KORKUT AKIN yazdı: “Selçuk Demirel ile Orhan Pamuk, biri ressam, diğeri yazar iki ünlü sanatçı. Bir sohbetleri sırasında, ‘Kara Kitap’ için resimleme düşüncesi geliştiriyorlar. Kitapta öyküsünü okuyacaksınız, ama geçen zamanla birlikte çizimler ‘Kara Kitap’ı aşıyor ve sözcük, daha doğrusu ‘surat okumaya’ dönüşüyor.”
KORKUT AKIN
“Kelimelerin ve resimlerin ruhunun aynı olduğuna inanan ve yazdıkları ve çizdikleri birbirine kardeş olan biri yazar diğeri ressam iki kişinin kaleminden, fırçasından çıktı her şey.”
Gündelik gazeteler ve televizyonların “tekel” haline gelmesiyle birlikte internete getirilen denetim adı altındaki sansürle, haberleri ancak göz kaş hareketleriyle mimiklerden alabileceğiz, doğru düzgün. Gazetelerin aynı manşetle çıkmaları -ki, hatırlayacaksınız Kabataş olayları nedeniyle, hem de asılsız- biliniyordu. Demirören Grubu Doğan Grubu’nun tüm medyasını satın alınca -çok bir şey değişmedi sanki- Doğan Grubu da pek matah değildi, işten çıkardığı gazetecileri anımsayacaksınız- tek elden çıkmaya başladı tüm haberler.
Demek ki, gelişmeliyiz…
Sunucunun başını yana yatırıp söylediği cümlenin anlamını fark etmeliyiz. Gazetedeki haberin sözcüklerinin altında ne gibi anlamlılıklar yatıyor hissetmeliyiz. Tam da burada, İlhan Selçuk geldi aklıma, 12 Mart sürecinde Ziverbey Köşkünde işkence altında olduğunu ifadesine gizlemiş, kayıt altına almıştı kendince. Bir gün, Nazlı Ilıcak, onun ifadelerini yayımlayınca köşesinde… gazetecilerin deyimiyle İlhan Abi, fırsatı kaçırmamış ve akrostiş şeklinde dizilen “işkence altındayım” cümlesini açıklamıştı. Tabii, herkes donup kaldı. İşkenceciler suspus!
12 Eylül’de yaşananlar ise İlhan Selçuk’un anlattıklarını kat be kat geçti. Sözlü tarih çalışmalarında, yayımlanan anılarda okuyoruz, insanlık onurunu yok etmeye yönelik o işkenceleri.
27 Mayıs darbesi öncesi, yazılarında karnıyarık tarifi veren yazarlar her ne kadar unutulduysa da, olaylar aklımızda… Baskı ve sansür uygulayanlar gelişiyor da, karşı mücadele edenler duruyor mu? Onlar da mücadele yöntemlerini geliştiriyorlar.
…anladın sen onu!
Selçuk Demirel ile Orhan Pamuk, biri ressam, diğeri yazar iki ünlü sanatçı. Bir sohbetleri sırasında, “Kara Kitap” için resimleme düşüncesi geliştiriyorlar. Pamuk’un imgelediği Demirel’e nasıl geçiyor acaba? Kitapta öyküsünü okuyacaksınız, ama geçen zamanla birlikte çizimler “Kara Kitap”ı aşıyor ve sözcük, daha doğrusu ‘surat okumaya’ dönüşüyor. Bu da bize bir yol açıyor, bir şeyler süzebileceğimiz…
“Bütün şifrelerin, bütün formüllerin başlangıç noktası, her yolcunun kendi yüzünde okuyacağı harflerdi. Yola çıkmak isteyen, yeni âlemi kurmak isteyen herkes, yüzündeki harfleri görmeliydi önce” diyor Orhan Pamuk. Selçuk Demirel de o yüzlerdeki harfleri çizerek somutluyor. Okura kalan, -burada izleyene de kuşkusuz- o çizgileri yaşama, gündeme uyarlamak. Muhakkak ki, birkaç hata, eksik, yanlış olacaktır ilk başta… Ama zamanla (kitabı okumayı tamamlamadan hatta) herkes yüzlerdeki izlenimleri doğru ve gerçekçi okumaya başlayacaktır.
Kelimelerin ve resimlerin ruhu…
Birlikte çıktıkları yolda, Orhan Pamuk, görmüş ki Selçuk Demirel gerçekten sıkı ve hızlı çalışıyor, almış başını gitmiş… Şöyle diyor: “Kitap birlikte yapıp geliştirdiğimiz bir şeyden çok yavaş yavaş Selçuk’un kitabı oluyordu. Öyleyse bana da bu kitabın üzerine adımı koymak değil, ona bir önsöz yazmak düşer diye düşünmeye başladım.”
İnanıyorum ki, her iki usta da, kitabın yayınlanışından bu güne geçen şu kısa sürede, bunca anlam yükleneceğini akıllarına bile getirmemişlerdir. Gerek Demirel’e gerekse Pamuk’a ‘hodri meydan!’… Bir de, şu seçim sürecinde, siyasilerin ve adayların suratlarından okunacaklar var, öyle değil mi? Şu an sanki onlar da gülüyor kıs kıs, haklılığımı kabul ettiklerinin göstergesi. Kitaptan öğrendim, valla J
Sen Surat Okumayı Bilir Misin? Selçuk Demirel, Kara Kitap üzerine resimler, Yapı Kredi Yayınları, Haziran 2017, 129 s.