MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Umarız bir Afrika takımının bir Dünya Kupası zaferine ulaşabileceği gün uzakta değildir. Bu rüyanın gerçekleşme ihtimalinin hasıl olduğu zaman, umalım ki o takımın teknik ekibi ve oyuncuları Fanon ve Biko’nun, başarabilecekleri inancına sahip olurlar ve sömürgecilerin taktıkları psikolojik prangaları parçalayabilirler.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Eğer ki Franz Fanon, 2018 yılının Haziran ayının 26. günü St. Petersburg’da oynanan Nijerya-Arjantin maçına şahit olabilseydi şüphesiz ki şahit olduğu şeylerden ötürü ızdırap duyacaktı. Elbette bu ızdırabın bir bölüğü, haklı çıkmış ama değiştiremiyor olmanın verdiği ızdırap olacaktı. Zira bir Dünya Kupasında daha, bir Afrika temsilcisi daha, bir kez daha hak etmediği halde kupaya veda etmiş oldu. Kara Kıta’nın çocukları bir kez daha müesses nizama ve mental eksikliklerine yenildiler.
Fanon’un her biri birbirinden kıymetli fikirleri arasında belki de en önemli buluşu “sömürge kişilik” tespitidir. Şöyle söyler: “Sizi sömürgeleştiren yabancıların sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.” Nijerya karması grupta karşılaştığı üç rakibine karşı fiziksel ve teknik olarak üstünlük sağlamayı başarsa da psikolojik üstünlüğü hiç bir karşılaşmada ele geçiremedi. Rahat kazandıkları ve baştan sona üstün oynadıkları İzlanda maçında dahi öne geçtikten sonra panik içine düştüler. Acemice hareketlerle rakiplerine penaltı armağan ederek az daha maça ortak ediyorlardı. Nihayet gruptan çıkacak takımı belirleyecek olan final niteliğindeki karşılaşmada bu turnuvada sönük ve tutuk bir performans gösteren Arjantin’e karşı bir galibiyet elde etme olanakları olmasına rağmen maç boyunca bu ihtimale hiç inanmadılar. Her şeye rağmen iyi bir oyun sergiledikleri maçta hakem Cüneyt Çakır’ın açık yanlı tutumuyla mağlup oldular ve turnuvaya veda etmek zorunda kaldılar.
Ancak ne var ki Kara Kıta için daha derin bir sukutu hayale neden olacak maç, Nijerya-Arjantin müsabakasından iki gün sonra oynanacaktı. Eğer ki Steve Biko 2018 yılının Haziran ayının 28. günü Samara’da oynanan Senegal-Kolombiya maçına tanık olsaydı tıpkı Fanon gibi muhtemelen gördüklerinden pek memnun kalmazdı. Fakat ne yazık ki bu yaşananları önceden tahmin edebilirlerdi. Turnuvaya parlak bir kadro ile gelen Senegal karması, kendi gücüne denk sayılabilecek rakiplerden oluşan görece rahat bir grupta yer aldı ve hatırı sayılır bir performans sergiledi. İlk maçında Polonya karmasını rahat bir oyunla 2-1 yendiler, ikinci maçta ise oyun boyu üstünlük sağladıkları Japonya’yı iki kere öne geçmelerine ellerinden kaçırdılar ve 2-2 skora razı gelmek zorunda kaldılar. Herşey neticesinde Kolombiya ile kolkola bir üst tura çıkacakları tahmin edilen grubun 3. müsabakasında oldu. Hakem tarafından açık bir penaltıları es geçilen karşılaşmada Senegal karması tıpkı Nijerya gibi rakiplerine karşı değil kendi kendilerine ve müesses nizama karşı kaybetmiş oldu. Nijerya’dan farklı olarak burada müesses nizamın rolü yanlı hakem yönetiminin ötesine geçti. Müsabakalar neticesinde Japonya ile aynı puana aynı gol sayısını ve aynı averaja sahip olan Senegal takımı 6 sarı kart gören Japonya’dan iki fazla sarı kart görmüş olduğu turnuvaya veda etmek zorunda kaldı.
Ne var ki Kara Kıta temsilcilerinin trajedik vedaları yahut FIFA beyleri tarafından kurban edilmeleri bu yılki turnuvaya mahsus bir durum değil. Söz konusu durum Kara Kıta temsilcileri için nerdeyse bir kara yazgı halini almış durumda. Zira bu kader, bir Afrika karmasının, gerçekleştirdiği sürpriz çıkışla dünya futbolunun gündemine oturduğu ve tüm Afrika’da bir heyecan dalgasına neden olduğu ilk turnuva olan 1990 Dünya Kupası’nda da aynıyla tekrarlanmıştı. Afrika futbolunun gelişiminde bir milat kabul edebileceğimiz İtalya’da düzenlenen turnuva aynı zamanda Kara Kıta temsilcilerinin peşini bırakmayacak olan kara bir yazgının başlangıcıyıdı da…
1990’da her şey turnuvanın ilk maçıyla başladı. Kamerun iki kırmızı kart gördükten sonra dokuz kişi kalsa da son dakikalarda gelen ve halen unutulmamış olan efsane golle önceki dünya şampiyonu Arjantin’i 1-0 yenmeyi başardı. Sonraki maçta da Romanya’yı 2-1 yenerek gruptan çıkmayı garantiledi. Grubun son maçında Rusya’ya 4-0 mağlup olmaları, kutlamaların önüne geçecek kadar öneme sahip değildi. Son 16 karşılaşmasında Kolombiya’yı 2-1 yenerek Dünya Kupası’nda çeyrek final oynayan ilk Afrikalı takım olmayı başardılar.
1990’daki Kamerun karması, o yaz 38 yaşında olan (bazıları daha yaşlı olduğunu iddia ediyor) yedek başlayıp da oyuna sonradan girdiği her müsabakada takımın geri kalanına ilham ve cesaret veren Roger Milla’nın önderliğinde dönemin Avrupa liglerinde rahatlıkla oynayabilecek yetenekte futbolculardan oluşan bir kadroya sahipti. Yine de futbol kamuoyu ve ana eğilim Kamerun’un İngiltere karşısında direnemeyeceğine inanıyordu. Arjantin galibiyetinin ardından mağlup etmeyi başardıkları ekipler kayda değer güçte takımlar değildi. İngiltere’nin Kamerun’u ezip geçeceği düşünülüyordu. Bu düşünceler İngiltere’nin ilk yarının ortalarında öne geçmesi ve ilk yarıyı bu golle üstün tamamlamasıyla iyiden iyiye pekişti.
Oysa devre arasında oyuna Milla’nın girmesiyle İngiltere için işler ters gitmeye başladı. Daha birkaç dakika olmuştu ki Kamerun bir penaltı kazanıp gole çevirdi. Birkaç dakika sonra ise öne geçtiler. Milla takımı ateşlemiş görünse de gollerin ikisini de o atmadı. Kamerun, turnuva boyunca daha önce gösteremediği bir performansı yakalayarak hayata dönmüştü. Kontrolü kaybeden İngiltere artık dümensiz bir gemi gibiydi. Ardı arkası kesilmeyen Kamerun ataklarının neticesinde bir yığın gol fırsatları da heba oluyordu. Oyunun kırılma anında gole çok yaklaşan Kamerun, bu fırsatı da heba ettiken 8 dakika sonra müesses nizam devreye girdi. İngiltere bir penaltı ile eşitliği sağladı. Uzatmalarda kazandıkları bir diğer penaltı ile de maçı kazandılar.
Maalesef futbol politik bir oyundur, özellikle de maç sömürgeci ve sömürülen arasında oynanıyorsa…. Emperyalist zincirde zayıf halkalar olsalar da ulusal karmaları açısından FIFA için çok değerli iki marka ve aynı zamanda Avrupa futbol pazarını ucuz maliyetli genç oyuncularla besleyen havuz durumunda olan Arjantin ve Brezilya’yı bir kenara bıkaracak olursak Dünya Kupaları bir açıdan Avrupalıların sömürdükleri ülkelere karşı her daim üstün geldiklerini kanıtladıkları bir müsamareye benziyor. Afrikalılar fiziksel üstünlükleriyle ve becerileriyle öne çıkabiliyorlar ancak fundamental ve mental eksikleriyle müesses nizam onlara her defasında mani oluyor. Bu da sömürgecilerin onlara dair akla izana sığmaz ırkçı yargılarını besleyen, zaman içerisinde kendilerinin de inanmaya başladığı bir biçim alıyor. Kamerun’un çıkışından bu yana Kara Kıta temsilcilerinin başarısızlıklarının temelinde yatan şey, takımlarının kazanabileceğine yeterince ikna olmamış olmalarıdır, diyebiliriz.
Futbolda kaybetme ve kazanma arasındaki farkı çoğu kez özgüven faktörü belirliyor. Yetenekli ama kazanmaya inancı zayıf olan taraf maç içeresinde üstünlüğü ele geçirsebilse, skor avantajı elde etse bile bu avantajlarını yitirdiklerinde paniğe sevk olur ve böylelikle maçı kaybettiklerinde galibiyeti hak etmediklerini düşünür. Bu psikoz, Afrikalı takımların sömürgeci ve güçlü olduğu düşünülen rakiplere karşı oynadıkları maçlarda sıklıkla tekar eden bir hal almış durumda. Benzer durumlar 1994 Dünya Kupası’nda ikinci tur maçında Nijerya’nın rakibi İtalya’ya büyük üstünlük sağlayıp ilk yarıyı 1-0 önde tamamladığı, neticesinde ise İtalya’nın uzatmalarda kazandığı maçta ve Gana karmasının 2010 yılında Uruguay’a karşı galibiyeti getirecek penaltıyı saçma bir vuruşla kaçırdığı maçta da aynısıyla yaşandı. Bu tecrübeler Fanon ve Biko’ya şüphesiz manidar görünecektir. Çünkü her ikisi de sömürülen tarafın sömürgeci taraf karşısında ezileceğine ikna olmuş sömürge kişiliği teşhis etmişlerdi. Umarız bir Afrika takımının herşeye rağmen bir Dünya Kupası zaferine ulaşabileceği gün çok uzakta değildir. Bu rüyanın gerçekleşme ihtimalinin hasıl olduğu zaman, umalım ki o takımın teknik ekibi ve oyuncuları Fanon ve Biko’nun, başarabilecekleri inancına sahip olurlar ve sömürgecilerin taktıkları psikolojik prangaları parçalayabilirler.