Vietnam çalışma rejimini kuruyor.
İçerde yapılan otoriteryan düzenlemeleri, dışarıda agresyon ve militarizasyon politikaları izliyor. İç politikayla dış politikanın iç içe geçtiği, birbirini şiddetle tamamladığı ve etkilediği bir süreçten geçiyoruz.
Sürekli şiddet politikaları, siyasal İslam’ın yarattığı ideolojik hegemonyaya ve oluşturduğu hakikat rejimine güç veriyor.
Sürekli şiddet politikaları ve militarizasyon hamleleriyle toplumsal dinamiklerin parçalanması hedefleniyor. Ayrıca Kürt özgürlük hareketinin likidasyona uğratılması, boğulması ve bölge gericiliğiyle ittifaklar kurularak, hareketin dinamiklerinin parçalanması amaçlanıyor.
Kompleks bir karakter gösteren süreç, sancılı ve oligarşik yapıda daralmalara yol açacak bir tarzda gelişiyor. Yaşanan rejim krizi, şiddetlenen siyasi kriz ve ekonomik kriz riski sürecin yansımaları olarak dikkat çekiyor.
Yeni bölge rejimine (ya da küresel finans kapitalin ihtiyaçlarına) göre biçimlenen “Yeni Türkiye düzeni”nin inşası sancılı geçiyor. Önemli ataklara rağmen rejimin inşasında ciddi problemler yaşanıyor.
Siyasal iktidar tarafından “restorasyon ” olarak tanımlanan hamlelerin realizasyonu bir dizi faktörün birleşimini dayanıyor.
Özellikle (küresel ve ülke düzeyinde) ekonomik gelişmeler büyük alt üst oluşları, yeni düzenin inşasında ciddi problemleri beraberinde getirebilir.
Türkiye ekonomisi çoklu bir kırılganlık içinde. Ekonomik zaafiyetler ve olası kriz riski “yeni” rejimin inşasını sekteye uğratacak en önemli faktör olabilir.
Türkiye ekonomisi küresel finansal anaforlara ve gel gitlere karşı son derece hassas bir yapıya sahip. Ekonomi dış ve iç ekonomik streslere karşı yüksek bir zaafiyet gösteriyor.
Rantiye ekonomi
Türkiye ekonomisinin rantiye bir karakteri var. TC bölgede, finans kapitalin emlak cenneti, büyük finans ya da spekülasyon hareketlerinin odağı olarak dikkat çekiyor.
Uluslararası kapitalist işbölümüne bağlı olarak biçimlenen, radikal neo-liberal politikaların bir yansıması olan (Türkiye gibi II. kuşak kapitalist ülkelerde de yaşanan) bu durum, kriz dinamiklerini besleyen, bir anlamda krizi tetikleyen temel faktördür.
Yapısal dış kaynak sorunu, yüksek cari açığı ve yüksek dış borç oranı bulunan bu ülkeler, yeni dönemde kapitalist krizin merkezleri olarak öne çıkıyor. Türkiye’nin OECD, Dünya Bankası, IMF raporlarında en kırılgan ülke olarak tanımlanması boşuna değil. Ayrıca Türkiye ekonomisi küresel jeo-politik risklerden şiddetle etkileniyor.
2014 sarsıntılı geçiyor, yılın 4. çeyreğinde önemli ekonomik gel-gitler yaşanırsa şaşırmamak gerekiyor. Ekim ayında FED’in parasal genişlemeye son vermesi sorunları şiddetlendirebilir. Özellikle döviz krizi kapıdadır.
Dış kaynağa narkotik bağımlılık
Türkiye ekonomisinin dış kaynağa yapısal bir bağımlılığı var. Narkotik nitelikteki bu bağımlılık ekonomide bir dizi zaafiyeti beraberinde getiriyor. Türkiye kapitalizminin temel problematiği sermaye birikimi sorunudur. Neo-liberal sermaye birikim süreci ya da karşı devrim politikaları rantiye bir ekonomi yaratırken, maksimum bir cari açığı ve yüksek dış borcu beraberinde getirdi.
Son 10 yıllık süreçte başta emlak sektörü ve hizmet sektörü ve finans sektörü yüksek bir gelişme trendi gösterdi. Sanayide ciddi gerileme yaşandı, tarımda ise hızlı tasfiye sürecine girildi.
Türkiye ekonomisi kapitalist-emperyalist sistemle entegrasyon düzeyine bağlı olarak, küresel finansal anaforlardan ve gel-gitlerden şiddetle etkilenmektedir.
Yüksek cari açığı, dış borcu ve dış kaynak bağımlılığı olan TC’nin çoklu ekonomik zaafiyetleri, ekonomik kırılganlığı tetikleyici faktörlerdir.
Özellikle FED’in parasal genişleme programında daralmaya gitmesi, AB’de yaşanan ekonomik durgunluk, küresel likidite darlığı, jeo-politik riskler 2014 yılının son çeyreğinde sarsıcı sonuçlar doğurabilir. Küresel finans kapitalin temsilcisi olan birçok kurum Türkiye’yi riskli ülke olarak tanımlıyor. Özellikle 2015 yılı ekonomik açıdan kritik bir yıl olacaktır.
Küresel likidite darlığı
FED’in parasal genişleme politikasına Ekim ayında son verme kararı alması, tahvil alımında 10 milyar dolar bir azaltmaya giderek, alımları 25 milyar dolara indirmesi, sadece Türkiye değil, bir dizi ikinci kuşak kapitalist ülkede ciddi sorunlar yaratabilir.
Aşırı likidite ihtiyacı, Türkiye’de bir dizi ekonomik sorunu tetikleyebilirdi. Son anda Avrupa Merkez Bankası’nın (AMB) Avrupa’da deflasyon riskine karşı aldığı parasal genişleme kararı, Türkiye’nin imdadına yetişti. Ne var ki bu karardan her an vazgeçilebilir.
Yüksek cari açığı olan, aynı şekilde yüksek dış borcu bulunan Türkiye’nin hem borç çevrimini döndürmek, hem de ekonominin işleyişi için yakıcı bir şekilde dış kaynağa ihtiyacı var. Dış kaynakta yaşanacak ciddi bir tıkanma/daralma ekonomi için tam anlamıyla bir felç olma halidir.
Türkiye hızla çok vektörlü bir kırılganlık içine giriyor. Birbirini senkronize bir biçimde etkileyecek kriz dinamikleri bulunuyor. Küresel finansal anaforlar, özellikle başta Çin olmak üzere emlak krizi riski, Türkiye’de emlak balonunun şişmesi, bankacılık krizini tetikleyeceği gibi, borç çevriminde olası bir kırılma borç krizinin önünü açabilir.
2015 yılı bu manada da çok bilinmeyenli bir yıl olacağa benziyor.
Aslında Ekim ayında FED’in kararları ve Avrupa’da resesyonun derinleşmesi, olası sert jeo-politik riskler 2015’nin genel görünümü verecektir. Bu noktada Arjantin örneği dikkat çekiyor. Arjantin’in bu konjonktürde domino etkisi yaratma olasılığı tartışılıyor. Küresel finansal piyasalarda oldukça ilginç ve çarpıcı (ülke iflasları, memorandum ilanları, salgın emlak krizleri gibi) gelişmeler yaşanabilir. Türkiye de bu anaforun içindedir.
AB’nin deflasyon riski, kriz sürüyor
Kapitalizmin sistemik ya da organik krizi bir dizi iç evreden ve siklustan geçerek derinleşiyor. ABD’de 2007-2008’de finans krizi olarak dışa vuran kriz, hızla küresel mahiyete bürünerek senkronize bir karakter gösterdi. Kriz, multi ya da birleşik bir kriz özelliğiyle seyrediyor. 2009’da kriz dalgası Avrupa’yı sarstı. Avrupa bir durgunluk sürecine girerken, Güney Avrupa ya da AB’nin II. periferisi, kamu borç krizi ve zombi bankacılık krizine girdi. Avrupa’daki kriz farklı salınımlarla devam ediyor. Bugün açısından AB deflasyon riskiyle karşı karşıya. Avrupa Merkez Bankası’nın parasal genişleme adımları bu riske karşı önlemleri içeriyor. Özellikle Ukrayna sorunu, AB’nin dominant ülkesi Almanya’yı sarsmaya başladı.
Bu bağlamda AB’yle entegrasyon düzeyi derinleşmiş ve ciddi ekonomik ilişkileri olan TC’nin, AB’yi sarsan gelişmelerden etkilenmesi kaçınılmazdır. Özellikle bankacılık krizinin derinleşmesi, enfeksiyon etkisine yol açabilir. Bu durum Türkiye bankacılık sisteminde (sağlamlığına vurgu yapılsa da) yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Bölgesel gelişmeler, jeo-politik riskler
Türkiye küresel jeo-politik fay hatlarının kesiştiği bir coğrafyada bulunuyor. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler, Türkiye açısından yakıcı önem taşıyor. Bugün emperyalist-kapitalist sistemin ulaştığı entegrasyon düzeyi, ekonomi ve politikanın kompleks bütünselliği ve etkileşimi, kapitalist krizin yarattığı yüksek konjonktür ve küresel finans kapitalin (sanayi sermayesi yanında, finans, spekülatif-parazit sermayenin ve askeri, savaş endüstrisinin iç içe geçtiği) karmaşık yapısı, sorunların dünkünden daha fazla iç içe geçmesine ve birbirini şiddetle etkilemesine neden oluyor.
Emperyalist küreselleşme, sermayenin küresel düzeyde olağanüstü serbestliği ve hareketliliği ve her şeye nüfuz edici ve her şeyi metalaştırıcı karakteri, en yerel gözüken sorunun, global bir özellik taşımasına yol açıyor. Hele bu sorun küresel jeo-politik bir odakta yaşanıyorsa, küresel sonuçları ve sarsıntıları son derece yıkıcı oluyor.
Türkiye küresel jeo-politik fay hatlarında ( enerji kaynakları, enerji yolları, kıymetli madenler, kıymetli topraklar, su kaynakları, değerli toprakların bulunduğu alanlar ) ve jeo-stratejik bölgelerin ortasında bulunuyor.
Emperyalist öznelerin hegemonya “savaşlarının” yaşandığı bu alanlardaki gelişmeler, kaçınılmaz olarak Türkiye’yi etkilemektedir.
Ortadoğu sürekli bir savaş coğrafyasına dönüşüyor. Mezhep ve etnik savaşlar, iç savaşlar şeklinde biçimlenen bu süreç kasırga biçiminde yayılıyor. Bir anlamda “yeni bölge düzeni/rejimi” ve bu düzenin “stabilizasyonu” kan, vahşet, yıkım, talan ve yağma üzerinden sağlanıyor. TC bu küresel yağma ve yıkımdan aktif taşeron olarak pay kapmaya çalışıyor.
Ne var ki Ortadoğu tarih boyunca sömürgeci hesapları boşa çıkaran, bir karşı tarihin merkezidir. Bugün Kürt özgürlük hareketinin olağanüstü mücadelesi, Rojava devrimi ve direnişi, Kürt özgürlük hareketinin Şengal direnişi ve hamlesi, Ezidi jenosidine karşı gösterdiği muazzam tarihsel sorumluluk ve ahlaki tavır bu tarihin somut biçim alışıdır. Hallac-ı Mansur’lardan, kadim uygarlıklardan, komünalite kültürlerinden beslenen bu tarih, artık “yaşayan bir tarihtir”.
Ortadoğu küresel jeo-politiğin odak coğrafyalarından biri olarak, büyük gel-gitlerin ve alt-üst oluşların merkezidir. Bütün dengelerin hızla değiştiği, dengesizliğin genel bir karakter olduğu bu coğrafyada, TC’nin devre dışı kalması ve katastrofik bir sarmal içine düşmesi yüksek bir olasılıktır.
Ortadoğu’nun yıkıcı anaforu TC’ye, hesaplamadığı problemleri şiddetle yaşatabilir.
20. yüzyılda ve 21. yüzyılın başlarına kadar Ortadoğu’daki tüm parametreleri etkilemiş Skyes-Picot Anlaşması’nın, Kürt özgürlük hareketinin çok boyutlu yürüttüğü mücadelenin sonunda Kuzey, Batı ve Güney Kürdistan’da gerçekleştirdiği alternatif iktidar, alternatif kültür, alternatif yaşam pratikleriyle ve ikili iktidar oluşumlarıyla ve hatta Irak içlerine yönelik hamleleriyle fiilen işlevsizleştirilmesi bunun örneğidir. Gelişmeler TC’nin kuruluş paradigmalarını kırıcı içeriktedir.