ABD ekonomisi daralıyor, yeni balonlar şişiriliyor, yeni bir finansal krizin koşulları oluşuyor.
Üç kısımdan oluşan bu yazının ilki, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki ama özellikle de küresel kapitalizmin dinamosu ve en büyük ekonomisi konumunda olan ABD ekonomisindeki son gelişmeleri anlatıyor. Hem 2008 krizinin çıkış noktası olması, hem de dünyanın geri kalanına kriz aktarabilecek kapasitede olması bu ülkedeki gelişmelerin doğru çözümlenmesini gerekli kılıyor. Yazının ikinci kısmı krizin nasıl azgelişmiş ülkelere yıkılmakta olduğunu ve bunun mekanizmalarını açıklarken, son kısım krizin Marksist kriz teorisi bağlamında nasıl tartışıldığını ele alıyor.
Küresel kapitalizmin altıncı yılına girdiğimiz bu yaz başlarında ortaya çıkan bazı gelişmeler dünyada kriz tartışmalarını yeniden alevlendirdi[1].
Bu gelişmelerden biri, krizin en ağır bir biçimde etkilediği Avrupa’nın 17 ülkesinden oluşan Avro Bölgesinin İtalya, Fransa, Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi bazı ülkelerini, içinde bulundukları derin resesyondan çıkartma amacına dönük olarak Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) açıkladığı yeni parasal önlemlerdi. Bölge ekonomilerinin bir tür borç deflasyonuna sürüklenmesini önlemeye dönük bu parasal politikaların çözümlemesini daha önceki bir yazımızda yapmıştık[2].
Avrupa deflasyonla ve ağır borç yükü ile boğuşurken, bu kez sürpriz bir biçimde ABD ekonomisine ilişkin kötü sonuçlar geldi. 25 Haziranda yayımlanan resmi verilere göre ABD ekonomisi 2014 yılının ilk üç ayında, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 2,9 oranında küçüldü, daraldı.
Bu gelişmelere bir de Bank of International Settlement’in (BIS) 2014 Raporu eklenince tartışmalar ve buna bağlı olarak da endişeler giderek arttı. Zira “merkez bankalarının bankası” olarak da anılan BIS bu raporda, tıpkı 2008 krizi öncesi gibi finansal balonların şişirildiğini ve bunun da yeni bir küresel finansal krizin koşullarını yarattığını açıkladı ve hükümetlere, merkez bankalarına uyarılarda bulundu.
Son olarak, Marksistler başta olmak üzere, eleştirel iktisatçılar krizin yeni bir aşamaya geldiği, bu aşamada krizin uluslararası sermaye hareketleri aracılığıyla giderek azgelişmiş ülkelere ve özellikle de bunlar arasında “yükselen ekonomiler” olarak anılan ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelere yıkıldığı ve artık küresel kapitalist krizin zayıf halkasının azgelişmiş ülkeler olduğu konusunda neredeyse hem fikirler.
ABD ekonomisi yeniden resesyona mı giriyor?
Geçen ay, ABD ekonomisinin 2014 yılının ilk çeyreğinde yüzde 2,9 oranında bir daralma yaşadığı açıklandı. Böyle bir daralma, toparlanmanın başladığı yıl olarak kabul edilen 2009 yılından bu yana görülen en derin daralma olduğundan, bu gelişme hem dünyanın bu en büyük ekonomisinin yeni bir resesyona mı girdiği, ya da bu verilerin sürmekte olan bir stagnasyonun mu göstergesi olduğu yönündeki tartışmaları yeniden başlattı, hem de küresel kapitalizmin geleceği ile ilgili endişeleri artırdı.
Öyle ki ABD ekonomisinin 2014 yılını yüzde 4-5’lik bir büyüme hızı ile tamamlayabileceği yönündeki resmi öngörü ciddi olarak zayıfladı. Çünkü ekonomideki bu küçülme 2001yılında başlayan resesyon sürecinin tamamında yaşanmış olandan ve 1970 resesyonundaki küçülmeden çok daha büyük boyutta[3].
Bu gelişme ABD ekonomisinin uzun dönemli gelişim trendine bakılarak değerlendirildiğinde ise durumun vahameti anlaşılıyor. Zira ABD ekonomisi büyüme açısından olması gereken yerin yüzde 12,5 gerisinde duruyor. Benzer bir durum aslında diğer metropol ülkeler için de geçerli. Örneğin, bu fiili GSYH düzeyi – potansiyel GSYH düzeyi farkı Britanya’da yüzde 18,5 ve İspanya’da yüzde 29,0. Gelişmiş kapitalist ülkeler genelinde ise ortalama yüzde 7,5-10 civarında[4].
Diğer yandan, ABD ekonomisindeki bu daralma, borsaların, kurum kârlarının ve büyük şirketlerin yöneticilerine yapılan ödemelerin düzeyinin adeta zirve yaptığı bir dönemde gerçekleşti. Bu da ekonominin spekülatif ve asalak yönünün giderek başat bir hale gelmekte olduğunu ortaya koyuyor. Zira borsa kazançları, kapitalist şirketlerin yüksek kârları ve yöneticilere yapılan yüksek ücret ve prim ödemelerinin gerisinde kitlesel işsizlik, iktisadi ve sosyal güvencesizlik ve düşük ve sabit tutulan ücretler ve yoğun bir sömürü gibi gerçekler yatıyor. Aynı zamanda son beş yılın bu en kötü verilerine piyasaların olumlu tepkiler vererek örneğin, hem Dow Jones ve Nasdaq hem de S&P Endekslerinin yükselişe geçmesi ekonominin spekülatif ve asalak yanını gözler önüne seriyor.
Böyle bir ekonomik daralma nasıl açıklanıyor?
Büyük medya kuruluşları başta olmak üzere ekonomi yönetimi ve algısında etkili olan kuruluşlar ve ana akım iktisatçılar bu daralmayı iki nedene bağlıyorlar: Kuzey bölgelerinde yaşanmış olan çok sert kış koşulları ve Obamacare (sağlık) sürecinde yaşanan sıkıntılar sonucunda özellikle sağlık harcamalarında görülen azalma (zira sağlık harcamaları ABD GSYH’sinin yüzde 17’sini oluşturuyor).
Ancak bu açıklamalar gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Örneğin, ABD’li iktisatçı Rasmus’a göre[5], böyle bir daralma kötü hava koşullarından kaynaklanmıyor. Rasmus’a göre, bu daralmanın üç nedeni var: Stok yatırımlardaki gerileme (tüketim harcamalarındaki beklentinin gerçekleşmemesinin bir sonucu), tüketici harcamalarındaki düşüş (ücret ve hane halkı gelirlerinin artmamasının bir sonucu) ve ihracattaki gerileme (küresel ticaretteki yavaşlamanın bir sonucu). Kötü hava koşulları bu yaklaşık yüzde -3 puanlık daralmanın en fazla yüzde 0,5’lik kısmından sorumlu olabilir. Kalanı diğer faktörlere aittir.
Bu denli bir daralma ABD’li iktisatçı Pollin’e göre[6], ABD ekonomisinin geçici bir sarsıntı yaşamış olduğunun sinyali de değil. Zira ekonomide resmi olarak resesyon beş yıl önce, yani 2009 “yeşil filizler” olarak tanımlanan toparlanmasıyla sonlanmış olmasına rağmen, o günden bu yana ortaya çıkan ekonomik toparlanma son derece yavaş ve anemik. Öyle ki daha önce yaşanmış olan resesyonların bitişinden sonraki üç ayda elde edilen büyüme oranları yüzde 4-5 civarında olurken, bu resesyonda oran yüzde 2,3’e düştü. Dolayısıyla da ilk çeyrek daralması sadece geçici bir duruma ait bir sinyal değil. Tam olarak böyle anemik bir toparlanma sırasında ortaya çıkan böyle bir daralma bir şeylerin ciddi olarak kötü gittiğini bir göstergesi olarak kabul edilmelidir.
O halde bu küçülmenin gerçek nedenleri nelerdir?
ABD ekonomisindeki böyle rekor bir daralmanın birden fazla nedeni var. Bunların başında kapitalizmin neo liberal döneminde yaşamakta olduğu hızlı finansallaşma olgusu geliyor. Bu çapta bir finansallaşma, beraberinde ekonominin tüm sektörlerinde finansal dengesizlikleri ve bunların yol açtığı istikrarsızlıkları da getiriyor. Yani artık insanlar eskiden olmadığı kadar borçlular ve bu borçlarını geri ödemekte çok zorlanıyorlar. Bu nedenle de eskisi gibi tüketim harcaması yapamıyorlar, evlerinden çıkıp soluğu alış veriş merkezlerinde alamıyorlar.
Kaldı ki bin beş yüzün üstünde çok büyük alış veriş merkezinin (AVM) olduğu ABD’de birçok AVM hali hazırda kapandı ya da başka kullanım alanlarına dönüştürüldü. Önümüzdeki yirmi yıl içinde yüze yakın AVM’nin ülke çapında kapanması bekleniyor. AVM’lerin kapanmasındaki asıl faktör ise resesyon nedeniyle özellikle orta sınıf olarak tabir edilen kesimin artık buralarda alışveriş yapmaya zorlanması ve çok büyük alanlara kurulmuş olan AVM’lerin m2 başına düşen maliyetlerinin artması, bunun da şirket karlarını azaltması[7].
Bir başka anlatımla, bankalar yüzde 1’in altında faiz oranlarıyla Fed ’den borçlanarak aldıkları bu paraları yüzde 2-3’ten ABD devlet tahvillerini satın almada ya da kendi şirketlerinin hisselerini satın almada kullandığında, böyle bir “miktarsal kolaylaştırma” ile çoğalan paranın özel tüketimi ya da doğrudan üretimi canlandırma etkisi sınırlı kaldı. Ayrıca ABD menşeli çok uluslu şirketlerin büyük bir kısmı bu paraları vergi cennetlerinde tutarak ülke ekonomisi içinde işlev görmesini önlüyorlar[8].
Bu eğilimin önemi günümüzde özellikle ABD gibi kapitalist ekonomilerin efektif talep ile ayakta kalabilir bir nitelikte olmasından geliyor. Efektif talebin en temel bileşeni ise ücret biçimindeki emek gelirleri. Bu gelirler uzunca bir dönemdir ya sabit seyrediyor ya da düşme eğiliminde. Ayrıca hem emek gücü verimlilik artışları ekonomiyi büyütmeye yetmiyor, hem de reel ücret artışları emek gücü verimliklerindeki artışın gerisinde kalmayı sürdürüyor.
Talep yönlü olarak büyüyen bir ekonomi olarak, hem iç hem de dış talebin unsurlarında yaşanan daralmalar ABD ekonomisindeki daralmanın da ana nedenlerini oluşturuyor. Nitekim otomobil gibi dayanıklı tüketim malı satışları da, yatırım harcamaları da geriledi. Hisse geri alımı yapan şirketler yeni yatırımlara yönelmeyince dönem içinde yatırım harcamaları yüzde 11,7 oranında geriledi (oysa bu oranın yüzde 6,1 olması bekleniyordu)[9]. Keza dış ticaret dengesinin, artan ithalat ve yavaşlayan ihracat artışları nedeniyle, daha da kötüleşmesi iktisadi büyümeyi dış talep yönlü azaltan önemli bir faktör oldu.
“ABD ekonomisinde 2014 ikinci çeyreğinde büyümenin ne olacağı” sorusunun yanıtı ise aslında bellidir: İlk çeyrekte etkili olan faktörler etkisini sürdürürse ilk çeyrektekine benzer gelişmeler olacaktır.
Bu faktörlerin ortaya çıkardığı ekonomik sıkıntılar Nisan’da devam ederken, Mayıs ayında bir miktar iyileşti. Ama Haziran itibariyle hala özde bir toparlanma durumu yok. Nitekim ekonominin üçte ikisini oluşturan tüketim harcamaları, ücret düzeylerinin düşüklüğü, hane halkı gelirlerinin yetersizliği ve istihdam artışının hem yetersiz kalması hem de iyi ücretli istihdamın azınlıkta kalması gibi nedenlerden ötürü, hala beklendiği gibi artmadığı için stok yatırımlar da aynı konumda kaldı. Dolar, yen ve avro gibi diğer paralar karşısında değerli durumunu sürdürüyor, bu da ihracattaki canlanmayı önlüyor. Konut sektörü sadece en zenginlerin ilgisini çekebiliyor, kalan büyük çoğunluk mevcut konut borçlarını dahi ödemekte zorlanıyor. Kasım ayında yapılacak olan seçimler kamu harcamalarında artışına neden olacaksa da bu durum ileri sürüldüğü gibi ekonomiyi yüzde 4-5 büyütmeye yetmeyecektir. Kısaca 2014 yılı için ABD ekonomisi en iyi ihtimalle yüzde 1-2 oranında büyüyebilir. Bu, ilk altı ayın sıfır ya da eksi büyüme ile kapatılacağı anlamına gelir[10].
Özce, eğer resesyon, resmi görüşün dışına çıkılarak doğru bir biçimde, resesyon öncesine ait, örneğin, GSYH, ihracat, perakende satışlar, istihdam, sınai üretim gibi temel ekonomik göstergelerin düzeyini yakalayamama durumu olarak tanımlanırsa, ABD ekonomisinin yeni bir resesyonun içine sürüklenmekte olduğu savı ileri sürülebilir.
Büyüme tahminleri aşağıya doğru düzeltiliyor…
2014 yılında görülen daralma ABD ekonomisi ile sınırlı kalmadı. Bunu Avro Bölgesi’ndeki daralma izledi. Tüketim harcamalarındaki gelişmeyi gösteren PMI Endeksi beklenen düzeyin altında kaldı. Örneğin Avrupa’nın en büyük ikinci ekonomisi olan Fransa’da bu endeks 48 puan düzeyinde kaldı[11].
Küresel kapitalizmin bu iki büyük bölgesindeki ekonomik daralma, başta Fed olmak üzere birçok uluslararası örgütün büyüme tahminini bir kez daha aşağı doğru düzeltmesine neden oldu.
Fed örneğin ABD için bu yılki büyüme tahminini yüzde 3’ten yüzde 2- 2,3’e[12]; Dünya Bankası küresel ekonominin büyüme tahminini yüzde 3,2’den yüzde 2,8’e ve ABD için yüzde 2,8’den yüzde 2,1’e[13] ve IMF ABD için büyüme tahminini yüzde 2,8’den yüzde 2’ye çekti[14].
İçinde bulunduğu derin resesyon halinden bir türlü çıkamayan kapitalizmin en çok kullandığı araç olan para politikası defalarca denenmiş olmasına rağmen, Fed’in yeni başkanı Yellen de sıfıra yakın faiz politikasının süreceğinin sinyallerini vererek spekülatif bir varlık balonu şişirilmesinin önünü açtı. Başta ABD olmak üzere metropol kapitalist ülkelerde uygulanan bu sıfır faize yakın faiz politikalarının bankacılık sektörü başta olmak üzere bir bütün olarak küresel finans sektöründeki riskleri daha da artıracağına dikkat çekiliyor.
Aslında bu durumun bu yıla ilişkin yeni bir durum olmadığı, 2013 yılında yaygın bir biçimde finansal sistemin aktörleri tarafından balonların şişirilmekte olduğu görülüyor. Nitekim New York Times gazetesinde yayımlanan bir haber yoruma göre[15], Wall Street 2008 yılında ekonomiyi çökerten yapılandırılmış finansal ürünler olarak da adlandırılan riskli mortgage demetlerinin aynı olan menkul kıymetleri satmaya devam ediyor. Finansal düzenlemelerden kaçınılıyor. Böylece tarih tekerrür ediyor. Bu yolla bankalar yeni olarak 26 milyar ABD dolarlık yükümlülüğü taahhüt ettiler, havuzda biriktirdiler ve güçlü sermaye yapısı olmayan şirketlere bu kredileri verdiler. Bu rakam 2007’deki rakamdan daha fazla. Habere göre piyasadaki kriz öncesinde paranın yüzde 57’si ticari mortgage destekli menkul kıymetlere bağlanmış durumdaydı, bugün bu oran yüzde 34’ü buldu (iki yıl önce yüzde 25 idi).
Avrupa’da şişirilmekte olan balonlarla ilgili olaraksa en temel uyarı yine geçen yıl IMF’den geldi. Geçen yıl Nisan ayında patlayan Kıbrıs krizinin ardından açıklama yapan IMF’ye göre Kıbrıs krizi, piyasalardaki güven ile ilgili istikrarsızlığın bir uyarıcısı olarak algılanmalı.
IMF’ye göre, Dünya yeni bir küresel finansal istikrarsızlık riski ile karşı karşıya. Kriz, beşinci yılından sonra yeni taze bir kronik aşamaya girmeye başladı. IMF’nin ‘Küresel Finansal İstikrar Raporu’nda (GFSR), risk iştahındaki artışların aşırı değerlemelere ve yabancı kaynak kullanımının aşırı yükselmesine yol açarak bu balon şişirmenin sistemik bir hale dönüşmesi ve bunun da yükselen piyasalara doğru taşması riskinden söz ediliyor. Bazı sektörlerde ve özellikle konut sektöründe yeni köpüklerin oluştuğuna dair ciddi emarelerin varlığının altı çiziliyor[16].
2013 yılının Aralık ayında Der Spiegel’de yayımlanan bir makale[17], finans sektörünün kendi içinden bir değerlendirmeyi içeriyor. Bu makalede özet olarak yeni bir finansal balonunun küresel çapta şişirildiği ve buna bağlı olarak da yeni bir finansal krizin oluşmaya başladığı ileri sürülüyor. Buna göre dünyanın her yerinde merkez bankaları faiz oranlarının neredeyse sıfıra kadar çekerek ve piyasalarda dolaşımda olan menkul kıymetleri satın alarak ekonomiye trilyon dolarlık nakit pompalıyorlar. Amaçları büyümeyi teşvik etmek olsa da bu eylemleri başta menkul kıymetler borsası ve emlak piyasalarındaki fiyatların hızla yukarı çıkmasına yol açıyor. Çünkü bu eylemler, özel tüketim ve kurumsal yatırım harcamalarını artırmadığı gibi, borçlanmayı hiç olmadığı kadar kolaylaştırıyor, tasarruf yapmayı anlamsızlaştırıyor, finansal yatırımcıları çok riskli anlaşmalara kolayca imza atmaya sevk ediyor. Borsadaki menkul kıymetlerin değerleri patlama yaparken, emlak fiyatları alarm verici bir düzeye yükseliyor. Şirketler ise hiç olmadığı ölçüde borçlanıyor. Yani merkez bankası parası oldukça yoğun bir suni gübre gibi işlev görüyor. Kısa zamanda büyük çapta ürün verirken, sonuçta potansiyel bir tahribata neden oluyor. Bu nedenle de artık sadece Robert Shiller gibi alanda meşhur Nobel ödüllü akademisyenler değil, içerden yatırımcılara göre, yeni bir finansal krizin çıkacağı kesin ama ne zaman olacağı tam olarak bilinemiyor.
Diğer yandan toparlanma adına yapılan bu tür para politikası operasyonları ile servet, halk yığınlarından servetlerini krizden bu yana iki katına çıkartan ultra zenginlere doğru yeniden bölüştürülüyor ve kapitalizm, tarihinde hiç olmadığı kadar, bir servet bölüşümü eşitsizliğine neden oluyor.
Örneğin ABD dünyanın en zengin ama bir o kadar da bu zenginliklerin en adaletsiz dağıldığı bir ülke konumunda. Öyle ki en zengin yüzde 1, 57 trilyon dolara ya da zenginliğin yüzde 35’ine sahip. En zengin yüzde 10 ise fiilen servetin yüzde 80’ine sahip. En alttaki yüzde 80 ise servetin sadece yüzde 7’sine sahip. Dolar milyonerlerinin ülkelere göre dağılımı açısından yüzde 41 ile ABD ilk sırada yer alıyor. Son altı yıldır ciddi kriz içinde olmasına rağmen, bu ülkede 2011 yılındaki dolar milyoneri sayısı 11,534’ten 2012 yılında 13,216’ya yükseldi. Bu durum krizin en azından büyük sermaye ve servet sahiplerinin durumunu daha da iyileştirdiğini ortaya koymaktadır[18].
ABD ekonomisinde tek iyi veri kurum kârları ile ilgilidir. Kârlar hızla artmaya devam ediyor. 1969–2007 ortalama kar artışı yüzde 20,4 iken 2013’ün üçüncü çeyreğinde bu artış yüzde 25,8 oldu. Ortalama işçi ücreti ile ceo ücreti arasındaki fark 273 kata çıktı. Bu rakam 1965’te 20 kat, 1992’de 100 kat, 2000 yılında 383 kat ve 2012’de 273 kat oldu. 2002 yılından bu yana en alt yüzde 70’lik grubun ücretleri hiç değişmedi ya da, enflasyon dışarda tutulduğunda, düştü. 1970’li yılların sonlarından itibaren ücret artışları emek gücü verimlilik artışlarının gerisinde kaldı. 1979–2012 arasında işçilerin yüzde 80’ini temsil eden sektörde emek gücü verimliliği yüzde 63,8 artarken, saat başı ücret ve diğer ödemeler sadece yüzde 7,5 arttı. Bu da gelir dağılımı eşitsizliğini hem kârlar hem de yüksek ücretliler bağlamında daha da bozdu[19].
BIS Raporu: Merkez Bankaları yeni bir finansal krizi tetikliyor!
Bank of International Settlement (BIS), son yıllık raporunda[20] merkez bankaları ve para politikalarının potansiyel olarak 2008 krizinden daha büyük bir krize neden olabileceğini açıkladı.
Zira mevcut düşük faiz oranları finansal piyasaları yukarılara doğru çıkartırken, aynı zamanda bu uygulama ile piyasalar büyük çapta düşük faizli ama yüksek riskli kredi ile doldu. Rapora göre, geçtiğimiz yıl finansal piyasalar çok canlı idi ve adeta merkez bankaları ile dans ediyorlardı. Aşağıdaki grafiklerde görüldüğü gibi kredi spreadları hızla azalırken, menkul kıymet borsası tüm zamanların en yükseğine çıktı ve bazı bireysel yatırımcılar bu piyasalar aracılığıyla yüzlerce milyar dolarlık servetlere sahip oldular.
Grafik 1: Temel makro finansal göstergeler
(Kaynak: Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014, s. 25).
(Kaynak: Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014, s. 37).
(Kaynak: Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014, s. 24).
Diğer taraftan tüm kapitalist dünyada ücretler ya sabit kalıp ya da azalırken, geçtiğimiz 14 yıl boyunca tek başına ABD’de 60,000 fabrika kapandı. 50 milyonun üzerinde bir insan bu ülkede ya işsiz ya da eksik istihdam ediliyor. Avrupa’da da İskandinav ülkeleri ve son gelişmelerden büyük servetler yaratarak çıkan Almanya dışında, diğer AB ülkeleri ve Britanya’da benzer bir durum söz konusu.[21]
BIS’in açıklamakta zorlandığı temel durum piyasaların bu coşkulu hali ile yukarıda sözü edilen olumsuz küresel reel ekonomik gelişmeler arasındaki uyumsuzluk. Yani ekonomik alt yapıya ilişkin gelişmeler olumsuz iken, borsalar başta olmak üzere para piyasalarının adeta coşku içindeki canlılığı çelişkili bir durum sergiliyor. Bu durum özellikle de ABD’de belirgin. Zira bu ülkede para ve sermaye piyasaları tepelerde ama reel ekonomi daralıyor[22].
Raporun bir başka itirafı dünya ekonomisinin her koşulda parasal teşviklere olan ağır bağımlılığının devam etmesi. Finansal piyasaların zafer sarhoşluğu yaşadığı bir durumun arkasında finans dışı şirketlerdeki borçluluk düzeyi kriz öncesine göre yüzde 30 oranında arttı[23].
Raporun en önemli vurgusu, kısa vadede ekonomik büyümeye odaklanmanın, uzun vadede, uygulamadaki parasal teşviklerin yol açacağı çok daha büyük risklerin göz ardı edilmesine neden olduğu gerçeği. Yani rapora göre, finans kapital kısa vadeli kârları için uzun vadede bu riskleri görmezden gelmektedir.
Raporda mevcut makroekonomik konfigürasyonlar ve finansal gelişmelerin yol açtığı riskleri kabaca şöyle sıralanmaktadır[24]:
(i) Yüksek düzeyde finansal canlanma içinde olan gelişmiş ekonomilerde bu canlılığın bir çöküşe yol açması ve bu durumun da finansal bir felaketle sonuçlanma olasılığı mevcuttur (Bölüm IV).
Kredilendirme düzeyi ve konut / emlak fiyatları, borç servisi oranları gibi bazı lider göstergelerin ulaştığı seviyeler endişe vericidir. Bir de bunlara şu ana kadar etkili olmayan bir başka faktörü, yükselen ekonomilerdeki finans dışı şirketlerin giderek artan döviz cinsinden borçları eklemek gerekir. Bu şirketler borçlanmalarını uzunca bir süredir yurt dışındaki bağlı şirketlerinden karşılıyorlar. Buna “küresel likiditede ikinci aşama” adı veriliyor. Yani bu şirketler daha önceki gibi bankalardan borçlanmaktan ziyade, bağlı şirketler üzerinden kredi temin etme yoluna gidiyorlar. Bu borçlara /kredilere ilişkin rakamlar dış borç istatistiklerinde ya da yurt dışına yapılan transferlerde muhtemelen yer almıyor ve doğrudan yabancı yatırım biçiminde yer alıyor. Bu krediler eğer spekülatif pozisyon alma biçimlerinden biri ile destekleniyorlarsa gizli bir kırılganlığı temsil ediyorlar (carry trades ya da emlak sektöründen yapılan ulusal para cinsinden nakit transferleri) .
(ii) Yükselen ekonomilerdeki durum “bir filin ayaklarını küçük bir çocuk havuzunda oynatmasının yarattığı etkiye” benziyor. Yani küçük ekonomilere büyük çapta yabancı kaynak girişi oldu, ancak yoğun girişler aniden tersine çevrilebilir ve hızlı çıkışlar baş gösterebilir.
Aşağıdaki grafik 2013 yılı ilk çeyreği ile 2014 yılı ilk çeyreği arasındaki dönemde yükselen ekonomilerden olan fon çıkışı göstermektedir.
Grafik 2: Yükselen ekonomilerden fon çıkışları
(Kaynak: Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014, s. 27).
Sağlam bilançolar vs fiiliyatta aslında kırılgan yapıları gizlemeye yaramaktadır. Yükselen ülkelerde doğacak bir kriz ise dünyayı etkisi altına alacaktır, zira bu ülkelerin dünya hasılası üretimi içindeki payları üçte bire kadar yükselmiş durumda ve uluslararası finansal sistem içindeki ağırlıkları da giderek artıyor. Özellikle Çin’de ortaya çıkabilecek bir iktisadi kriz çok etkili olabilir. Keza Brezilya ve Güney Afrika riskli ülkeler arasında yer almaktadır.
BIS’e göre son gelişmeler ile 2008 krizi öncesinde yaşanan gelişmelerin birbirine çok benzemesi dünya ekonomisinin geleceği açısından ciddi bir endişe kaynağı oluşturuyor. Fed’i eleştirirken BIS, Fed’in olası bir finansal krizi önlemek için uyguladığı politikaların yeni bir krizin ön koşullarını yaratması olasılığından söz etmektedir.
Bu rapor önemlidir, çünkü bu banka daha önce, 2008 krizine giden süreçte yaşanmış olan finansal gelişmelerin sürdürülemezliğine dikkat çekmiş ve uyarılarda bulunmuştu. Diğer yandan BIS de normalleşme ile ilgili her hangi bir politika önermemektedir. Fed ve ECB’yi yapısal reformlardan uzaklaşıp kolay para politikalarına bel bağlamakla eleştirirken, emek gücü piyasasına dönük olarak önerdiği yapısal reformlar[25] aslında 2008’den bu yana işçi sınıfına karşı yapılan saldırıların daha da yoğunlaştırılması anlamından öteye gitmiyor. BIS’in önerisi olan yapısal reformlar daha fazla esneklik ve mali konsolidasyon küresel bir karşı devrimin yoğunlaştırılacağının kodları olarak okunmalıdır.
BIS Raporu hem küresel kapitalist çöküşün derinliğini, hem de buna karşı çözüm üretmede finansal seçkinlerin yetersizliğini de ortaya koyuyor. Zira rapora göre şu ana kadar alınan anti kriz para politikası önlemleri yeni bir finansal krizin önünü açıyor.
Finansal canlılık ile reel ekonomik daralma orantısızlığına dikkat çekerken uzun dönemli trendlere bakıldığında sorun daha da netleşmektedir. Daha önce de vurgulandığı gibi gelişmiş kapitalist ülkelerin hemen hepsinde GSYH, olması gerekenin en az yüzde 10’unun gerisinde kalmıştır.
Bu farklılık da bir ölçüde miktarsal kolaylaştırma adı altında uygulanan finans kapitale verilen devlet desteklerinin bir sonucudur. Öyle ki krizden bu yana dünyadaki merkez bankalarının varlıklarının toplamı iki kat artarak 20 trilyon doları aşmış durumda. Financial Times’ın bir haberine göre, 2014’ün ilk yarısındaki asalak ve spekülatif nitelikteki uluslararası şirket birleşmesi (merger) ve ele geçirme toplamı 1,75 trilyon ABD dolarını buldu (2007 yılından bu yana en yüksek düzeyde)[26].
Grafik 3: Merkez Bankalarının Varlıkları
(Kaynak: Bank for International Settlements, 84th Annual Report, 1 April 2013–31 March 2014, s. 24).
Merkez bankası paralarındaki artış sadece yeni bir krizi müjdelemiyor, ayrıca yükselen ülkelere akan fonların geriye dönme riskini de içinde taşıyarak küresel koşulları daha da kötüleştiriyor (bu durum geçen yıl Türkiye ve G. Afrika’da yaşanmıştı).
Devam edecek…