İşçi-emekçi kitle örgütleri ve bu tür örgütler içinde devrimci tarzda kitle çalışması yürütülmesi sınıf mücadelesinde son derece önemli bir yere ve role sahip bulunuyor. Bu tür örgütleri yaratmak ve bu tür örgütlerde doğru bir çalışma yürütmek ise, devrimci strateji ve taktikleri yaşama geçirme görevinin esaslı bir parçasını oluşturmaktadır. Bu görevin üstesinden gelmeyi mümkün kılacak başarılı bir örgütlenme, ancak tarihsel gelenek, ilkeli tutum ve deneyim üzerinde yükselebilir. Örgütsel alanda tutulması gereken yol Marx ve Engels’ten başlayarak diğer devrimci önderlerin katkılarıyla geliştirilmiş, fakat asıl olarak da Lenin ve onun önderliğindeki Bolşevikler tarafından aydınlatılmıştır. Lenin’in ölümünden sonra Bolşevik Parti’nin ve Sovyet iktidarının niteliğini değişikliğe uğratan bürokratik karşı-devrim neticesinde yaşananlar ise tamamen ayrı bir konudur.
İşçi sınıfının devrimci misyonuna duyulan bilimsel inanç ve bu tarihsel görevin gerçekleşmesini sağlayacak devrimci önderliğin inşası, Leninist örgüt anlayışının kilit unsurlarını teşkil eder. Fakat devrimci önderliğin önemi ve gerekliliğine yapılan vurgular, Marksizmin bazı başat ilkelerini hiçbir şekilde gölgeleyemez ve değişikliğe uğratamaz. Çok açıktır ki, işçi sınıfının kurtuluşu ancak kendi eseri olabilir. Ve bu eseri bir avuç öncü değil, kendilerine sömürünün ve baskının olmadığı özgür bir dünya yaratmak için mücadeleye atılan kitleler yaratabilir. Devrimci önderlik sorununun doğru kavranışı, işte bu ilkelerle bütünüyle uyum içinde olmalıdır.
Buradan hareketle vurgulanacak olursa, devrimci önderlik havada bulut gibi sınıfın üzerinde asılı duran bir varlık değildir. Böyle bir önderlik, sınıfın öncü unsurları arasına serpilen devrimci bilinç ve örgütlenme tohumları yeşerdiği ölçüde var edilmeye başlanabilir. Önderlik kendi varlığını, sınıfın kitlesini giderek daha geniş ve anlamlı biçimde mücadeleye çekebildiği ölçüde kanıtlayıp güçlendirebilir. Bu bakımdan devrimci önderliğin inşası görevi, yaşamın canlı akışından kopuk, kuru ve donuk bir ilkeler manzumesine indirgenemez. Bu devrimci görevi gerçekten ciddiye alanlar, devrimci önderlik olgusuyla işçi kitle örgütleri arasındaki ilişkiyi de mekanik değil diyalektik tarzda yorumlayabilenlerdir.
Mücadele sürecinde her fırsatta hatırlanıp vurgulanması gereken bir nokta var. Devrimci bir önderlik gücünü, ancak ve ancak, sınıf içinde sahip olduğu örgütlülüğünden ve bu sayede kazandığı manevi ve siyasi otoriteden alabilir. Marksist yaklaşım bunu şart koşar ve böylece de önderliği idari dayatmacılığa indirgeyen anlayışlarla arasına kesin bir sınır çizgisi çeker. Fakat diğer yandan sorunun göz ardı edilmemesi gereken başka boyutları da vardır. Şöyle ki, tarihinin hiçbir döneminde işçi sınıfı kendiliğinden devrimci sonuçlara ulaşmamıştır ve ulaşması da mümkün değildir. Bu gerçeğin bir uzantısı olarak, devrimci önderlik de sınıfın içinden kendiliğinden ve kolayına fışkırmaz; doğru ve zahmetli bir çaba ve uzun soluklu bir mücadele neticesinde yaratılır.
Bu nitelikteki bir görevin üstesinden gelebilmek, tarihsel deneyim ışığında çizilen yolda planlı ve sabırlı bir tarzda ilerlemeyi gerektirir. Ancak, alınacak yolun kapsamını, hızını vb. belirleyen bazı nesnellikler de vardır. Bunlar da, kişilerin ve örgütlü çevrelerin iradesine bağlı olmaksızın eninde sonunda hükümlerini icra ederler. Sorunlara bu açıdan yaklaşıldığında, sınıf mücadelesinin hiçbir zaman doğrusal bir çizgi üzerinde gelişmediği, çeşitli iniş çıkışlar sergilediği görülecektir. Devrimci önderliğin inşa faaliyetini kolaylaştıran nesnel koşullar kadar, zorlaştıran nesnelliklerin de var olduğu aşikârdır. Önemli olan, zorluklardan ürkmeksizin yola devam kararlılığını sergileyebilmektir. Ve bu doğru tutumun somutlandığı başlıca noktalardan biri de, sınıfın örgütlenen öncü unsurlarının, tüm olumsuzluklara karşın sınıfın kitlesiyle bağlar kurmaya çalışması olacaktır.
İşçi sınıfının tarihsel gelişme süreci içinde sınıf pozisyonunda yaşanan dönüşümü yansıtan farklı momentler mevcuttur. Proletarya, kendiliğinden sınıf konumundankendisi için sınıf konumuna ilerleyişi içinde ekonomik mücadele alanından siyasal mücadele alanına dek çeşitli kapsam ve biçimlerde örgütlenmeler yaratmıştır. Sınıfın mücadele tarihi içinde biçimlenen işçi sendikaları, işçi kooperatifleri, çeşitli türden ulusal ve uluslararası işçi dayanışma veya kültür dernekleri vb. sınıfın önemli kitle örgütlerini oluştururlar. Proletaryanın devrimci mücadelesinde eşsiz bir yere sahip olan öncü parti ihtiyacı bir yana, işçilerin çeşitli mücadele alanlarında çeşitli biçim ve düzeylerde örgütlülüğünü sağlayan bu kitle örgütlerinin önemi de asla küçümsenemez ve küçümsenmemelidir.
Sınıfın öncü ve kitle örgütleri neticede farklı tip ve düzeydeki örgütlenmelerdir, ama bunlar arasında kuşkusuz diyalektik bir ilişki bulunur. Ayrıca, çeşitli işçi kitle örgütleri arasındaki farklılıkları da göz ardı etmemek önem taşır. Örneğin işçi sınıfının geleneksel ekonomik kitle örgütü olan sendikalarla, sınıfın devrimci örgütlenmesine yardımcı olmak için kurulmuş çeşitli işçi kitle örgütleri arasında pek çok açıdan önemli benzemezlikler vardır. Burada bu konu üzerinde uzun boylu durmak mümkün olmasa da, sorunun en çarpıcı boyutunu hatırlamak aydınlatıcı olacaktır.
Aslında kapitalist düzen tüm işçi örgütlerine ve bu örgütleri oluşturan unsurlara her an çeşitli düzey ve biçimlerde basınç bindirir. Bu basıncın yaratacağı yozlaştırıcı sonuçlardan korunmak ise, tamamen yüksek bir bilinç ve mücadele sorunudur. O nedenle, daha militan bir mücadele yürüten işçi kitle örgütleriyle, düzenle bütünleşmiş ve rutinleşmiş bir toplu sözleşmeciliğe dayanan işçi sendikaları arasında elbet çok derin farklıklar bulunur. Nitekim somut yaşam ve mücadele alanlarına bakıldığında, birbirine hiç de benzemeyen farklı tip ve nitelikte işçi kitle örgütleri gözlemlenebilir.
İşçi sınıfının devrimci mücadelesine güç katmak amacıyla örgütlenmiş ve tabanın bilinçlendirilmesine özen gösteren işçi kitle örgütlerinde, burjuva düzenin basıncına direnen devrimci bir yönetimi var edip sürdürmek pekâlâ mümkündür. Geleneksel işçi sendikalarında ise mevcut durum hiç de böyle değildir. Bu işçi örgütlerindeki üst yönetimlerin bürokratlaşması, burjuva düzenle bütünleşip burjuvalaşması, bazı istisnalar bir yana bırakılacak olursa, neredeyse genelleşmiş bir durum arz eder. Sorunu daha da kapsamlı biçimde ele alıp ifade edebiliriz. Düzene ya da reformizme teslim olmuş bir tepe örgütlenmesinin biçimlendirdiği örgütlerde bürokratikleşme eğilimi çok yoğundur. Bu gerçeklik pek çok işçi sendikasını da çok yakından ve derinden ilgilendirir ve militan işçiler açısından güncel ve ciddi bir mücadele konusu teşkil eder.
Hiç kuşku yok ki, sınıfın devrimci güçlerinin başarısı kapitalist toplumun yarattığı tüm bu gerçeklikleri bilerek yol alabilmeye bağlıdır. Olumsuzluklar nedeniyle yanlış uçlara savrulmak, hiçbir zaman ve hiçbir koşulda haklı görülemez. Somut bir örnekle açmak gerekirse, her şeye rağmen sınıfın kitlesel mücadelesi bakımından hâlâ gerekli olan işçi sendikalarına toptan sırt dönmenin ne denli yanlış olduğu ortadadır. Sendikaların varlığı, kapitalist düzene karşı militan bir mücadele anlayışına ve bilinçli taban örgütlenmesine dayanan devrimci işçi kitle örgütlerine duyulan ihtiyacı ortadan kaldıramaz. Öte yandan, bu tip kitle örgütleri de sendikalara alternatif olamazlar. Ne var ki, sınıfın örgütlülüğünü nicel ve nitel açıdan ilerletmek ve sendikaları hizaya getirmek bakımından bu tür örgütler son derece işlevli ve gereklidirler. Devrimci öncünün önemi de zaten bu gibi noktalarda somutlanır. Doğru bir siyasal önderlik, sınıfın çeşitli kitle örgütleri arasında mücadeleyi ilerletecek tarzda denge kurmak amacıyla hareket eder ve pratik mücadeleye bu amaca uygun biçimde yol gösterir.
Kenan Aslan
Adana İşçi Hakları Derneği