TOLGA TÖREN yazdı: “Karar Bekir Coşkun ve onun gibi düşünenlerin… Bonapartist ama Kürtsüz bir cumhuriyet mi? Bu ülkenin Kürtler de dâhil, bütün ezilenleri ile birlikte “sosyal cumhuriyet” için atılan büyük bir adım mı?”
TOLGA TÖREN
17 Eylül 2017’de SiyasiHaber’de yayımlanan “Bir cenaze, ‘Yeni Türkiye’nin sureti ve Kemalizmin zihinsel kanaması” başlıklı yazımızda, Korkut Boratav hocanın 15 Eylül 2017 tarihli Gazete Duvar’da İrfan Aktan’a verdiği mülakatta dile getirdiği “…eğer hakiki cumhuriyetçiysen, aydınlanmacı cumhuriyetçiysen, Kürt hareketiyle de çözüm arayacaksın” sözlerine yer verdikten sonra, Kemalistlere ilişkin şunları yazmıştık:
Çözümü Kürdi siyasetin seküler ve yüzünü ısrarla sola dönen kesimleri ile aramaktansa, adına ‘Yeni Türkiye’ denen sürece Kürt düşmanlığı zemininde yedeklenen cumhuriyetçilere Walter Benjamin’in ‘…düşman galip geldiğinde, ölüler bile kendilerini bu düşmandan kurtaramayacaktır. Ve bu düşman daha zafer kazanmayı sürdürmektedir’ sözleri ile seslenirken hatırlatmak da gerekiyor:
Projesine eklemlenmeye çalıştıklarınızın ‘Yeni Türkiye’sinde size de yer yok.
Türkiye’nin içine girdiği, moda deyimle, “baskın seçim süreci”, yukarıda yazılanların yanında “Kemalizmin zihinsel kanaması” tespitini de doğrular nitelikte.
“Yeni Türkiye”nin karanlığı
Önce birincisi:
- Suruç’ta yaşanan ve failleri “yeni Türkiye”nin kurucuları olan cinayetler,
- AKP’nin suç ortağı Gülen Cemaati’nin yarattığı ve hâlâ aydınlatılamamış olan ilişkiler ağı,
- Bir dizi cemaatin AKP’ye verdiği destek,
- Muharrem İnce’ye din, cami ya da umre üzerinden yapılan saldırılar,
- AKP’nin Yenikapı mitinginde 1990’ların karanlığının sembolik ismi Tansu Çiller’in boy göstermiş olması
ve daha nice örnek AKP’nin “yeni Türkiye”sinde kimlere yer olduğunu ya da olmadığını gösterir durumda.
Kuşkusuz adına “yeni Türkiye” denen cehennemde, tevekkülü kabul edenler dışında ücretli çalışanlara ve haklarına; hak aramak yerine “yardım”ı kabullenmek zorunda bırakılanlar dışında kent yoksullarına da rahat yok.
- Yüzde 20’nin üzerinde seyreden genç işsizliği,
- AKP iktidarı döneminde, resmi rakamlara göre yüzde 10’un altına düşmüş sendikalaşma oranları,
- Özelleştirme kapsamına alınan Şeker Fabrikaları,
- Ve nihayetinde yakın zamanda koşa koşa yatırımcılarla buluşmaya giden hükümetin en başının olağanüstü hâlin birinci yılında sarf ettiği “OHAL’i grevleri engellemek için kullanıyoruz” ifadeleri,
- Olağanüstü Hâl’in ilanından hemen sonra hızla yükselen iş kazaları
bu konudaki örneklerden bazıları…
Ve hafızamızı zorladığımızda aklımıza gelen diğerleri: Gezi’nin ağaçlarından Ege’nin zeytinliklerine, Karadeniz’in derelerinden Urfa’nın Hasankeyfine, Akkuyu’nun nükleer santrale kurban gidecek olan mavisinden Karaburun’un karayoluna ve balık çiftliklerine kurban giden kıyılarına…
Tam da yukarıdakiler kapsamında o masum bakışlı siyah çocuğa… O güzelim yavruya… Bekir Coşkun’un Pako’sunun arkadaşına…
Rahat yok… Çünkü “Nazımca” söyleyecek olursak:
“Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:
çürüyen diş, dökülen et-…”
“Kemalizmin zihinsel kanaması”
Ama, heyhat… “Kemalizmin zihinsel kanaması” devam ediyor.
“Bir Ermeni General”in yazarı Ataol Behramoğlu’nun 1990’ların “asena”ı Meral Akşener’e verdiği ve kendisinin “Bir Gün Mutlaka” şiirindeki ifadesiyle ilençlenesi destek bir yana…
Bekir Coşkun’un 20 Haziran 2018 tarihli Sözcü’deki yazısı, bu konudaki önemli göstergelerden birisi. Bahsi geçen yazıda 24 Mayıs 2015’te Halkların Demokratik Partisi (HDP) için şunları yazdığını belirtiyor Bekir bey:
Tüm yoklamalara göre HDP barajı aşarsa AKP tek başına iktidar olamıyor… Ama HDP barajı aşmazsa Erdoğan yine tek başına iktidardır… Bunun farkında olan akıllı cumhuriyetçiler, sırf taktik olarak HDP’ye oy verecekler ama söylemeye utanıyorlar… Utanmayın… Sizi HDP’ye muhtaç edenler utansın…
Ve yazısını şu satırlarla bitiriyor:
Bizler yıllarca HDP zihniyetiyle mücadele ettik… Ama bu seçim cumhuriyetimizin son şansı… ‘Cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanı adayımıza, milletvekili seçiminde HDP’ye oy vereceğim’ diyenlere kızmayın… Eğer sırf AKP’den kurtulmak için HDP’ye oy verenlere ‘hain’ diyecekseniz… İkinci turda HDP’den oy beklerken de size ‘hain’ derler… Keyfiniz bilir.
HDP zihniyeti ile mücadele!
“Sizi HDP’ye muhtaç edenler utansın…”, “bizler yıllarca HDP zihniyetiyle mücadele ettik…”
Belli ki Bekir bey farkında değil ya da belki farkında olduğunu tersinden ifade ediyor.
“Muasır medeniyetler seviyesine erişmek” biçiminde kodlanan kapitalist üretim ilişkilerinin, yani egemen ideolojinin, bu coğrafyadaki kurucu resmi ideolojisi olan Kemalizmin tıkandığı bir zaman dilimiydi AKP’li yıllar, birçok başka şey olmanın yanında.
Bir başka ifadeyle, Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne, sermaye birikimi, aynı anlama gelmek üzere kapitalistleşme, modernleşme sürecinin sürekliliğini sağlamak noktasında farklı biçimler alan Kemalizmin yeni aktörler, yeni politikalar üretme becerisini kaybettiği bir zaman dilimi…
İşte bu zaman dilimi, Cumhuriyet’in kendine düşman bellediği iki kesimi öne çıkardı…
Birincisi AKP’de somutlanan siyasal İslam olageldi.
Neoliberal politikalarla sarmanlanmış, liberallerin “muhafazakâr inkılâp” saçmalıklarının arasından Bonapartist bir rejim inşa etmeye koyulmuş, Türkiye’yi başta önemli bir kesimi kendi coğrafyasında yaşayan Kürtler olmak üzere bütün komşuları ile düşman haline getirmiş karanlık bir ideoloji.
İkincisi ise, evet, cumhuriyetin sürekliliğinin en önemli güvencesi hâline gelmiş olan ve ağırlıklı temsiliyetini HDP’nin üstlendiği Kürtler.
- AKP’nin “yeni Türkiye” karanlığına karşı “yeni yaşam” çağrısında somutlanan “sosyal cumhuriyet” programıyla,
- “Seni başkan yaptırmayacağız” sözüyle ve dahi o sözün tutulmuş olmasıyla,
- Tabanında hatırı sayılır miktarda dindar bulunsa da programatik olarak tartışmasız olan sekülerliği ile,
- Türkiye siyasal yaşamına hediye edilen eş başkanlık mekanizması da dâhil olmak üzere, kadınlara en fazla temsiliyeti veren “muasırlığı” ile,
- Bu coğrafyanın bütün renklerinin koalisyonu oluşu ile…
Ve nihayetinde, tüm bunları, “…emeğin ve ezilenlerin kurtuluşu için; özgürlük, barış ve adalet için mücadele eden güçlerin birliğinden oluşan Partimiz, insanlığın sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz bir dünyaya ulaşacağına inanır” diyen bir program etrafında topluyor oluşuyla…
Ya da Bonapartist cumhuriyet ile mücadele!
Bekir bey, bütün ömrünü yukarıda yazılanlarla mücadeleye mi ayırdı gerçekten? Ne acı!
Ama gene de hatırlatalım: HDP, Bekir beyin kendi ifadesi ile Cumhuriyet’in son şansı olmuşsa, burada sorgulanması gereken HDP değil, Cumhuriyet’in bu zamana kadar hayata geçiremedikleridir.
Yakın zamana kadar karanlık bir cemaat ile, Gülen Cemaati ile ittifak hâlinde olan siyasal İslamcı bir hükümet, Cumhuriyet’in bütün kurumlarını darmadağın edebiliyorsa… Daha da önemlisi, burada kendisine geniş bir meşruiyet zemini ve toplumsal destek bulabiliyorsa…
Aynı İslamcı hükümet, -Kürt düşmanlığı zemininde- kendisine cumhuriyetçi diyenlerin sempatisini kazanabiliyor, o Cumhuriyet’in, hele de bir zamanlar Cemaat’le bir olup hapse attığı, “kudretli generallerinin” alkışını alabiliyorsa…
Burada üzerinde düşünülmesi gereken olgu, “beka”sının tehlikede olduğu söylenen Cumhuriyet, düşünmesi gereken özne ise kendisini cumhuriyetçi olarak tanımlayanlardır.
Dolayısıyla, kendisini cumhuriyetçi olarak tanımlayanların HDP’ye verecekleri oy bir lütuf değil, kendi elleriyle AKP’ye teslim ettikleri Türkiye’den dilemeleri gereken utangaç bir özür olabilir ancak.
O teslim ediş mi?
- Cizre ve Sur’a sessiz kalındığında gerçekleşti örneğin,
- Demirtaş’ın tutsaklığına sessiz kalındığında gerçekleşti örneğin,
- Sınırın hemen ötesinde desteklenen cihatçı çetelere sessiz kalındığında gerçekleşti örneğin,
- “Sınırlar değişmeksizin ‘öz yönetim’ ve ‘demokratik modernite’” diyene karşı “bağımsız Kürdistan” diye direten Barzani ile işbirliği yapan AKP’nin en yakın müttefiki hâline gelmiş olan ordu ile, JÖH’lerle, PÖH’lerle seküler Kürtleri katledenlere verilen sessiz destek ile gerçekleşti örneğin…
Peki ya Cumhuriyet mi?
Louis Bonaparte yasama, yürütme ve yargıyı elinde toplayan iktidarını 1848 Haziran isyanında ezdiği Paris işçilerinin kanı üzerinden inşa ediyordu. Ve giyotine giden Paris işçilerinin önder kadroları “yaşasın sosyal cumhuriyet” diye bağırıyordu.
Ama, Hasan Hüseyin’in dizeleriyle “güzel Haziran”, sadece Paris işçilerinin “sosyal cumhuriyet” sloganlarına sahne olmadı tarihte. Tersine, içinde yaşadığımız coğrafya için de anlamlıydı… Hep.
15-16 Haziran 1970 direnişi bir kenara… Bir HDP vekilinin iş makinelerinin önünde durmasıyla ivme kazanan Gezi direnişinin sloganlarına ve 7 Haziran 2015’in umuduna da sahne oldu Haziran.
Bununla birlikte her iki Haziran da “Türk usulü başkanlık” adı altında inşa edilmek istenen “Türk usulü Bonapartizmin” kanlı sıçrama tahtası haline getirilme çabasına şahitlik etti. Bir diğer ifadeyle, “yerli ve milli Bonapart” kendi iktidarını 170 yıl önceki mevkidaşını taklit ederek kurmaya çalıştı…
Bu toprakların Haziran isyanı olan Gezi’de öldürülen Mehmet Ayvalıtaş’ın, Abdullah Cömert’in, Mustafa Sarı’nın, İrfan Tuna’nın, Selim Önder’in, Ethem Sarısülük’ün, Zeynep Eryaşar’ın, Medeni Yıldırım’ın, Ali İsmail Korkmaz’ın, Ahmet Atakan’ın ve en küçüğümüz Berkin’in kanları üzerinden…
15 Haziran 2016 seçimleri sonrasında Cizre ve Sur’da bodrumlarda yakılanların bedenleri üzerinden…
Ve şimdi yeni bir Haziran
Karanlık ve Bonapartist bir cumhuriyeti “yeni Türkiye” diye parlatanlar bir tarafta…
“Sosyal cumhuriyet” diyenler bir başka tarafta. Bir de arada kalanlar…
Karar Bekir Coşkun ve onun gibi düşünenlerin…
Bonapartist ama Kürtsüz bir cumhuriyet mi?
Bu ülkenin Kürtler de dâhil, bütün ezilenleri ile birlikte “sosyal cumhuriyet” için atılan büyük bir adım mı?