Tarihsel olaylar ve olgular genelde iki felsefi bakış ile açıklanırlar: İdealizm ve Materyalizm. İlk bakışa göre iktisadi ve politik krizler “kötü niyetli ya da beceriksiz, irrasyonel yöneticilerin eylemleriyle ya da politikaları nedeniyle ortaya çıkarlar. Bu felsefi bakış açısından 2008 yılında patlak veren kapitalist krizin nedeni, o dönemdeki Fed başkanının ve burjuva iktisatçılarının öngörüsüzlüğü, politikacıların zamanında önlem almaması, büyük yatırım bankaları ve yatırım fonlarının aç gözlülüğüdür.
Kuşkusuz tarihsel olaylarda bireysel tutum ve davranışların, ekonomi politikalarının ve ideolojilerin hatta bazen de tesadüflerin ihmal edilemez rolü vardır. Ama bunlar gerçeğin tamamını açıklayamazlar.
Kurucuları Marx ve Engels olan “Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Felsefe” ise, olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar ve genel olarak toplum ve yaşama ilişkin, daha zengin, daha kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar. Toplumsal gelişimin doğru anlaşılmasını önleyen karartmaları ya da perdelemeleri de ortadan kaldırır ve olayları netleştirir. Buna göre son tahlilde insanın bilinç, düşünce, davranış ve tutumu ve alışkanlıklarını belirleyen şey maddi üretim tarzıdır, yaşam koşullarıdır. Bu bakış altında doğadaki ya da toplumdaki olaylar derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır.
Kısaca sadece ‘Tarihsel Maddeci Felsefe’yi esas alan Marksizm, toplumun üretici güçlerini geliştirme konusundaki tarihsel rolünü tamamlamış, tüketmiş ve artık gelişmenin önünde engel oluşturan bir niteliğe bürünmüş olan kapitalizmin çöküş ve depresyonla sonuçlanan çelişkilerini bilimsel olarak açıklayabilmiştir.
Bu bağlamda, Marx’a göre, “kâr oranlarının düşme eğilimi yasası”, her bakımdan ekonomi politiğin en önemli yasasıdır, zira kapitalizmin en karmaşık ilişkilerinin anlaşılabilmesini kolaylaştırır.
Bu yasa bilinmediği ve çözümlemede esas alınmadığı sürece kapitalist krizlerin tam olarak anlaşılabilmesi mümkün değildir. Bu bakış altında son kapitalist krizi çözümlemeye çalıştığımızda krizin asıl nedeninin “insan davranışları” ya da “yanlış ekonomi politikaları” ya da son dönemde bazı post Keynesyen ve post Marksist iktisatçıların ileri sürdüğü gibi gelir ve bölüşüm eşitsizliği olmadığını[1], asıl nedenin kapitalist aşırı birikim ve azalmakta olan kâr oranlarının yol açtığı sistemik bir sorun olduğunu görebiliriz.
2007- 2008’de finansal sistemin çöküşü ile tetiklenen ve günümüzde bir “Büyük Resesyona” dönüşen kapitalist krizin Marksist Teori açısından açıklaması şöyle yapılabilir.
Kapitalist sistemde üretim, insan ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade, kâr için yapılmaktadır. Bu nedenle, eğer kârlı değilse insanların ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli üretim yapılmazken (kanser, AIDS araştırmaları, sanatsal faaliyetler vb.). İnsanların gerçekte ihtiyacı olmayan, ancak kârlı olan pek çok şey üretilir (silah, mücevher gibi). Üretimin çok büyük kısmını kontrol eden dev çok uluslu tekellerin kâr için aralarındaki sert rekabete girişmeleri ise bu şirketleri plansız bir biçimde aşırı kapasite yatırımları yapmaya yöneltir (üretim anarşisi).
Yani, kapitalistlerin, kalite ve fiyat riskleri nedenleriyle hiçbir zaman teknolojik olarak sanayi normlarının gerisinde kalmak istememeleri, kapitalist işletmelerde düzenli olarak, emek tasarrufu sağlayan makineler ve en yeni teknolojilerin istihdamına, dolayısıyla da aşırı kapasite yatırımlarına yönelmeye yol açar. Bu gelişme, işletmelerin kullandıkları işgücüne göre sabit sermaye oranının (sermayenin organik bileşiminin / otomasyonun) artmasına ve beraberinde de uzun dönemde kâr oranlarının azalmasına neden olur. İşçi başına daha fazla sermaye kullanılması anlamına gelen bu durum, sermayenin yoğunlaşıp merkezileşmesiyle gerçekleşirken, sermaye yoğun teknolojik gelişmeler ve kapitalistler arasındaki rekabetle bu eğilim daha da tetiklenir.
Sermayenin organik bileşimindeki artış ise, uzun dönemde kâr oranlarının düşme eğilimine girmesine neden olur[2]. Sermayenin organik bileşimi artarken, sömürü oranı artırılamıyorsa kaçınılmaz olarak kapitalistin kâr oranı azalacaktır. Bu düşüşün önüne geçebilmek için artı-değerin artırılması gereklidir.
Kârın tek kaynağının artı-değer yaratan emek olması, buna karşılık otomasyon biçiminde sermaye artışının üretimde kullanılan işçi sayısını azaltması emek üzerinden yaratılan artı-değerin ya da kâr fırsatının azalması demektir. Kârlılığı azalan kapitalist diğer kapitalistlerden gelen rekabet karşısında işçisini daha verimli çalıştıracak ve emek gücü maliyetlerini düşürecek yeni teknolojilere yönelmek zorunda kalır. Bu ise üretim kapasitesinin, tüketici piyasalarının fiilen emebileceğinin çok üstüne çıkmasına yol açar (atıl kapasite)[3]. Diğer yandan maliyetleri düşürmek için, bir yandan işçi çıkartılırken, diğer yandan ücretler baskılanır. Bu da bir kısır döngü yaratır: İşsiz kalan ve/veya ücretleri baskılanan işçiler piyasaya çıkan malları yeterince satın alamaz. Kâr ise sadece satışla realize edilebildiğinden, satışlar düştüğünde kriz patlak verir.
Sonuçta, kâr için üretim yapan kapitalist işletmeler kâr oranları giderek azaldığında giderek daha az reel yatırım yaparlar. 1929 ve 2008 krizleri sırasında olduğu gibi çok düşük fiili kapasite kullanım oranlarıyla üretim yapmak durumunda kalırlar. Bu durum, vardiyaların iptal edilmesine, fabrikaların kapanmasına, ürün genişletme planlarının ertelenmesine ve yeni yatırımların iptal edilmesine, kitlesel işçi çıkarımlarına neden olur.
Bugüne değin Marksist “azalan kâr oranları eğilimi yasasının” geçerliliğini ortaya koyan çok sayıda araştırma yapılmıştır (örneğin, Kliman (2009)[4], Dumenil ve Levy (2005)[5]. Günümüzde, 20yyın başına göre kapitalizmin küreselleşmesinin çok daha büyük boyutlarda ve bu hız kesmeden sürüyor olması artık tek bir ülke çapında değil, küresel çapta kâr oranlarından söz etmek ve onu küresel kapitalizmin hastalıklı durumunun bir göstergesi olarak ölçmeye başlamanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Küresel kâr oranlarının gelişimi sırasıyla, Migi Li et al (2007)[6], Maito[7] ve Roberts[8] tarafından ölçüldü. Bu yazarlar, 1870’ten bu yana, tüm sabit ve değişken sermayeyi ve küresel sermayenin elde ettiği artı değeri içeren kâr oranlarının eğilimi dikkate alındığında, 19yyın sonu ile 20yyın başlarında kâr oranlarının düşme eğiliminde olduğu, 20yy ortaları ile sonları arasında kâr oranlarının tekrar düşme eğilimine girdiği ve 1980’lerin ortalarından itibaren yükselerek 1997 yılında zirve yaptığını ortaya koydular.
Roberts’in çalışmasından elde ettiği bulgulara göre, 1963 yılında küresel kâr oranları düşmeye başladı ve 50 yıldır o yılki düzeye erişemedi. En düşük noktası 1975’te ve zirve 1990’ların ortalarında oldu. 1990’ların ortalarından bu yana oranlar statik ya da az da olsa düşme eğilimine girdi ve şu ana kadar 1990’lardaki düzeye yeniden çıkamadı. G7 dışı ekonomiler kâr oranlarının sabit kalmasında önemli rol oynadılar. Diğer yandan G 7 ülkeleri 1980’lerden, özellikle de 1990’lardan bu yana kârlılık krizi yaşıyorlar[9].
Her üç araştırmacının çalışmalarından 1980’lerin ortalarından 1990’ların sonlarına kadar ki süreçte küresel kâr oranlarında bir istikrar görüldüğü, hatta neo liberal dönem olan bu dönemde bir yükselme olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu dönem sendikaların tahrip edildiği, refah devletinin küçültüldüğü, kurumlar vergisi oranlarının düşürüldüğü, özelleştirme, küreselleştirme, hi-tech buluşların zirve yaptığı ve SSCB’nin yıkıldığı bir dönemi temsil ediyor. Kâr oranları (Çin haricinde) bu dönemde 1997 yılında en tepeye çıkmıştır.
Bir başka anlatımla, 1970’li yılların başından bu yana üretim anarşisi ve yıkıcı rekabetten kaynaklanan aşırı birikim sorunu ve kâr oranlarının azalma eğilimine girmesi nedeniyle uzun süreli bir durgunluğa itilen ABD kapitalizmi, Vietnam Savaşı gibi bölgesel savaşlar aracılığıyla bu durgunluktan çıkamadı ve bir çözüm olarak küreselleşme ve finansallaşmanın hızlandırılmasına yöneldi. Bu dönemde, aslında 1930’lardan beri olgunlaştırılan neo liberal burjuva ideolojisi ve ekonomi politikaları devreye sokularak, durgunluk ortadan kaldırılmaya ve sermaye birikiminin tatmin edici bir hızda büyümesi sağlanmaya çalışıldı.
Dumenil ve Levy’e göre, mevcut dünya ekonomisini niteleyen en az üç birlikte süreç mevcuttur: Neo-liberalizm, küreselleşme ve finansallaşma. Ancak, bunların içinde başat olan finans olup, neo-liberalizm ve küreselleşme finansın bir ifadesidir. “Büyük Depresyon” boyunca finansın çöküşünün ve refah devletinin yükseliş dönemlerinin ardından, 1970’lerden itibaren finansal egemenliğin yeniden kurulmasıyla da, bugüne kadar yaşanmış olan çok sayıda finansal istikrarsızlığın önü açılmıştır[10].
Yani, sanayideki uzun dönemli aşırı sermaye birikimi krizi ve aşırı üretim ve uzun süreli durgunluk, üçüncü bir yol olarak, 1990’lı yıllardan itibaren finansallaşmanın hızlandırılmasıyla da aşılmaya çalışılmış, 1960’lı yıllardan beri bir türlü toparlanamayan kâr oranlarının bu düşüşünü önleyebilmek ve aşırı üretimle piyasaya sunulan ürünleri sattırabilmek için çeşitli finansal araçlar devreye sokulmuştur.
Bunlar, bankalar, sigorta şirketleri, hedge fonlar aracılığıyla ticareti yapılan, CDO’lar, CDS’ ler ve diğer türev araçlar gibi pek çoğu 1990’ların ortalarından itibaren çok büyük boyutlara ulaşan finans kapital araçlarıydı ve asıl olarak da ücretlerindeki azalma nedeniyle satın alma gücü düşen düşük gelirlileri bireysel kredilerle borçlandırarak ürünlerin satılmasını amaçlıyordu. Bu amaçla finansallaşan kapitalizm borsa, internet ve konut sektörlerindeki spekülatif köpükler ya da balonlar ile yürüdü. Spekülatif canlılık altında alt- orta sınıfa sunulan ucuz faizli krediler otomobile ve konutlara olan talebi artırdı. Sanayi sermayesi de bu yolla hem mallarını sattı ve artı-değeri realize etti, hem de bankacılık sistemi aracılığıyla tüketici kredisi olarak kullandırttığı kredilerden çok yüksek faiz gelirleri elde etti.
Ancak durgunluğa karşı bir çözüm olarak getirilen finansallaşma durgunluğu ortadan kaldıramadığı gibi, 2008 krizinin tetikleyicisi oldu. İpotekli konut sektörü ile başlayan ve yüzeyde kendisini “borç-menkul kıymetlendirme krizi” olarak gösteren ve “Büyük Resesyon” olarak da adlandırılan kriz küresel bir kapitalist krize dönüştü.
Nitekim ABD’de 2000 yılı sonrası geçen yedi yılda, iki ana finansal balonun (önce 2000 menkul kıymetler borsası, ardından ipotekli konut kredisi piyasası) patlaması, 2008 krizinin, kapitalizmin tarihinde daha önce görülmüş kredi kuruması biçiminde ortaya çıkan krizlerden daha farklı özelliklere sahip bir kriz olduğunun işaretlerini vermekte ve bu anlamda da krizin analizinde bu döneme özgü, artan finansallaşmanın bir biçimi olan menkul kıymetleştirme ve türev araçlara dikkatleri çekmektedir.Çünkü giderek finansallaşan kapitalist bir rejimde, ekonomi esas olarak varlık balonlarıyla ayakta durabilmektedir[11]. Kapitalizmin küresel olarak finansallaşmasının gelişimindeki liderlik rolü; hem böyle balonlar yaratma gücü, hem de 1980’lerden itibaren dünya efektif talebi için katalizör konumuna gelmesi ve ABD dolarının rezerv para olması nedeniyle, ABD’ye aitti. Ancak böyle bir finansallaşmış büyüme tarzı, sürdürülebilir nitelikte hızlı bir ekonomik büyüme yaratamazdı ve finansallaşma periyodik olarak patlayan, durgunluğu da giderek su yüzüne çıkartan daha büyük balonlara neden olmuştur.
2000 yılındaki büyük çaplı borsa düşüşü (ilk balonun patlaması) ciddi bir resesyonun habercisiydi. Nitekim Mart 2001’de ABD ekonomisinin durgunluğa girmeye başlaması ve 11 Eylül saldırılarının tüketici ve yatırımcının ekonomiye olan güvenini sarsması, finansal bir çöküşle birlikte büyük çaplı bir ekonomik çalkantı yaşanabileceği endişesiyle ikinci bir balonunun şişirilme ihtiyacını ortaya çıkardı. Yani, borsa balonundaki patlama, gayrimenkul piyasasındaki yeni spekülatif balonla telafi edilirken, 2001’de sadece küçük çaplı bir resesyonla durum kurtarılarak kriz ötelendi.
Finansallaşma özel sektör-hane halkları ve kamu sektörünün borçlarını büyük çapta artırmış, artan borç stokları ise bir yandan ekonomiyi canlı tutarken, diğer yandan da finansal istikrarsızlığın açmıştır. Yani borçla finansmana olan aşırı bağımlılık ekonomiyi, finansal balonlardan gelecek olan olumsuz etkilere daha da açık bir hale getirmektedir. Böylece Avrupa korkulduğu gibi, deflasyonist bir süreçte, finansallaşma ekonomiyi borç deflasyonuna ve uzun yıllar sürebilecek olan resesyona sürükleyebilecektir[12].
[1] Örneğin Robert Reich (After Shock), Costas Lapavitsas (Profiting without Producing), Richard Wolff, Engelbert Stockhammer (Rising İnequality as a cause of the Present Crisis).
[2] Marx, sermayeyi değişken sermaye (emek gücü: v ) ve sabit sermaye (fiziki yatırım malları: c ) olarak ayırır. Kârın (s) kaynağı ise sadece artık-değerdir. İşçinin ücreti anlamına da gelen (v) emek gücünün kendisini yeniden üretmesi için gerekli olan asgari geçimlik düzeyince belirlenirken, artı-değerin (s) tek kaynağı emektir. Artı-değer, işçi başına üretilen değer/hâsıla ile geçimlik-asgari ücret arasındaki fark olarak hesaplanır ve kârın da tek kaynağıdır. Marx buradan yola çıkarak sömürü oranını artı değerin ücret içindeki payı olarak hesaplar (s/v) (Marx, 1867) . Böylece, özel yatırımların belirleyicisi ve kapitalist ekonominin barometresi durumundaki kar oranı şöyle formüle edilir: r = (s / v) / 1 + (c / v).
[3] Patrick Bond, “What is crisis of overproduction”, www.marxmail.org, 10 July 2009.
[4] Andrew Kliman, “The Persistent Fall in Profitability Underlying the Current Crisis: New Temporalist Evidence”, 1st (incomplete) draft, 14 October 2009.
[5] Gerald Dumenil ve Dominique Levy, Costs and Benefits of Neoliberalism: A Class Analysis, Gerald A. Epstein, 2005,edt, Financialization and the World Economy,Edward Elgar s.17-45.
[6] Ming Li, Feng Xiao and Andong Zhu, “Long Waves, Instıtutıonal Changes,and Hıstorical Trends: A Study of the Long Term Movement of the Proit Rate in the Capitalist World Economy”, Journal of World Systems Research, Vol.XIII, Nr.1, s. 33-54.
[7] Esteban Ezequiel Maito, The Historical Transience of Capital, The Downward Trend in the Rate of Profit since XIX. Century.
[8] M. Roberts, A world rate of profit revisited with Maito and Piketty, A Paper presented to the Association of Heterodox Economists, http://thenextrecession.wordpress.com, 23 April 2014.
[9] Roberts, agm.
[10] Dumenil ve Levy, agm,s. 18.
[11] Riccardo Bellofiore and Joseph Halevi, A Minsky Moment? The Supreme Crisis and the New capitalism, International Economic Policy Institute (IEPI) Working Paper, 2009-04.
[12] Thomas I. Palley, “Financialization : What It Is and Why It Matters”, Political Economy Research Institute Working Paper Series, No. 153, (November 2007), s. 8-11.
KAYNAKÇA
Beams, Nick, “A deepening global economic and financial breakdown”, http://www.wsws.org, 2 July 2014.
Betam, Ekonomik Görünüm ve Tahminler, 11 Temmuz 2014, http://betam.bahcesehir.edu.tr.
Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014.
Bellofiore, Riccardo and Halevi, Joseph, A Minsky Moment? The Supreme Crisis and the New capitalism, International Economic Policy Institute (IEPI) Working Paper, 2009-04.
Bond, Patrick, “What is crisis of overproduction”, www.marxmail.org, 10 July 2009.
Chang, Ha-Joon, “Another financial crisis looms if rich countries can’t kick their addiction to cash injection”, The Guardian, 30 August 2013.
Credit Swiss Research Institute, Global Wealth Report 2013, October 2013.
Damon, Andre, “US economic output tumbled by 2,9 percent in the first quarter”, http://www.wsws.org, 26 June 2014.
Dumenil, Gerald and Levy, Dominique, Costs and Benefits of Neoliberalism: A Class Analysis, Gerald A. Epstein, 2005,edt, Financialization and the World Economy,Edward Elgar.
Durmuş, Mustafa (a), Kapitalizmin Krizi, 4. Baskı, Gazi Kitabevi, 2013.
Durmuş, Mustafa (b), “ECB borç deflasyonuna gidişi durdurmaya çalışıyor!”, http://siyasihaber.org, 7 Haziran 2014.
Economic Policy Institute, The 13 Most Important Charts of 2013, http://brechtforum.org, 20 December 2013.
Elliott, Larry, “IMF warns world economy risks chronic new phase of financial crisis”, guardian.co.uk, 17 April 2013.
Figueroa, Alyssa, “Are the Banks Already Orchestrating Another Meltdown?”, http://www.alternet.org, 19 April 2013.
Hesse, Martin and Seith, Anne, “Feeding the Bubble Is the Next Crash Brewing?”, http://www.spiegel.de, 12 March 2013.
http://www.federalreserve.gov/monetarypolicy, 18 June 2014.
http://www.usatoday.com/story/money/business 17 June 2014.
International Monetary Fund, World Economic Outlook, April, 2014, http://www.imf.org; International Monetary Fund, 2014 Article IV Consultation with the United States of America Concluding Statement of the IMF Mission, http://www.imf.org.
Kaya, Yasin, “Turkey: Crisis at Home, Crisis in the World”, The B u l l e t, Socialist Project • E-Bulletin No. 871, 6 September 2013.
Kliman, Andrew, “The Persistent Fall in Profitability Underlying the Current Crisis: New Temporalist Evidence”, 1st (incomplete) draft, 14 October 2009.
Li, Ming, Xiao, Feng and Zhu, Andong, “Long Waves, Instıtutıonal Changes,and Hıstorical Trends: A Study of the Long Term Movement of the Proit Rate in the Capitalist World Economy”, Journal of World Systems Research, Vol.XIII, Nr.1, s. 33-54.
Maito, Esteban Ezequiel, The Historical Transience of Capital, The Downward Trend in the Rate of Profit since XIX. Century.
Marx, Karl (1867), Capital, Volume 1, English edt. 1887, http://www.marxists.org/archive/marx/works.
Palley, Thomas I., “Financialization : What It Is and Why It Matters”, Political Economy Research Institute Working Paper Series, No. 153, (November 2007).
Rasmus, Jack (a), “Is the Center of the Global Economic Crisis Shifting to Emerging Markets?” 7 July 2014, http://zcomm.org.
Rasmus, Jack (b), “U.S. GDP Drops -2,9 %”, 27 June 2014, Z Net.
Roberts, Michael, “A world rate of profit revisited with Maito and Piketty”, A Paper presented to the Association of Heterodox Economists, http://thenextrecession.wordpress.com, 23 April 2014.
The Daily Take Team, “The Crash of 2016 Gets Closer Every Day”, http://www.truth-out.org, 03 July 2014.
Uberti, David, “The Death of the American Mall, The Guardian”, http://www.alternet.org, 19 June 2014.
World Bank, Global Economic Prospects, June 2014, http://www.worldbank.org.
Woronczuk, Anton, “Why Did Economy Shrink So Dramatically During the First Quarter of 2014?”, Interview with Robert Pollin, http://truth-out.org, 27 June 2014.