MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Bir efsane, ülkesi adına ve rüştünü ispat adına kazanması gereken bir turnuvadan ve belki de dünya futbol sahnesinden boynu bükük ve sönük biçimde ayrıldı. O sahneden çekilirken uzun bir süre neşesi ve heyecanıyla dünyayı peşinden sürükleyeceğe benzeyen bir çocuk koşarak sahneye girdi…”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Dünya Kupası’nın Şampiyonlar Ligi’nin gölgesinde kaldığı, eski popülerliğini yitirmiş olduğu, bu haliyle her yıl düzenlenen ve neredeyse haftanın her günü televizyondan yayınlanmakta olan ulusal yahut uluslararası kulüp turnuvalarıyla rekabet edemeyeceği yahut onlara karşı özgünlüğünü koruyamayacağı iddiaları futbol kamuoyunda çok uzun süredir tartışılan gelen konular. FİFA da bu en büyük organizasyonun ölmekte olan diğer uluslararası kıta şampiyonalarının kaderini paylaşmasına mani olmak için yollar, yöntemler araştırıyor. Kupayı farklı kıtalara taşıyarak küresel izleyici sayısını ve popülerliğini artırmaya çalışıyor, Kupa formasyonunda değişikliklere giderek hem daha fazla ulusu turnuvaya katmanın hem de turnuvayı daha rekabetçi bir hale getirmenin yollarını araştırıyor. Hakkında yürütülen tüm tartışmalara rağmen, ışıltısını büyük bir miktarda yitirmesine rağmen Dünya Kupası halen bir süper starın rüştünü ispat ettiği, etmesi gereken en önemli arena ve halen pek çok genç yıldız adayının kendini dünyaya tanıtabileceği en görkemli sahne olma özelliğini koruyor.
Nitekim Haziran ayının son günü Arjantin ve Fransa arasında oynanan 2. tur müsabakası tüm bu iddialarımızı doğrulayan bir hikâyenin hayat bulmasına vesile oldu. Hikâyenin içinde parıldayan bir yığın görkemli an, alt metin ve küçük hikâyeler sebebiyle hakkında uzun yıllar yazılacak, çizilecek ve şimdiden Dünya Kupası tarihinin unutulmaz maçları arasında yerini alacak olan bir maç oldu. Şüphesiz ki maça esas ehemmiyetini veren yanı; 10 yılı aşkın bir süredir dünya futbolunu domino eden Leo Messi’nin, kariyerini bir Dünya Kupası zaferiyle taçlandırıp, hakkındaki süre giden tartışmaları sonlandırılarak dünya futbol tarihinde hak ettiği saygın konumu pekiştirme şansını heba edip, belki de bu konudaki son şansını harcayarak, rüştünü ispatlayamamış yarım bir efsane olarak Dünya Kupası sahnesinden çekilirken, büyük ihtimalle dünya futbolunun gelecek on yılına damga vurabilecek olan, belki de Messi’yi gölgede bırakacak yeni bir süperstar adayının, Kylian Mbappe’nin görkemli bir biçimde sahne alması olarak hatırlanacak.
Kylian Mbappe çok süratli bir genç. Bu kısmı sanırım bir miktar açıklamak gerekecektir. Zira çoğu profesyonel futbolcu işin tabiatı gereği ortalama insandan daha hızlıdır. Dünya Kupası’nda oynamak için seçilmiş bir futbolcu da zaten sıklıkla ortalama bir futbolcudan daha hızlıdır. Ancak futbolda hızın farklı biçimlerde ele alındığı durumlar söz konusudur. Kimi futbolcular belli bir süre boyunca, kimileri belli bir mesafe boyunca hızlıdır, kimileri topsuz hareket koşularında kimileri ise topla birlikte hareket halinde hızlıdır, kimi dar alanda, kimi geniş alanda hızlıdır. Oyun içi taktikleri belirleyen, oyuncuların oyun karakterlerini ve oyun içindeki rollerini belirleyen şey de bu kabiliyet çeşitliliğidir. Bazı oyuncular ise bu barometrelerin dışındadır. Kylian Mbappe öyle bir oyuncu. Eşine benzerine çok az rastlanır ve diğerlerinden hemen ayrılmasına neden olan muhteşem bir sürate sahip ve bu sürati dar, geniş, toplu, topsuz tüm oyun parçaları için geçerli durumda. Dar alanda onun kadar kıvrak olmasa da fenomeno Ronaldo kadar çabuk, geniş alanda onun kadar zarif olmasa da Thierry Henry kadar hızlı bir oyuncu ve her iki efsaneden de çok daha güçlü bir fiziğe sahip.
Mbappe tüm ölçütlerin dışında bir hız ve güce sahip. Henüz 19 yaşında olan bu genç adam her biri en üst seviye kendini ispatlamış, savunma oyuncularına göre hızlı olduğu bilinen bu özellikleriyle öne çıkmış olan Arjantin savunma oyuncularını nerdeyse topu ayağına aldığı her anda hızı ve çevikliğiyle sürklase etmeyi başardı. İki gol attığı, diğer gollerin oluşumunda ve golle sonuçlanmayan birkaç önemli anın içinde bulunduğu maçta sanki kendisinden daha alt seviyede oyuncularla yahut yaşça daha küçük gençlerle oynuyormuş intibası yarattı. Sanırım az rastlanır atletlerin en bariz alâmetifarikası da budur. Yapılabilmesi imkânsıza yakın yahut çok güç işleri şaşırtıcı bir kolaylık ve doğallıkla yapabiliyor olmaları onları diğer sporculardan ayırıyor. Dünya futbolu daha önce de çok hızlı oyuncular gördü. Örneğin Owen’i gördü. Owen geniş alanda topu ayağına aldığında olacak şeyleri aşağı yukarı tahmin edebilirdiniz. Yahut Robinho ya da Walcott hepsi de çok hızlı oyunculardı ama hepsi de önceden tahmin edilebilir oyunculardı. Mbappe’yi tüm bu oyunculardan ayıran özelliği ise daha önceden öngörülebilir olmasının güçlüğü olsa gerek, nabzı düşük bir halde sadece oyunu izlemeye odaklanmış biz seyircilerin tahmin etmemiz gereken durumları o bizden daha önce tahmin ediyor ve oraya doğru hareketlenmeye başlamış oluyor. İzleyiciyi düşünmeye sevk eden, oyunu daha dikkatli takip etmelerini sağlayan özel bir gençten söz ediyoruz.
Örneğin maçın 11. dakikasında Fransa yarı sahasında aldığı sahipsiz topu bir müddet sürüp yahut ekseni etrafında dönüp dürttükten sonra bek yahut kanat oyuncularına doğru oynaması beklenirken -ki bu oyunun temel kurallarından biridir- o bir anda topla beraber 80 metre uzağında olduğu Arjantin kalesine doğru yöneldi. Kendisine dokunabilecek kadar bile yaklaşamayan 5 Arjantin oyuncusunun içinden topla beraber kaçmayı başardı. Hızının doruğuna ulaştığı noktada ise yaklaşık yirmi metrelik bir mesafeyi 2 dokunuş ve dört adımla geçti. 5 metre karşısından duran Rojo, yanından geçip giden Mbappe’ye yetişip ancak itip düşürebilmek için 15 metre geriye koşmak zorunda kaldı. Burada şaşırtıcı olan Mbappe’nin bir ceylan gibi sekerek akıp gitmesi değil Rojo’nun ona dokunabilmiş olması diyebiliriz.
Benzer bir şeyi maçın 18. dakikasında ceza sahası önünde bir serbest vuruş kazandırırken de yaptı. Fransa savunmasından ileri doğru gelişi güzel sarkıtılmış bir topun nereye düşeceğini topa yüzleri dönük bir biçimde bekleyen 3 Arjantin savunmacısından önce tahmin edip yaklaşık 20 metre uzaklarından hareketlenerek yakaladı. Fenomeno Ronaldo’ya nazire yaptığı takımın üçüncü, kendisinin ilk golünü attığı pozisyonda ise 10 oyuncunun bulunduğu ceza sahasında önüne düşen topu kontrol edip tıka basa dolu alandaki boş alanı diğer tüm oyunculardan önce fark edip diğer hepsinden hızlı biçimde topu oraya sürükleyip çok dar bir açıdan golü yaptı. Henry’ye nazire yaptığı takımın dördüncü, kendisinin ikinci golünde ise yaklaşık 30 metre gerisinde kaldığı hücumun nereye yöneleceğini önceden tahmin edip sağ dıştan koşusuna başladı, saniyeler süren koşunun yaklaşık ellinci metresinde uzak direğe doğru yaptığı tek dokunuşla golü attı.
Mbappe diğer bütün efsane sporcuların sahip olduğu ortak özelliğe sahip bir genç. Zaman ve mesafe algımız üzerinde mistik bir yeteneğe sahip. Tıpkı Jordan’ın Stop Jump Shot yapmadan önce bütün savunma oyuncularını çocuk gibi sağa sola yatırması gibi, Henry’nin sol açıktan aldığı topu bir antilop gibi seke seke taşıyıp ayak içiyle kolaylıkla uzak köşeye bırakması gibi, Maradona’nın sanki bir el freni varmışçasına bir hızlanıp bir durarak bütün savunma oyuncularını geçmesi gibi, fenomeno Ronaldo’nun hızlandığında sanki karşısındaki oyuncuların içinden geçiyormuş gibi rahatlıkla ilerlemesi yahut Messi’nin ufak dokunuşlarla üzerine ilerlediği kalabalığın içinden devrilmeden çıkması gibi yahut koşuya başlayan C. Ronaldo’nun ne yaparsanız yapın devrilmemesi gibi şiirsel bir mistik güce sahip.
Hülasa cumartesi durağan ve kavgacı geçmesi beklenen ancak sürükleyici bir biçimde geçen nihayetinde son topa kalan çılgınca neticelen bir maç oldu. Bir efsane, ülkesi adına ve rüştünü ispat adına kazanması gereken bir turnuvadan ve belki de dünya futbol sahnesinden boynu bükük ve sönük biçimde ayrıldı. O sahneden çekilirken uzun bir süre neşesi ve heyecanıyla dünyayı peşinden sürükleyeceğe benzeyen bir çocuk koşarak sahneye girdi…