SEÇTİKLERİMİZ – MUSTAFA PEKÖZ Sendika.Org’a yazdı: “Pentagon, Ankara ile Münbiç savaşını Afrin’de başlattı. Türk ordusunun Afrin içerisinde girdiği bataklıktan çıkıp Münbiç’e yönelme şansı zaten olmayacaktır. Bu kez tersine Afrin savaşı içinde boğulup kalması için YPG güçlerine askeri desteği daha fazla artıracaktır.”
MUSTAFA PEKÖZ
Türkiye’nin başlattığı Afrin savaşı bütün hızıyla devam ederken, ABD merkezli arka plan diplomasi atakları da aynı paralelde sürüyor. ABD’nin Ulusal Güvenlik Danışmanı H.R. McMaster’ın Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ile, ABD Savunma Bakanı Jim Mattis’in Brüksel’de Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile ve ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın da Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile yaptığı görüşmenin merkezinde Afrin savaşı duruyor.
ABD yetkilileri tarafından yapılan açıklamaların tamamında, Ankara tarafından başlatılan savaşın, “yenilen IŞİD’in yeniden güçlenmesine zemini hazırladığı” uyarısı sıklıkla yapılmaktadır. Açıkça söylemek gerekirse Ankara’nın girmesinin kolay, çıkmasının zor ve kazanma şansının da oldukça zayıf olduğu savaşın, ABD’nin Suriye ve Irak merkezli bölgesel politikalarıyla açıkça çeliştiği görülüyor. ABD sabırlı ve çök yönlü hamlelerle Ankara’nın Afrin savaşındaki konumunu boşa çıkarmak için adımlar atmaya başladı.
Türkiye’nin, özellikle Rusya’nın onay vermesiyle başlattığı Afrin operasyonu politik denklemin kimler lehine nasıl bir değişim sağlayacağı konusunda oldukça karmaşık bir askeri sürecin ortaya çıkacağını ortaya koydu. Afrin gibi küçük bir bölgenin önem kazanmasının politik arka planı, esasen Suriye’deki güç ilişkilerinin konumlanışı bakımından bize önemli ipuçları veriyor.
Afrin savaşı, PYD ile Ankara’daki iktidar arasındaki bir rekabetin çok ötesinde önem arz ediyor. Savaşın düzeyini, boyutunu ve süresini belirleyen ve Türkiye’nin durması gereken sınırları çizen Rusya’nın hedefi çok açıktır: Öncelikli olarak Ankara ile Washington’u politik olarak karşı karşıya getirmektir. Amaç, ABD’nin Irak ve Suriye üzerinde uygulamak istediği askeri ve politik hamleleri etkisizleştirmek ve bölgede yeni sorunlarla karşı karşıya getirerek ABD’nin bölgesel stratejisine darbe vurmaktır.
Afrin savaşı ABD’nin bölgesel politikalarını etkiler mi?
ABD’nin Suriye stratejisi de çok yönlü bir planı içeriyor. Mesele sadece Rojava üzerinden Akdeniz’e açılma değil, aynı zamanda ABD’nin yeniden şekillendirmeye çalıştığı Ortadoğu stratejisindeki hedef, Suriye’de kalıcı bir güç olmaktır. Suriye’de askeri olarak konumlanılacak bir alanın yaratılması hem bölgedeki politik değişimler hem de oluşturulmaya çalışılan “yeni” ittifak ilişkileri bakımından oldukça önemsenen bir durumdur.
ABD’nin Suriye’de kalıcı bir politik güç olmayı önemsemesinin birkaç noktasını sıralamak mümkün:
Birincisi, ABD’nin Suriye’de askeri olarak varlığını devam ettirmesi, Rusya’nın bölgede oluşturduğu askeri üsleri bakımından her zaman bir tehlike oluşturacaktır. Böylelikle Rusya ile aynı bölgede askeri üsler kurması, Moskova’nın askeri hamlelerini sınırlayacaktır. Suriye’de ABD ile Rusya komşu olacaklardır.
İkincisi, İran’ın Suriye’de konumlanmasını engelleyecektir. Suriye’de Moskova kadar Tahran da askeri ve politik olarak etkilidir. İran’ın Suriye üzerinden Akdeniz’e açılma stratejisi, bölgesel liderlik için son derece ciddi bir yönelim olacaktır. Bu nedenle İran’ın askeri hamlelerinin ve politik manevralarının sınırlanması için Suriye’de kalıcı bir güç olmak önemlidir.
Üçüncüsü, ABD’nin etkisiyle İsrail-S. Arabistan-Mısır arasında oluşturulmaya çalışılan “yeni” ittifakın etkili ve sonuç alıcı olmasının önemli faktörlerden birisi de Suriye’deki güç dengelerinin nasıl şekilleneceği ile ilgilidir.
Dördüncüsü, İsrail’in güvenliği için Suriye’de askeri ve politik pozisyon oldukça önemlidir. İran tarafından aktif olarak desteklenen Şam merkezli iktidarın Suriye’nin bütün alanlarına hakim olması İsrail’in bölgesel politikaları için bir kısım yeni sorunların oluşması anlamına gelecektir.
ABD’nin Suriye stratejisiyle yukarıda özetlediğimiz faktörler arasında doğrudan bir ilişki var. Bu nedenle Pentagon, Moskova gibi Suriye’de kalıcı olmak için askeri ve politik stratejisini çok sabırlı bir şekilde uyguluyor. ABD’nin IŞİD’e karşı yürüttüğü savaşı, Türkiye ile değil de PYD/YPG merkezli Demokratik Suriye Güçleri (QSD) ile birlikte yürütme kararı almış olması, Suriye’de kalıcılaşan bir strateji oluşturmasından ileri geliyor. Bölgesel bir güç olmayan Ankara ile IŞİD’e karşı vereceği savaş, bir noktadan sonra işlevini tamamlayacak ve Ankara’nın ordusu geri dönmek zorunda kalacaktı. Böylesi bir plan ABD’nin Suriye stratejisiyle hiçbir şekilde uyuşmuyordu ve hatta kaybetmesine nesnel bir zemin hazırlayacaktı. Bu nedenle Ankara’nın bütün ısrar ve çabalarına, hatta çok yönlü tavizlerine rağmen Suriye’nin yerleşik gücü olan QSD ile ittifak kurması, Suriye’nin askeri ve politik geleceğini doğrudan belirlemede söz sahibi olmak istemesindendir. Afrin savaşı, söz konusu bu planın uygulanmasını istikrarsızlaştıracak bir zemin hazırlayacaktır. Bu nedenle ABD, Afrin operasyonuna karşıdır.
Fırat’ın doğusunda Demokratik Suriye Federasyonu
ABD, Fırat’ın doğusunda fiilen Demokratik Suriye Federasyonu’nu kurmuş bulunuyor. Rusya da Suriye’yi Fırat’ın batısı ve doğusu olarak ayırmayı kabul etmeye hazırdır. Öyle ki Fırat’ın doğusunun Kürtlere bırakılması için Esad rejimine baskı yaptığına ve bu fiili durumu Şam’a kabul ettireceğine dair çok sayıda veri bulunuyor.
Rusya, Fırat’ın doğusu olarak tartışılan Münbiç dahil olmak üzere Bab ve Afrin bölgesini İdlip üzerinden Şam’a bağlamayı hedefliyor. Fırat’ın doğu ve batı hattı üzerinden ısrar eden Rusya, bu planı uygulayabilirse kendi hedefleri bakımından önemli bir başarı elde etmiş olacaktır.
ABD’nin askeri stratejisi bakımından Fırat’ın doğusunda konumlanmak yeterli değildir. Pentagon, çok yönlü askeri ve politik planları nedeniyle kısa vadede olmasa dahi orta vadede Afrin üzerinden Akdeniz’e açılma planından vazgeçmiş değil. Rusya ve İran’ın bütün desteğine rağmen Esad rejiminin kalıcı olmayacağını ve değişmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünen Washington için Fırat’ın batısı yani Münbiç-Bab-Afrin hattı oldukça önemlidir. Bu hattın kontrolünün Rusya ve Esad rejimine verilmesinden yana değildir. Böylesi bir durum askeri ve politik yönelimlerini olumsuz yönde etkiler.
ABD’nin Ortadoğu politikasında Türkiye’nin rolü önemli oranda zayıfladı. Türkiye’nin bölgedeki jeo-statejik ilişkilerde arka plana atıldığı söylenebilir. Bu nedenle Suriye’de askeri ve politik ilişkilerde QSD müttefik olarak ön plana çıktı. Bu ittifak, IŞİD ile mücadeleyi çok ciddi oranda aşan, bir bakıma önümüzdeki 10-15 yılın planlamasını içeren bir sürecin hazırlığıdır.
Washington’un Suriye politikası, Ankara’nın stratejik çıkarlarıyla çelişki halindedir. Bu nedenle ABD’nin askeri desteğiyle Fırat’ın doğusu ve batısında PYD merkezli oluşan politik iktidar gücünü, Ankara kendi geleceği için ciddi bir tehlike olarak görüyor. Ankara için önemli bir ayrıntıya dikkat çekmek gerek. Devlet, Fırat’ın doğusundaki fiili oluşumu esasen kabul ediyor. Bu oluşuma Fırat’ın batısının dahil edilmesini kesinlikle istemiyor. Fırat’ın batısı Moskova gibi Ankara için de tahmin edilenden çok daha ciddi bir sorun olarak ön plana çıkıyor.
Moskova’nın onayıyla Ankara’nın Afrin savaşının arka planında Fırat’ın batısına ilişkin belirlenen strateji var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “PYD, Münbiç’ten de çekilsin” ısrarının arkasında ABD destekli Kürtlerin Akdeniz’e açılan koridorun engellenmesi vardır.
Peki, Akdeniz koridoru kimler için ne anlam ifade ediyor?
Rusya’nın Fırat’ın batısını Esad rejimine dahil edilmesindeki ısrarı, hem askeri üslerin güvenliği hem de uzun vadeye dayanan enerji boru hatlarının kontrolünde tam söz sahibi olmak istemesindendir. Fırat’ın batısının kaybedilmesi Esad için iktidarının güvencede olmadığının en önemli kanıtı olacağı gibi iç politik istikrarı sağlaması da mümkün olmayacaktır.
Ankara içinse durum tahmin edilenden çok daha ciddi riskler içeriyor:
Birincisi, Arap dünyasıyla Türkiye arasında çok açık bir Kürt koridoru oluşacaktır. Bu aynı zamanda Ankara’nın Arap dünyasına müdahalesini de ciddi oranda zorlaştıracak ve izole olmasına yol açacaktır.
İkincisi, bin kilometreyi geçen hatta ABD’nin desteklediği “terörist” bir grupla komşu olması, kısa vadede Türkiye’nin Kürt sorununun beklenilenden çok daha hızlı uluslararası bir boyut kazanmasına yol açacaktır.
Üçüncüsü, Münbiç-Bab-Afrin hattının QSD’nin denetimine girmesi, Kürtlerin orta vadede İdlip ve Hatay üzerinden Akdeniz’e açılması gündeme gelecektir.
Bu üç temel unsur, Türkiye’nin sadece jeo-politik konumunun değişmesine yol açmayacak, aynı zamanda fiilen dağılmasına nesnel bir zemin hazırlayacaktır.
ABD, Suriye’de kalıcı olmak, belirlediği stratejiyi kesintisizce uygulamak için Kürtlerin Afrin’de kaybetmesini istemez. Dahası kaybetmesine izin de vermez. YPG’nin Afrin’de askeri olarak kaybetmesi aynı zamanda ABD’nin Suriye politikasının ciddi bir darbe almasa anlamına gelecektir.
Çelişki gibi görünecek; Rusya dahi Ankara’nın askeri olarak Afrin’de kazanmasını istemez, dahası izin de vermez. Rusya bölgesel çıkarları bakımından Ankara’nın Afrin operasyonunu sınırlı bir düzeyde desteklerken, ABD ise tersine bu operasyona karşı çıkmaktadır. Ancak her ikisinin ortak buluşma noktası: Ankara’nın Afrin dahil olmak üzere Suriye’de stratejik olarak kaybetmesidir.
Ankara, ABD’nin güvenlik alanına giremez
ABD, Münbiç ve Afrin’de nasıl bir askeri plan uyguluyor? Pentagon’un Münbiç planı çok açık ve nettir. Türkiye’nin çok küçük bir olasılıkta olsa Münbiç’e yönelik başlatacağı askeri bir operasyona çok sert karşılık vereceği, bölgedeki ABD’nin en üst düzeye görevli generali tarafından açıklandı.
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral H.R. McMaster ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın arasında yapılan görüşmede QSD’ye yapılan askeri ve ekonomik yardımların devam edeceği belirtildi. Aynı şekilde ABD Kongresi’nin PYD’ye yapılacak olan 550 milyon dolarlık yardımı onaylaması da mevcut politikanın devam edeceğini gösteriyor.
ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, Brüksel’de Türkiye’nin Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin IŞİD’i yenmek için yapılan mücadeleye ve bu terör örgütünün Suriye’nin yeniden yapılanması sürecinde hiçbir izinin kalmamasına yeniden odaklanılması çağrısı yaptı: “Şu anda Afrin’de devam etmekte olan, dikkati dağıtan bir durum var. Bu durum QSD içinde yüzdesi net olmamakla birlikte yüzde 50 veya daha azı ya da çoğunun dikkatini dağıtıyor, Kürt arkadaşlarının Afrin’de saldırı altında olduğunu görüyorlar ve bu da onların dikkatinin oraya kaymasına sebep oluyor. Bazı durumlarda ise bazı birlikler oraya (Afrin’e) kaydı.” Mattis, bu olumsuz gelişmeden doğrudan Ankara’nın sorumlu olduğunu açıklamış oldu.
ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’ın Ankara’ya gelmeden bir gün önce yaptığı “ABD YPG’ye hiç ağır silah vermedi, dolayısıyla geri alacak bir şey de yok” açıklaması, YPG’nin askeri olarak desteklenmeye devam edeceği anlamına geliyor. Aynı şekilde Ankara’nın Afrin operasyonuna son vermesi çağrısını da birkaç kez tekrarlayan Tillerson’ın Ankara’daki görüşmelerde kamuoyu önünde yapılan açıklamalardan çok kapalı kapılar ardında konuşulanlar önemlidir.
ABD’nin eski Ankara büyükelçilerinden Eric Edelman ile eski Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Jake Sullivan’ın Politico dergisi için kaleme aldıkları makalelerinde “Türkiye’nin kuzeybatı Suriye’de ABD destekli Kürt güçlerine karşı giriştiği operasyonun yeterince istikrarsızlaştırıcı olduğu” savunulurken, “Ankara’ya Münbiç’e saldırmanın çok ağır sonuçları olacağı ve Washington’un gerekeni yapmaya hazır olduğu anlatılmalı. Washington, Türkiye’nin ABD askerlerinin bulunduğu mevzilere saldırmasının ortaya çıkartacağı sonuçları net bir şekilde ifade etmeli. Bu, son birkaç yıldır Rusya-Türkiye ilişkilerini karakterize eden sert ve karşılıklı bir yaklaşımla yapılmalı. En azından Türk savunma sanayi, mali sektör ve yolsuzluklara bulaşmış yetkililerini hedefleyen ambargolar konulmalı” denildi. Washington’ın politikasını çok açık bir şekilde özetleyen ABD’nin iki önemli bürokratı tarafından yapılan bu açıklama, aynı zamanda Washington politikasının dışavurumu olarak okunabilir. ABD’nin Savunma ve Dışişleri bakanları muhataplarına bu durumu çok net olarak açıklar.
Washington, YPG’yi Afrin’de desteklemeye devam edecek
Savunma Bakanı Jim Mattis’in “YPG, gücünün yüzde 50’sini Afrin’e kaydırmaya başladı” açıklaması, ABD kontrolündeki bölgelerden Afrin’e ağır silahların gitmeye başlaması ve bir hafta önce 50 TIR silahın YPG’ye gönderilmiş olması, ABD’nin Afrin politikasının ipuçlarını veriyor. ABD Suriye’de uygulamak istediği strateji için YPG’nin Afrin’de yenilmesini istemez ve izin vermez. Planlamasını da buna göre yapar.
Türk ordusunun tahmin edilenin çok ötesinde askeri kaybının artması, ciddi oranda zırhlı araç kaybetmesi, iki savaş helikopteri ve iki insansız hava aracının düşürülmesi, önümüzdeki süreçte savaş uçaklarının düşmeye başlama olasılığını önceden hatırlatır gibidir. YPG güçlerine bu savaş teknolojisinin kimler tarafından temin edildiği sorusunun yanıtı sanırım herkes tarafından biliniyor. Türkiye’nin beklenilenden fazla Afrin’de kalmasıyla savaş gücünün çok daha fazla kırılmasına yol açacağı gibi, NATO’nun ikici büyük ordusunun savaş kapasitesinin ne kadar zayıf olduğunun ortaya çıkması da önemli bir veri olacaktır.
Pentagon, Ankara ile Münbiç savaşını Afrin’de başlattı. Türk ordusunun Afrin içerisinde girdiği bataklıktan çıkıp Münbiç’e yönelme şansı zaten olmayacaktır. Bu nedenle “Afrin benim güvenlik alanım değildir” mesajıyla Ankara’yı Afrin’e sürükledi. Bu kez tersine Afrin savaşı içinde boğulup kalması için YPG güçlerine askeri desteği daha fazla artıracaktır.
YPG ile ABD’nin bölgedeki askeri generalleri arasında yapılan görüşmede, Ankara’nın Fırat’ın doğusunda yönelik herhangi bir saldırısına izin verilmeyeceği konusunda bir anlaşma yapıldı. Bu nedenle YPG güçlerinin bir kısmının Afrin’e yönelmesine karar verildi. Savaş gücü çok daha belirginleşen YPG merkezli QSD, Suriye denklemindeki pozisyonunu daha da artıracaktır. Bu durum, ABD’nin Suriye’deki stratejisini güçlendiriyor.
Rusya da PYD’yi toptan kaybetmemek için bir kısım adımlar atıyor. Şam yönetiminin hava savunma sistemini aktifleştirdiğini açıklamış olması ve önümüzdeki süreçte Türk savaş uçaklarına karşı hamleler yapması, Rusya-Şam yönetiminin PYD ile kurmak istediği yeni denklemi yansıtıyor.
Afrin’de hem QSD’nin aktif direnişi hem de halkın dahil olduğu topyekun bir savunma gücünün oluşması, ABD ve Rusya’nın Suriye denklemindeki ittifak ilişkilerini de yeniden tanımlayacaktır. Her iki gücün merkezinde Türkiye olmayacaktır ama PYD ile ilişkileri çok daha fazla kalıcılaştırmak için yeni adımlar atacaklardır. Bu nedenle önümüzdeki haftalar uluslararası güçlerin Afrin politikasını da çok ciddi oranda etkileyecektir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daha aktif bir düzeyde devreye girmesi sürpriz sayılmamalıdır.
Ankara’ya verilen süre önemli oranda doldu. Bu zaman dilimi içinde beklenilen askeri hamleyi gösterememesi ve askeri performansının düşmeye başlaması Türkiye’nin iç politikasını çok ciddi oranda etkileyecektir. Yeni politik sürprizlerle karşı karşıya kalacağız. Türkiye’nin iç politik krizi, özellikle ABD’nin bölgesel stratejilerine hizmet edecek gibi görünüyor. Nisandan itibaren Zarrab davası yeniden gündemleşecektir. Aynı şekilde Ankara’nın radikal İslamcı örgütlerle olan ilişkilerinin uluslararası kurumların önüne gelmesi de sürpriz sayılmamalıdır. Bütün bu olasılıklar Türkiye’nin iç dinamiklerini çok daha ciddi bir şekilde krize sokacaktır. Afrin’deki başarısızlığa paralel olarak iç krizi derinleştirecek uluslararası yaptırımlar, ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet edecek gibi görünüyor.
Ankara, bir tek “Osmanlı tokadı” atamadan çok sayıda sille yemeye başladı. Kamuoyuna yönelik çıkarılan gürültülerin etkisi kısa vadeli olur.
Tillerson ile Çavuşoğlu’nun yaptıkları ortak açıklamada ilginç bir ayrıntı var: “Türkiye-ABD Stratejik Ortaklığı Hakkında Ortak Açıklama” taslağında, “DEAŞ; PKK ve El Kaide ve diğer tüm terör örgütleriyle mücadele…” olarak tanımlanan açıklamada YPG’nin yer almamış olması, ABD’nin tutumu bakımından bize bir fikir veriyor.
Başbakan Yıldırım’ın Almanya’da Merkel ile yaptığı görüşmede, ülkenin demokratik ve hukuksal sorunları gündeme geldi. Aynı şekilde ABD Dışişleri Bakanı Tillerson Türkiye’nin iç politikasındaki sorunlara vurgu yaptı.
Afrin’de boğuşan Ankara, iç politik ilişkilerde de sıkışmış görünüyor. Uluslararası beklentilere uygun adım atmadığı taktirde iktidarın 2019 beklentilerinin boşa çıkması yüksek bir ihtimaldir.
Tek bir çözüm yolu var: Türkiye’nin demokratikleştirilmesi için çök yönlü adımların hızla atılması, savaşa karşı barış endeksli politikaların yaşama geçirilmesi, bölgesel ilişkilerin daha objektif ve gerçekçi planlar üzerinde kurulması.
Bir yıldır tutuklu olan Almanya vatandaşı gazeteci Deniz Yücel tahliye edildi. Türkiye’de sürprizler her zaman mümkündür.