MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: [İsrail Meclisi’nde kabul edilen yasa], İsrail devletini “Yahudi halkının ulus devleti” olarak tanımlarken, İbranice’yi tek resmi dil ve Kudüs’ü de Yahudi ulus devletinin başkenti olarak tanıyor. Yahudilik dininin sembolü olan Yedi dallı Menorah devletin resmi amblemi olarak nitelendiriyor.
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Tam da Nelson Mandela’nın 100. doğum gününün yâd edildiği günlerde tarih boyunca ırkçılıktan, ayrımcılıktan ve dini nedenli nefret saldırılarından ötürü zulme uğramış bir kavmin temsilcileri utanç verici yeni bir Apartheid yasasını meclislerinde onaylayıp yasalaştırdılar. Siyonist İsrail Meclisi Perşembe günü Anayasa’nın kimi hükümlerinin değiştirilmesi için toplandı. Toplantı neticesinde Yahudilerin Filistinli Araplara karşı üstünlüğünü yasalaştırdılar. Auschtiwz’den yaklaşık 70 yıl sonra, Güney Afrika Apartheid rejiminin son bulmasından 25 yıl sonra böylesi utanç verici ırkçı bir yasanın çıkabiliyor olması tüm insanlık için ağır bir utanç vesilesi olmalı. Her ne kadar bu utancın faili Siyonist İsrail Meclisiyse de milliyetçilik, ırkçılık, dini ve dahi mezhepsel taassuplar tarihin bu döneminde bile tüm insanlığın, insan medeniyetinin ağır bir utancı olarak güncelliklerini korumaya devam ediyorlar.
1,5 milyon İsrail yurttaşı Arap’ın temsilci olan partilerin ortak liste milletvekilleri olarak adlandırılan üyelerinin yoğun muhalefetine rağmen, nihayetinde söz konusu vekillerin yaka paça meclis dışına çıkarılmasıyla gerçekleştirilen oylamanın neticesinde Arapları öz vatanlarında parya durumuna düşüren, artık kendi topraklarında açıkça istenmediklerini yasalaştıran kararlar 55’e karşı 62 oyla Knesset’te onaylanmış oldu.
Bu kararla en az Nakba kadar ağır bir cürümle, hak ihlaliyle karşı karşıya kalacak olan İsrail yurttaşı Araplar ne gemilerle ne uluslararası kampanyalarla bu topraklara gelmiş ne de daha sonra İsrail işgalindeki topraklara göç etmiş kişilerdir. Bin yıllardır nesiller boyunca bu topraklarda yaşayan, Siyonist milislerin katliamlarla Filistinlileri topraklarından ettiği 1948’daki Büyük Felaketten kurtulmayı başaran az sayıdaki Filistinlilerin torunlarıdır. İşgal altındaki Batı Şeria’daki, Gazze’deki insanların aksine Siyonist İsrail devletine yurttaşlık bağıyla bağlı, bu nedenle her nevi sivil haklara sahip olması gereken bu insanlar, şimdi hem Gazze’deki, Batı Şeria’daki insanlar gibi bir tecrit altına alınmış oldular, aynı kadere mahkûm edilmiş oldular; hem de ırkçı faşist bir devlet yönetiminde anayasal hakları, sivil hakları gasp edilmiş yurttaş durumuna düşmüş oldular.
Söz konusu Temel Yasa olarak adlandırılan ve anayasal hükme sahip yasa, İsrail devletini “Yahudi halkının ulus devleti” olarak tanımlarken, İbranice’yi tek resmi dil ve Kudüs’ü de Yahudi ulus devletinin başkenti olarak tanıyor. Yahudilik dininin sembolü olan Yedi dallı Menorah devletin resmi amblemi olarak nitelendiriyor. Köktenci sözlere sahip bir Yahudi ilahisi olan “Hatikvah” da ulusal marş olarak belirleniyor. Yasa, Arapça’yı resmi dil olmaktan çıkarıp “özel statülü dil” olarak tanımlıyor ve İsrail devletinde kendi kaderini tayin hakkının Yahudi ulusuna özgü olduğunu belirterek Filistinli Arapların varoluşunu, ulusal haklarını açıkça inkâr ediyor. Diğer yandan ise Yahudi yerleşimlerini “Ulusal değer” olarak tanımlayan bu yasa değişikliği, işgali yasal bir zemine taşırken, elbette yeni işgallerin sinyallerini veriyor. Bu işgalleri teşvik ediyor. “Ulusal değer” olarak nitelenen yerleşim yerlerinin coğrafi hudutlarını tarif etmeyen yasal değişikler Batı Şeria’ya, Doğu Kudüs’e hatta Golan Tepeleri’ne doğru ilerleyeceğini ima ediyor. Böylelikle bir yandan hâlihazırdaki İsrail sınırları içerisinde Apartheid rejimi inşa edilirken, öte yandan yeni yerleşim yerleri vasıtasıyla devam edeceği ve genişleyeceği anlaşılan işgallerin yasal zemini oluşturulmuş oluyor.
Filistinliler, eğer ki öyle bir şey varsa, uluslararası hukuka açıkça aykırı, Yahudiler ve Yahudi olmayanlar arasında temel hak kullanımı açısından etnik ayrımcılığa cevaz veren korkunç bir Apartheid yasasıyla yaşamaya mecbur ediliyorlar. Öyle ki yasa değişikleri, Arapları en temel haklarından mahrum eder ve kendi topraklarında yabancı konumuna düşürürken, İsrail egemenliğini sadece İsrail’de yaşayan Yahudilere değil dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan tüm Yahudilere dayandırıyor.
Halkların birlikte yaşama olanaklarını, hiç değilse iki devletli bir çözüm içerisinde adil bir gelecek umutlarını dinamitleyen bu korkunç yasa değişikliği, şüphesiz Siyonist İsrail’i bir demokrasi olarak dünyaya pazarlamaya çalışan lobiler için bile savunulması güç, utandırıcı öğeler taşıyor. Ne var ki bu Siyonist lobiler tarafından bile savunulması güç ırkçı yasalar uluslararası toplumun, hatta Filistin meselesini bir demagoji unsuru olarak kullanmayı adet edinmiş Arap rejimleri ve İslamcı hareketlerin derin sessizliği içerisinde Filistinli Araplara dayatılıyor. Örneğin AKP hükümeti kof milliyetçi mazi düşlerini besleyen hamasi nutuklarını savurabilecekleri yeni bir fırsat bulmuş olmanın sevinciyle tribünlere oynarken, olup biteni tribünden izleyen Suudi Arabistan ise yasayı , “Uluslararası hukuka ve uluslararası meşruiyet ilkelerine aykırıdır. Filistin-İsrail çatışmasına barışçıl bir çözüm bulmak için sarf edilen uluslararası çabaları da durduracaktır” gibi etkisiz açıklamalarla geçiştirdi. Tribünde Suudi Arabistan’ın hemen yanındaki koltukta oturan Mısır “yasayı kabul edilemez” bulduğunu açıklama zahmetini gösterdi. Kuveyt’in çağrısıyla “acil” toplanan Arap Parlamentosu ne işe yarayacağı belirsiz muğlâk bir “yasası reddetme” çağrısı yaptı. Avrupa Birliği ise “İsrail ile uzun soluklu ve verimli ilişkilerimizi karakterize eden demokrasi ve insan hakları ortak değerlerine olan bağlılığına değer veriyoruz” gibi ne idüğü belirsiz bir açıklamayla durumu geçiştirmeyi tercih etti.
Tüm bu Filistin davasının sözde hamileri Ortadoğu idareleri, Birleşmiş Milletler ve dünya demokrasinin yılmaz havarasi Avrupa Birliği, bu yasa değişiklerinin ardından İsrail’in ekonomik, akademik, kültürel ve siyasi alanda boykot edilmesini savunan, bu şekilde Tel Aviv yönetimi üzerinde baskı oluşturulmasını hedefleyen BDS hareketine desteğini bir mektupla açıklayan 39 Yahudi Cemaati kadar bile kayda değer bir açıklama, eylem içerisinde olamadılar. Oysa BDS hareketinin kurucusu Ömer Barguti’nin de ifade ettiği üzere, “İsrail'in baskı ve tecavüz sistemine karşı boykot, yaptırımlar için uygun bir zaman varsa, o da şimdidir”
Ne var ki tüm bu her biri katıksız türlü çeşitli ayrımcılıklar, eşitsizlikler üzerine kurulu kurumlar ve hükümetlerin ne ırkçılıkla ne ayrımcılıkla ne de eşitsizliklerle mücadele edecek bir niyeti, mecali yahut ufku var olabilir. Hiç şüphe yok ki tüm bu iktidar sistemleri tam bu saydıklarımız üzerine yaslanıyorlar ve yürüttükleri ayrımcı, eşitsiz, ırkçı politikalarla birbirlerine yakıt oluyorlar. Kendi memleketimiz özelinde ele alacak olursak meydan meydan gezip tekçiliğin, inkârın, imhanın rabiasını sayıp duranların başka bir coğrafyadaki tekçilikle, ayrımcılıkla mücadele etmesinin bir samimiyeti, imkânı mümkün olabilir mi? Yaptıkları ve yapacakları yegane şey kendi şoven, gerici politika ve propagandalarını besleyecek bir argüman olarak Filistin davasını suistimal etmek olabilir.