GÜLFER AKKAYA yazdı: “Güç ve para. Bunlara kavuşmak için gözü kapalı her şeyi yapmaya hazır milyonlar var. Esas sorun da bu. İnsanın en sefil hali. İnsanın hırslarına, yoz yanlarına, kusurlarına gönüllü teslimiyeti. Üstelik bu yanlarını ve teslimiyeti bile erdem diye satışa sunabilme ‘kabiliyeti.’”
GÜLFER AKKAYA
“10 Nisan Polis Haftası dolayısı ile Bursa İl Emniyet Müdürü Osman Ak Bursalı muhtarlarla bir araya geldi” diyor haber.
Polis haftasında polisler niye muhtarlarla bir araya gelir demeyin. Çünkü farkındasınız, muhtarlar artık eski muhtar değil. Görev tanımları, nitelikleri, toplumdaki “değerleri” değişti. Onlar Cumhurbaşkanı’nın mahallelerdeki gözü, kulağı, eli, dili ve sopası.
Bursa İl Emniyet Müdürü de bunu iyi bildiğinden olacak polisler gününü polislerle baş başa kutlamak yerine mahalle muhtarlarını toplayıp ellerine silahlar tutuşturmuş. Atış talimi yapıyorlar. Bu talimi haber yapacak gazeteciler de yanı başlarında.
Haber olsun, Saray’ın kulağına gitsin ki böylece belki daha yükselebilsin müdür bey.
Atış poligonunda milliyetçi, yerli, milli duyguları kabaran yurdum muhtarları hedef yükseltmişler “Menbiç hazırlığı yapıyoruz” diye.
İl Emniyet Müdürü durur mu, düzeltmiş “Menbiç değil, sizi Kandile hazırlıyoruz” demiş. Kandil nerede diye sor, bilirler mi o ayrı, ama gidiyorlar işte.
Gidiyorlar da hep tersten gidiyorlar. Muhtarlarımız Kandil’e gideceklerine tam tersi istikamet olan İspanya’ya uçtular. Ellerinde valizleri ve geçici görevler için verilen özel gri pasaportları, utanmaz gülüşleri ile. El sallayarak bizlere…
Şova dönüştürülen toplantılarının birinde gözbebekleri muhtarlar için Erdoğan, farklı kültürleri görsünler diye yurt dışı gezisine çıkartılma talimatı verdi.
Muhtarların sevinçten kafası tavana vurdu. Kayış koptu. Sallayan sallayana, ağızlar kulaklarda açıklamalar yapmaya başladılar. Biri “İlk kez yurt dışına çıkıyorum, muhtarların yurt dışına çıkması çok güzel bir imkân, yurt dışını görmemizi sağlayan Sayın Cumhurbaşkanımızın düşünceleri ve muhtarlarımıza olanak sağlanması çok önemli bir olay” dedi. Sanki muhtar olmayanların çıkması güzel değilmiş gibi.
Bu olanağın nasıl ve neden yaratıldığını kafaya takamayacak kadar esrikti. İşini bilen tüccarın kâr ettiği anki duygularla yüklüydü.
Diğer muhtar gezilerde edindiği tecrübeyi mahallelerine aktarabileceğini söyledi. Günlerce erkek mahallelileri muhtarlığa toplayacak, bizimkisi ağzını köpürte köpürte “tecrübelerini” anlatacaktı. O sırada arkasındaki dolabın üzerine koyduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan imzalı plaket de havasına hava katacaktı. Onu dinleyen mahalleli erkekler sokak başlarına attıkları sandalyeler üzerinde güneşlenip mahalleli kadınları keserken muhtarın yükselmesi durdurulamayan dövizden ve altından değerli tecrübelerini birbirlerine anlatacaklardı.
Mahalleli böyle böyle kültürlenirdi tabii. Muhtar o mahallelilerin cebinden bin türlü alavere dalavere ile vergi adıyla çalınan paralarla gidip gezip görüp gelecek, bu görgüsüzlere anlatacak ve mahalleli görmüş kadar olacak, bir de birbirlerine anlatıp duracaklardı kendi deneyimleriymiş gibi.
Bunca lafın sonunda elbet söz esas konuya gelip bağlanacaktı. Seçimler meselesi. Oylar kime gidecek?
Muhtar bey rahat koltuğunda arkasına yaslanıp tombul parmaklarını açabildiği kadar açıp elini havaya kaldıracak, koltuk altlarından çekiştiren ceketi ha yırtıldı ha yırtılacak kadar gerilecek ve “Allah kültürel hizmetleri mahalle içine kadar sokan Cumhurbaşkanımızdan razı olsun. Daha önce bizi bu kadar düşünen başka biri çıktı mı?” diye buğulu gözlerle pişkin pişkin soracaktı.
Her şeyi soracaktı da bir türlü başkalarının parasıyla seyahate çıkmanın doğru olup olmayacağını sormayacaktı.
Her şeyi anlatacaktı da başkalarının cebinden dünyayı görmenin günah olup olmayacağına değinmeyecekti.
İlk kez yurt dışına çıkacağı için sevinçten takla atan muhtar peki neden şimdiye dek çıkamadım diye sormayacaktı. Her gün yükselen döviz karşısında parasının nasıl pul olduğunu sorgulamayacaktı. Başkasının cebinden yaptığı gezide eli kendi cebine girmeyeceği için 1 euro’nun çarpı beş (ve küsüratı var artık) Tük lirası değerinde olduğu ile karşılaşmayacaktı.
Aralarında en kurnaz olanı “Bu kesinlikle bir turistik gezi değildir. Ayrıca bizim devletin imkânlarıyla oraya gönderildiğimizi söylüyorlar. Bu yanlıştır. Kesinlikle sponsor vardır” diyecekti.
Olmaz mı sponsor? O sponsor enayi yerine koyup bu açıklamayı yaptığın bizlerin ta kendisi.
Şimdilerde insanlar yolsuzluğu, haksızlığı, hırsızlığı sorgulamıyor. Sorgulanan tek şey bana ne zaman sıra gelecek? Pastadan ben nasıl tırtıklarım? Muhbir vatandaş mı olsam, uyanık muhtar mı?
Üç kuruş için kendini, onurunu satan satana. Cidden her şey satılık. Saray’ın önü, kendini satmak için kuyruğa girmiş insanlarla dolu.
Zaman böyle. Çıkar için insanlar her türlü yalana, riyaya, dolana açık. Dürüstlük kelime olarak dahi anımsanmıyor. Onun yerine enayi lafı kullanılıyor.
Güç ve para. Bunlara kavuşmak için gözü kapalı her şeyi yapmaya hazır milyonlar var. Esas sorun da bu. İnsanın en sefil hali. İnsanın hırslarına, yoz yanlarına, kusurlarına gönüllü teslimiyeti. Üstelik bu yanlarını ve teslimiyeti bile erdem diye satışa sunabilme “kabiliyeti.”
Devlet görevlisi gri pasaportları ile kameralara el sallarken bir yandan bağırıyorlar “Kesinlikle sponsor vardır” diye.
Olmaz mı? İçin rahat etsin.
Fabrikası, tarlası, bağı, bahçesi kalmamış, samanı dahi ithal eden ülkenin sponsoru olmaz mı? O sponsor, habis bir ur gibi ülkeyi saran “hani bana, hani bana” aç gözlülüğü ve hırsın ta kendisi.