MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Daha önce çok az oyuncu, belki de bu turnuvada tribünde purosuyla Messi’nin üzerinde bir hayalet gibi gezinen vatandaşı Maradona dışında hiç kimse, futbol oyununu bir sanat dalına bu kadar yakınlaştırmamıştır.”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Penaltı vuruşları hakkında genel olarak iki şey söylenebilir. İlki; sonuç genellikle rastgele gerçekleşir. Futbolu onun gizil özü olan duygudan kopararak düşünen Amerikan tipi istatistik kafası, harıl harıl bu rastgeleliliği ölçümlemeye ve kanıtlamaya kafayı takmış durumda diyebiliriz. Buna adanmış yüzlerce bölüm var. Hızla gelişiyorlar ve çok da rağbet görüyorlar. Düşüncem şu ki, bu sıkıcı ekonomist kafası, dünya her nereye gidiyor olursa olsun; teknoloji ve bilimin çeşitli kolları her geçen gün futbol oyununu her yandan sarmalıyor olursa olsun hiçbir zaman oyunun, onu büyüleyici kılan özünü kavrayamayacaktır. Futbol her ne kadar fiziksel güç ve kondisyona dayalı bir oyun olsa da, ona yön veren şey bir maç içerisinde sürekli olarak anlık parıldayan oyuncuların yaratıcı duyguları ve hayal gücüdür. Penaltı sırasında, herkes bir tahminde bulunur. Oyuncu, kalecinin ne tarafa zıplayacağını tahmin ederek şut çeker. Kaleci, oyuncunun topu nereye yollayacağını tahmin eder. Bazen tuhaf şeyler olur. Mesela oyuncu, Panenka türevi lakayıt vuruşlar yapmaya çalışır. Panenka penaltısı; topun kaleci zıplar zıplamaz kalenin ortasına doğru aşırtmalı olarak gönderilmesidir ve biraz küstahça bir harekettir. Öte yandan, penaltı vuruşunun başarılı veya başarısız olacağını belirleyen şey, oyuncuların bireysel çabasından ziyade çoğunlukla evrenin görünmez rastlantısallığıdır.
Penaltı vuruşları hakkında söylenebilecek ikinci şey ise; insanların, penaltıyı atan futbolculara dair abartılı ve kestirme muhakemeler yapmaya yatkın olduklarıdır. Bu özellikle önemli maçlarda daha da keskinleşir; böyle bir maçta penaltı kaçıran oyuncu her kim olursa olsun kafasını süratle verilen hükümlerin giyotininden kurtaramaz. Penaltı vuruşu anı, oyunun keskin bir anıdır. Sonuç da keskindir: “ya hep ya hiç.” Neticeye bağlı verilen hükümler de öyledir. Kaçıran oyuncunun nitelikleri ve geçmişi her ne olursa olsun kahramanlaşmak ve hiçleşmek bıçak sırtı bir durum alır. Penaltıyı kaçıran oyuncu bir anda fiyasko gibi görülmeye başlar; baskı altında ezilip bükülen biri gibi görünmeye başlar. Bir futbol maçında karşılaşılabilecek, karışıklık düzeyi en düşük bireysel testte galibi mağluptan ayıran o gizemli iç yetiden yoksun biri gibi görülür.
Penaltı vuruşu hakkında söyleyebileceğimiz ilk şeyi matematik bilimine borçluyuz. İkinci şeyi ise duygubilişsel bazı durumlara, belki de sanatın yaratıcılığına borçluyuz. Bu birbirini dışlamayan ikili bir durumdur; ancak her şeye rağmen ikinci durum belirleyici ve baskın hâldedir. Şut çekmeye hazırlanan oyuncunun gözlerindeki bakış, kararını vermiş olması, olabilecek şeyleri hayal etmiş ve hatta kelimelere dökemeyecek olsa da önceden sezinlemiş olması, kalecinin olduğu yerde zıplarken çenesini sıkması, topu yakalayabileceğine dair güçlü ama dayanaksız inancı, stadyumdaki uğultu, izleyen diğer oyuncuların gergin enerjileri vs. metafizik denebilecek bir bütün oluştururlar. Bu bütünün içinde, müdahil aktörlerin sezileri, duyguları ve doğaçlama kararları hayati bir hâl alıverir.
Arjantin, Dünya Kupası D Grubu maçında İzlanda’yla 1-1 berabere durumdaydı ve maçın ikinci yarısının ortasında Lionel Messi bir penaltı kaçırdı. Hakkında dünyanın en iyi futbolcusu olup olmadığına dair bitmek bilmez tartışmaların yürütüldüğü Messi, İzlanda karşısında takımını öne geçirme ve galibiyete götürme şansına sahipti. Ancak topa kötü bir vuruş yaptı ve Messi’nin ayağından çıkan top, kalenin sol tarafına doğru cılız bir biçimde yöneldi. Zıplamak için doğru köşeyi seçen İzlanda kalecisi Hannes Halldórsson, kendisi için mükemmel hız ve yükseklikte yaklaşan bu topu yakaladı. Şüphesiz ki bu kaçan penaltı, maçı takiben milyonlarca izleyici için yukarıda bahsettiğimiz üzere affedilmez, korkunç bir hata olarak değerlendirildi. Penaltıyı atan oyuncu dünya futbolunun son on yılını domine eden Messi bile olsa bu durum değişmedi. Bir anda Messi, bir önceki akşam biri İspanya’ya karşı hat trick yapan, bu üç golden birini penaltı ve birini de frikikten kaydeden, dünyanın en iyi futbolcusu unvanı için yarıştığı tek gerçek rakibi olan Cristiano Ronaldo karşısında kesin bir biçimde yenilmiş, ezilmiş, hatta hiçleşmiş oldu.
Oysa Messi’nin kaçırdığı penaltı hakkında iki şey söylenebilir. İlki, bu hiçbir şey ifade etmiyor. İkincisi, bu her şey anlamına geliyor. Bu, Messi’nin oyuncu kişiliği hakkında hiçbir şey söylemeyen anormal bir veri, istisnai bir an ama aynı zamanda Messi’nin birey olarak kim olduğuna yönelik bir referandum ve izleyen herkesin yargıç ve savcı olduğu bir mahkeme… Messi herhalde bu yüzden beceriksiz biri olarak gösterilemez, çünkü bugüne kadar çok az kişinin başarabildiği onlarca şeyi kolaylıkla başardı ve bunu sürekli kılabildi: Barcelona ile kazandığı kupalar, gol krallıkları, yılın oyuncusu ödülleri ve milyonlarca futbol hayranının sevgisi gibi bir yığın şeyi elde etti. Yine de onu tarihsel rakibi Maradona’dan ve güncel rakibi Ronaldo’dan ayıracak olan şeyi henüz gerçekleştiremedi. Arjantin’le beraber büyük bir başarı kazanamadı. 2 yıl önce Copa America finalinde Şili karşısında başka bir penaltı daha kaçırmıştı. Bu yıl 32 yaşında olan Messi için bu Dünya Kupası kafasına dayanmış bir revolver durumunda.
Daha önce çok az oyuncu, belki de bu turnuvada tribünde purosuyla Messi’nin üzerinde bir hayalet gibi gezinen vatandaşı Maradona dışında hiç kimse, futbol oyununu bir sanat dalına bu kadar yakınlaştırmamıştır. Hiç kimse saha içerisinde başka kimseler için yapılması çok güç işleri bu kadar yaratıcı, canlı, neşeli ve kolay görünen bir şekilde yapamamıştır. Messi her ne kadar futbolu yücelten bir ikonsa da Arjantin için hiçbir şey başaramıyor. Ulusal takımındaki arkadaşları, en az Barcelona’dakilerin seviyesinde olsalar da o kadar uyumlu değiller. İşte bu kolektif unsur, Messi bile olsanız futbolun aşamayacağınız ve onu mükemmel kılan kaidelerinden biridir. Bu unsur Messi’nin güçlü bir şekilde kavramış olduğu ve oyun tarzını şekillendiren bir fenomen. Rakiplerini bizzat alt etmek isteyen Ronaldo’nun aksine, Messi kolektif oyuna yatkın ve takımın geri kalanıyla uyum içinde hareket eden, değerini böyle gösteren bir oyuncu. Bu onu diğer tüm yıldızlardan ayıran bir hususiyeti; ama bu durum aynı zamanda okyanusu aştığı ve Arjantin için oynadığında onun en büyük düşmanı oluyor. Zira Barcelona’da alıştığı oyun tarzının ve alışkanlığının dışında pas kalitesi düştüğünde, takımın hareketleri hamladığında, maçın yükünü tek başına omzunda taşıyarak Arjantin’i galibiyete taşınmak zorunda kaldığında öfkeleniyor. Baskı altına giriyor. Onun alâmetifarikası olan paylaşımcı, mütevazı oyun tarzının dışına çıkınca, onu acımazca yargılamak için bekleyen küresel medya ve futbol kamuoyunun önünde hakkında verilecek kararı bekleyen mahzun bir çocuğa dönüşüyor. Kaşlarını çatıyor. Omuzları düşüyor. Habire kâkülüyle oynuyor. 2016 yılında, Copa America finalinden sonra ulusal takımdan emekli olması gibi kaçmak istiyor.
Hülasa kaçan bir penaltıyı Messi’nin kariyerinin simgesi olarak okumak abartmak olur; ancak cumartesi günü yaşanan durum bana ve milyonlarca kişiye sanki böyle olacakmış gibi hissettirdi. Futbol paradokslarla dolu. Belki Messi de Baggio paradoksuyla lanetlenmiştir.