24 Haziran baskın seçim kararı sonrası siyasi partiler seçim bildirgelerini açıkladı. 24 Haziran 2018 tarihinde cumhuriyet döneminin en kritik seçimlerinden birine gireceğini belirten Birleşik Metal- İş taleplerini içeren bir bildiri yayınladı.
DİSK Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından yayınlanan 'manifesto' başlıklı bildirgede ,'Biz işçiler olarak, seçime girecek parti ve adaylar nezdinde, yaşanan sıkıntılarımızı ve sorunlarımızı dile getirmeyi bir gereklilik ve hak olarak görüyoruz. Bu çerçevede geçimini emek gücünü satarak sağlayan milyonların sesini duymak istemeyenlere karşın sesimizi ve taleplerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz' diyerek sendikanın talepleri yayınlandı. Birleşik Metal-iş tarafından yayınlanan 'manifesto' başlıklı bildirgede şunlar ifade edildi:
'İzin vermeyeceğiz'
Türkiye hızla gerek AKP hükümetlerinin sadakatle sürdürdüğü yeni liberal politikaların gerekse de AKP zihniyetinin kayırmacı, kollamacı, liyakata değer vermeyen zihniyetinin bir ürünü olarak hızla bir krize doğru sürüklenmektedir.Yüksek büyüme söylemine karşın, zaten uzun süredir, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, en fazla oranda bireysel borçlara yansıyan yüksek faiz nedeniyle emekçilerin yaşam koşullarında bir iyileşme söz konusu değildir.
Verili koşullarda Türkiye’de hemen hemen her kurum açık vermektedir. Haneler, şirketler, kamu, işçiler her kes açık vermektedir. Borçlar artmaktadır. Böylelikle yabancı kaynağa bağımlı, bu bağımlılığı sürdürdükçe de giderek daha kırılgan bir yapıya bürünen bir durumla karşı karşıya kalmaktayız.
Bu krizin faturasını emekçilerin kıdem tazminatı hakkına göz koyarak, esneklik uygulamalarını tek çıkar yol olarak dayatarak, işçilerin örgütlü iradesini grev yasakları ve işçileri zapturapt altına alan sendikal düzenle aşmaya heves edenlere ve hatta ücretleri düşürme arayışını gündeme getirenlere izin vermeyeceğiz.
Servet sahipleri döviz spekülasyonları ile zenginliklerine zenginlik katmaktadır
Türkiye’de Ağustos 1989’da 32 sayılı sayılı kararla sermaye hareketlerini serbest bırakarak başlatılan ultra liberalleşme süreci Erdoğan rejimi ile şahikasına ulaşmıştır. Borçlanarak büyüme hevesinin sonucu olarak dış borçlar, rezerv pozisyonu, uluslararası yatırım pozisyonu ve cari denge endişe verecek ölçüde bozulmuştur.
Tüm dünyada olduğu gibi yeni liberal politikalarının sonucunda emek kesimleri ile sermaye kesimleri arasında çok ciddi bir gelir ve servet dağılım uçurumu oluşmuştur.
İçinden geçtiğimiz bu ekonomik çalkantı toplumda dövize yönelişi körüklemekte bunun en büyük mağduru sade vatandaş olmaktadır. Servet sahipleri döviz spekülasyonları ile servetlerine servet eklemektedir.
Yine bu ortamda Merkez Bankası, ihracat reeskont kredisi için döviz kurunu 31 Temmuz’a kadar 4.20 TL’ye sabitlemiştir. Dövizin yukarı doğru hareketlendiği bu ortamda döviz kurunu sabitlemek, döviz borcunu sabit kur üzerinden ödeyecek ihracatçılara bütçeden büyük bir rant aktarmak anlamına gelmektedir. Çünkü Merkez Bankası’nın karşılaştığı kârlar ve zararlar sonunda Hazine’ye intikal etmektedir. Hazine’ye intikal etmesi demek de kamu bütçesinden, hepimizin cebinden sermayenin bir kesimine kaynak aktarılması anlamına gelmektedir.
Ekonomik alanda sermaye lehine atılan adımlar elbette tüm diğer alanlarda da emek ve insan karşıtı süreçlerin önünü açmaktadır. Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, sosyal hizmet, hukuk, siyaset, sanat, spor alanlarında emekçi sınıfların ve dezavantajlı kesimlerin aleyhine, tamamen sermayenin yararına uygulamalar açılan yaraları gün geçtikçe derinleştirmektedir.
Bu süreçte Türkiye 24 Haziran 2018 tarihinde cumhuriyet döneminin en kritik seçimlerinden birine girecektir. Biz işçiler olarak, seçime girecek parti ve adaylar nezdinde, yaşanan sıkıntılarımızı ve sorunlarımızı dile getirmeyi bir gereklilik ve hak olarak görüyoruz. Bu çerçevede geçimini emek gücünü satarak sağlayan milyonların sesini duymak istemeyenlere karşın sesimizi ve taleplerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
Birleşik Metal İş'in talepleri şu şekilde
23 Mayıs Çarşamba günü döviz kurunun fırlaması ve ardından gelen Para Piyasaları Kurulu’nun faizi artışı kararı arasındaki süreçte büyük vurgun yapanlar kamuoyuna açıklanmalıdır.
Krizin maliyetinin kamuya yıkılmasının önüne geçilmelidir.
Kamu kaynaklarının, şirketlerin borçlarının üstlenmesinin önüne geçilmelidir.
Ekonomik çalkantının maliyeti ve şirketlerin risklerinin toplumsallaştırılması uygulamasına son verilmelidir.
Karlar sermayeye zararlar kamuya” zihniyetinin bu süreçte bir kez daha hortlamasına izin verilmemelidir, krizin faturası emekçilerin sırtına yüklenmemelidir
Nasıl sermaye için kredi garanti fonu gibi programlar söz konusuysa kriz sürecinde ihtiyaç kredilerini ve kredi kartı borçlarını ödemekte güçlük çeken halka da borçların yeniden takvimlendirilmesi borç yüklerinin azaltılması sağlanmalıdır.
Sadece kredisini ödediği konuta sahip olanların borç yükünde belli bir limite kadar kolaylık sağlanmalıdır.
Şirketlerin iflası halinde, üretim ve istihdamın devam etmesinin koşulları aranmalı ve farklı kolektif mülkiyet biçimleri altında emekçilerin yönetim ve denetimde etkin kılınması sağlanmalıdır. Bunun koşulları olmadığı durumlarda işçilere hem istihdam olanakları konusunda hem de mali hakları konusunda öncelik verilmelidir.
İşçinin haklarından feragat etmesi temelinde şekillenen zorunlu arabuluculuk uygulaması derhal son bulmalıdır.
Emeklilik yaşı kademeli olarak düşürülmeli ve emekli maaşları insanca yaşanabilir bir düzeye yükseltilmelidir. Emekçilere zorla dayatılan ve özel sigorta şirketlerine kaynak aktarmaya yarayan zorunlu emeklilik uygulamasına derhal son verilmelidir.
Asgari ücret vergi dışı bırakılmalıdır.
Kriz karşısında liberal reçetenin öne sürdürdüğü gibi kamuyu küçültme yoluna gidilmemeli. Ancak vergi gelirlerinde son tahlilde emekçinin ödediği dolaylı vergiler yerine, kar, rant ve servetten alınan dolaysız vergilere ağırlık verilmelidir. Ayrıca vergi dilimleri yeniden düzenlenmeli vergide “çok kazanandan çok, az kazanandan az” ilkesi hayata geçirilmelidir.
İş güvencesinin kapsamı genişletilmeli, esnek ve güvencesiz çalışmayı kolaylaştıran taşeron çalıştırma, kiralık işçilik ve sözleşmeli personel düzenlemeleri uygulamalara son verilmelidir. Özel istihdam büroları kapatılmalıdır.
Başta grev hakkı olmak üzere sendikal haklar önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
Grev yasakları kalkmalı, bu çerçevede bakanlar kurulunun grev erteleme yetkisine son verilmelidir. Sendikanın bir işyerinde toplu sözleşme yapabilmesi için işçinin irade beyanı yeterli olmalıdır. Sendikalar arası uyuşmazlık durumunda yetki meselesi referandumla çözülmelidir. İşyeri ve işkolu barajı gibi işçi ile işveren arasındaki ilişkilere devletin doğrudan müdahalesine olanak tanıyan düzenlemeler kaldırılmalıdır.
Sendikaların toplu sözleşme yapılabilmesi için öngörülen yasal prosedür sadeleştirilmeli, hak düşürücü süreler kaldırılmalıdır.
Özelleştirme uygulamalarına son verilmeli, geçmişte özelleştirilmiş kurumların kamuya kazandırmanın yolları aranmalıdır
Eğitim ve sağlık hizmetlerinin herkes için ücretsiz, nitelikli ve erişebilir biçimde kamusal bir hizmet haline getirilmelidir.
Gelir adaletsizliğini derinleştiren mevcut bütçe uygulamalarına son verip, halkın bütçe tercihlerinde söz sahibi olduğu katılımcı bir bütçe anlayışı benimsenmelidir.
Bir gün bile çalışsa işçi kıdem tazminatı hakkına sahip olmalı ve hangi sebeple olursa olsun işveren tarafından çıkarılan her işçi kıdem tazminatı alabilmelidir. Ödeme güçlüğü çeken işverenlerin ödemeleri gereken tazminatlar ücret garanti fonundan karşılanmalıdır. Ayrıca kıdem tazminatına uygulanan tavan uygulamasına son verilmelidir.
İşsizlik bu ülkenin en önemli sorunlarından biridir. İşsizlikle mücadele için herkese insan onuruna yaraşır ve eğitimine uygun iş olanakları yaratılmalı, eğitim ve sağlık başta olmak kamu istihdamının ve kamu yatırımlarının payı artırılmalı, geçici ve güvencesiz işlere dayalı esnek çalışma biçimlerinden vaz geçilmelidir. Çalışma süreleri azaltılmalı, yıllık ücretli izin hakkı Avrupa Sosyal Şartında olduğu gibi en az 1 ay olarak belirlenmelidir. İşsizlik fonunun amacı dışında kullanılması kesin olarak engellenmeli, yararlanma şartları iyileştirilmelidir.
Haftalık resmi çalışma süresi 35 saate düşürülmeli, fazla mesai uygulaması yasal yaptırımlarla sınırlandırılmalıdır.
Ülkemizde her gün 5-6 işçinin iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği gerçeği çerçevesinde, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda etkin önlemler alınmalı, denetimler artırılmalı, yaptırımlar ve cezalar caydırıcı hale getirilmeli, meslek hastalıklarının önlenmesi için tespit eden ve tedbir alan bir sistem oluşturulmalıdır. Yasalarda işverenlerin yükümlülüklerini ve sorumluluklarını azaltacak düzenlemelerden vaz geçilmeli, işçi odaklı bir işçi sağlığı ve iş güvenliği politikası hayata geçirilmelidir.
Hem toplumda hem de çalışma hayatında kadın güçlendirilmelidir. Kadınların gündelik hayata ve istihdama katılımı teşvik edilmelidir. Çalışma hayatında kadına yönelik ayrımcılığa karşı somut adımlar atılmalıdır. Toplumun genelinde olduğu gibi işyerlerinde de kadına yönelik şiddet ve taciz engellenmelidir.
Kadının istihdama katılımında en büyük engellerden olan çocuk bakımı kamusal bir hizmet olarak sunulmalıdır. Bir sosyal hak olarak işyerlerinde nitelikli bakım hizmetleri sunan kreşlerin açılması yaygınlaştırılmalı, küçük işyerleri için ortak kreşler açılmalıdır.
Stajyerlikte geçen süreler sigortalılığa doğrudan yansıtılmalıdır.
Gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biri de ne yazık ki Türkiye’dir. Gelir dağılımının daha dengeli hale gelmesi için sosyal devlet ilkesi etkili bir şekilde hayata geçirilmeli. Asgari ücret, işçinin ailesi ile birlikte insanca yaşayabileceği bir ücret düzeyine yükseltilmelidir.
Demokratik bir anayasa bu ülkenin 1980 askeri darbesinden bu yana en büyük özlemidir. Tüm hak ve özgürlüklerin tanındığı, yasama yürütme ve yargının eşit ve dengeli bir biçimde yapılandırıldığı, yargının bağımsızlığının güvence altına alındığı laik, demokratik ve sosyal bir anayasa hayata geçirilmelidir.
(Cumhuriyet)