MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “FIFA elitleri ve bürokratları, TV anlaşmaları ve reklamlar, marşlar ve ilkel milliyetçilik bütün o şatafatına rağmen bu oyunu güzelleştirmiyor. Bu oyunun cazibesi canlılığından geliyor, zarafeti hayranlık uyandıran insan kapasitesinin sahadaki oyuncular tarafından gözler önüne serilmesinden.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
2018 Dünya Kupası’nın ilk bir haftası geride kaldı. Dünya Kupası ulusların barış içerisinde yarıştığı, enternasyonal bir festivalin; hayal ettiğimiz, sınırların kalktığı, ulusların barış içinde kaynaştığı, melezleştiği bir dünya düşünün kısa fragmanlarını ya da her şeye rağmen nüvelerini sunuyor da diyebiliriz. Farklı dünya uluslarının birleştirici bir tutkunun parçaları olduğu, heyecan, düş kırıkları, epik anlar, sevinç çığlıkları, mucizelere birlikte tanık ve ortak oldukları bir festivalin ilkel bir halinden söz etmek mümkün. İlkel bir hali çünkü milyonları saran neşe; kokuşmuş, kâr odaklı öncelikler, sınıfsal üstünlükler ve ayrımcılıklarla kirletiliyor.
Bu çelişik hal içinde aklı ve gönlü ayrı istikamete doğru yol alan milyonlarca eşitlikçi, özgür bir dünya hayal eden futbolsever için sanırım Uruguaylı büyük usta Eduardo Galeano en uygun kutup yıldızı olacaktır. Bu şatafat içerisinde yolumuzu her yitirdiğimizde başvurabileceğimiz en uygun kılavuz o olabilir. Zira çok az kişi futbolun karanlık ve aydınlık yanlarını Gölgede ve Güneşte Futbol’un yazarı Galeano kadar yetkin bir biçimde ele alabilmiştir
Pek çok dile çevrilen eserleriyle dünyanın dört bir yanındaki nesillere ilham vermiş olan Galeano, kendi deyimiyle “hatırlamaya takıntılı” bir yazardı, “Amerika’nın, özellikle de unutmaya ve unutulmaya mahkûm olan Latin Amerika’nın geçmişini hatırlamaya… Nitekim küçük şeylere ve sıradan insanlara karşı kör olan dünya için şöyle söylüyordu Galeano: “Sorun bireyde değil. İnsanlık adına kimin hatırlanmayı ve kimin unutulmayı hak ettiğine karar veren şey bir hegemonya düzeni… Bize söylenenden çok daha fazlasıyız. Bize söylenenden çok daha güzeliz.”
Bu anlayış, Galeano’nun ayrıksı yahut alternatif hatırlamaya, başka bir açıdan da hafızaya atfettiği değerin ve yaklaşımının temelini oluşturuyordu diyebiliriz. Galeano’nun alemetifarikası hatırlamaktı. Yaşamı var eden sıradan insanların yaşamını hatırlamak, gölgede kalanları hafızasını tutmak; başka bir deyişle “sıradan insanların tarihini” yazıyordu. Şüphesiz ki bu çaba değişim için devinen bir dünyayı anlamak için kilit önem taşıyor.
Birçok kişinin Galeano’nun başyapıtı olarak gördüğü eserin adı bile Ateş Anıları. Ateş Anıları, Kıta Amerikası’ında, diktatörler, zorbalar altında yaşayan köylü/çiftçiler ve kölelerin yaşama mücadelelerini, kaleydoskopik bir tarzda anlatan kısa hikâyelerden oluşuyor. Kitap; anılar, romanlar, parça parça şiirler, folklor, unutulmuş seyahatnameler, kilise tarihleri, Uluslararası Af Örgütü raporları gibi geniş bir mozaikle, ötekilerin, gölgedekilerin, gizli tarihinin kaydını tutuyor.
Galeano futbolu da aynı şekilde hatırlıyor ve aynı şekilde yaklaşıyordu diyebiliriz. Bu kitap da Ateş Anıları’nın kaleydoskopik yapısına sahip ve en uzunu birkaç sayfa, en kısası ise iki paragraftan oluşan 150 kısa parçadan oluşuyor.
Ateş Anıları’dan farklı olarak bu kitaptaki zorba diktatörler, oyuncuların, herhangi bir sosyal ve siyasal konuda herhangi bir ifadede yahut eylemde bulunmasını men eden, onları canlı birer reklam panosuna, modern köle gladyatörlere dönüştüren, boğazına kadar şike ve rüşvete bulaşmış FIFA yöneticileri ile futbolun efsunlu tutkusunu ve özgün kimliğini metalaştırarak pazarlayan Nike, Adidas vb. uluslararası markaların ceo’ları olarak karşımıza çıkarlar.
Kahramanları ise oyunun serseriliğe meyilli şairi, isyancısı Diego Maradona; ya da eski bir maden işçisi olan ve 68 Mayıs’ında diğer Fransız oyuncuları Paris barikatlarına çağıran Raymond Kopa; henüz “Che” olmamışken Kolombiya’da Amazon nehri kıyısında atılan penaltıyı kurtaran Ernesto Guevara; 1918’de bir gece yarısı kendini Nacional Stadium’un ortasında vurarak intihar eden kayan yıldız Abdón olarak karşımıza çıkar.
Galeano’nun nazariyesinde, futbol hayatın bir aynasıydı. Oyunun etrafında cereyan etmiş olan susturulmuş yahut gizlenmiş tarihi gün yüzüne çıkarmayı ezilenlerin susturulmuş, gizlenmiş tarihini yazmanın bir parçası olarak ele alıyordu. Futbol yazılarını diğer direniş yazılarının bir parçası olarak görüyor benzer biçimde, aynı amaç için kullanıyordu. Futbola ruhunu veren mücadele ve neşe ile yaşamayı hak ettiğimiz türde bir toplum için yapılan mücadele ve o mücadelenin neşesi arasında koparılamaz bir analoji kuruyordu diyebiliriz.
Güneşte ve Gölgede Futbol, Galeano’nun diğer tüm eserleri gibi bir alternatif tarih yazma girişimi olarak ele alınabilir. Kitap, 1930’dan 2010’a dek uzanan aralıkta düzenlenen Dünya Kupalarını alışılagelen, ana akım spor tarihi yazımından farklı biçimlerde ele alarak, göz ardı edilmiş arka planlarına, yazılmamış hikâyelerine, gölgede kalmış kahramanlarına yer vererek alternatif tarihini yazıyor diyebilmek mümkün.
1954 Dünya Kupası’nı anlatan kısa parçada, Galeano şöyle diyordu, “İsviçre’de beşinci Dünya Kupası’nın açılışını yapmak için on altı ülkenin ulusal marşı söylenirken, Guatemala’da galip gelenler Amerikan milli marşını söylüyordu. United Fruit Company’nin sahipleri, Başkan Arbenz’in düşüşünü kutluyorlardı.”
Benzer şekilde, 1978 Dünya Kupası açılışıyla ilgili, Galeano şunları hatırlatıyordu:
Domitila Barrios ve kalay madenciliğiyle geçinen bölge halkından dört kadın daha Bolivya’nın askerî diktatörlüğüne karşı bir açlık grevi başlatıyorlardı ve çok yakında bütün Bolivya açlık grevinde olacaktı: diktatörlük çöküyordu. Diğer yandan, Arjantin’in askerî diktatörlüğü gayet sağlıklıydı ve bunu kanıtlamak istercesine, on birinci Dünya Kupası’na ev sahipliği yapıyordu.
Galeano, Buenos Aires’in devasa stadyumundan birkaç kilometre ötede “mahkûmların uçaklardan canlı şekilde denize atıldığını” hatırlatıyordu. Tüm bu işkence ve faili meçhullerin perde arkasındaki faili , “özel konuk” Henry Kissinger’ın açılış konuşmasında “Bu ülkenin geleceği her açıdan parlak” deyişini hatırlatıyordu.
Yine de, Galeano’nun kitabı yalnızca geniş siyasi ve tarihi bağlamları açıklayan bir sahne kurucu değil, aynı zamanda futbola, o ele avuca gelmez ruhunu veren, oyunu güzelleştiren kahramanlara bir saygı ifadesidir de: Yani çocuklara, fakir ve işçi sınıfından oyunculara, oyunun asilerine ve siyasi figürlerine, futbolun ışığını koruyan, bu oyuna neşeyle katılan ona neşesini veren sıradan diğer insanlara bir saygı duruşudur.
Galeano, en iyi sporcularının “ne koşulda olursa olsun” kazanmaları adına baskı altında tutulmadığı, bu baskılar altında ezilen, kederli sporcuların ayaklı eczaneye dönüşmediği, futbolun sosyal adaletsizlik, işsizlik ve umutsuzluk nedeniyle öfke içinde yaşayan taraftarların öfkelerini kanalize ettikleri bir sübap olarak kullanılmadığı bir dünyayı savunuyordu. Ve söz konusu şiddetin yönelmesi gereken doğru ve gerçek bir adresi veriyordu. Galeano parmağıyla sosyal hiyerarşideki yukarıyı işaret ediyor, oyundan ve taraftarlardan servet adına faydalanan karanlık figürleri ve de küresel kapitalizmin kendisini işaret ediyordu.
“Pazarın etiği”nden söz ediyor Galeano, şöyle yazıyor “ki bu günümüzde dünyanın etiği demektir, başarıya giden kapıda her türlü anahtarı kullanmaya, bu anahtar hırsız aletleri olsa bile, yeşil ışık yakıyor. Profesyonel futbolda vicdani tereddütlerin yeri yok çünkü o bu tereddütlerin olmadığı, kazanmak için her şeyin yapıldığı bir hegemonya düzeninin bir parçası.”
Galeano anılara “bir varış noktası olarak değil, ayrılma noktası olarak” inanıyordu; “sizi şimdiki zamana fırlatan, geleceği kabul etmek yerine hayal etmenizi sağlayan bir mancınık olarak.”
2015’te hayatını kaybetti, dolayısıyla bu ölümünden sonraki ilk Dünya Kupası. Ama onun inancını hatırlayarak, Galeano’nun kendi yaklaşımını mancınıkla günümüze fırlatabiliriz. 2018 Dünya Kupası’nın nasıl anlatılacağını hayal edebiliriz ve spot ışıklarının gölgesinde kalan şeylerin neler olduğunu, yarın için neleri hatırlamanın önemli olduğunu düşünebiliriz:
Örneğin bu Dünya Kupası, düpedüz ırkçı ve bağnaz Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin başkanı seçilmesi için engel olmadığı, dünyanın dört yanında, sağcı rejimler ve demogogların yükseldiği bir dönemde oynanıyor. Bu Dünya Kupası oynanırken, emperyal güçlerin savaş alanına dönen Suriye acı içerisinde; o aynı güçler bu savaşın mağduru mültecileri mesut ve müreffeh ülkelerinden uzakta tutmak için duvarlar örmek, hendekler kazmak ve tekneler batırmakla meşguller. ABD’de Afro-Amerikanlılar dar kafalı beyazlara ve Amerikan devletine, siyahilerin yaşamlarının önemli olduğunu kabul ettirmek için direniyorlar. Kadınlar erkek terörüne dur diyebilmek için ses çıkarıyorlar. Öte yandan başka türlü sporcular da örneğin Curry, Beyaz Saray’da Trump’un huzuruna çıkmayı reddediyor. Amerikan futbolu oyuncuları Siyahi insanlara yönelik polis şiddetini protesto etmek için ABD ulusal marşı okunurken diz üstü çöküp sol yumruklarını havaya kaldırıyorlar. İsrail çok sayıda Filistinliyi anayurtlarına dönme haklarını savundukları için katlediyor. Öte yandan da, Arjantin takımı İsrail’e karşı yürütülen boykot çağrılarına kulak vererek İsrail’de maç yapmaktan vazgeçiyor. Cristiano Ronaldo Filistinli çocuklar ile dayanışmasını yüksek sesle ifade ediyor.
Hülasa bu Dünya Kupası oynanırken, Galeano’yu yeniden hatırlamak faydalı olabilir.
Övülmeye değer olan gölgede kalmış kahramanların, sıradan insanların anılarını sahiplenelim ve uğrunda savaşmaya değer şeylerle karşısında durulması gereken şeyler konusunda kararlı olalım ve elbette taraf olalım. Futbolu sıradan insanların oyunu yapan yönlerine, çocuklara ve sokaklara mutluluk ve enerji yayan özüne sahip çıkalım. Hepsinden önemlisi, bu güzel oyunu çevreleyen insanlık tarihini hatırlayalım.
Futbolun bizleri meftun eden ruhundan çıkar sağlayıp bize daha iyi bir tarihi, daha parlak bir bugünü ve geleceği çok görenlerin statükosuna direnelim. FIFA elitleri ve bürokratları, TV anlaşmaları ve reklamlar, marşlar ve ilkel milliyetçilik bütün o şatafatına rağmen bu oyunu güzelleştirmiyor. Bu oyunun cazibesi canlılığından geliyor, zarafeti hayranlık uyandıran insan kapasitesinin sahadaki oyuncular tarafından gözler önüne serilmesinden. Bunların da ötesinde, onu sevip kucaklayan sıradan insanların neşe ve hüznünden geliyor.
Unutmayalım ki, bize söylenenden çok daha fazlasıyız. Çok daha güzeliz.