MUSTAFA KEMAL ERSÖZ yazdı: “Dünyanın en büyük militarist ekonomisi ABD, kendini bu yeni merhaleye göre yeniden örgütlüyor. 3. Paylaşım Savaşının yeni bir aşamaya sıçradığı bu anda tarih hepimizin kulağına çok yakıcı ve acil bir hakikati fısıldıyor: Ya sosyalizm ya barbarlık!”
MUSTAFA KEMAL ERSÖZ
Bu hafta başında, ABD Başkanı Trump, ülkemizde de kimi nedenlerden ötürü epey bir ilgiye mazhar olan 4,4 trilyon dolarlık bütçe teklifini Kongre'ye sundu. Savunma, askeri harcamaların arttırılmasını öngören bütçe teklifi esasen son iki ayda ABD hükümeti tarafından yayınlanan iki belgenin devamı niteliğinde; sözkonusu iki belgenin de ortak noktaları şu gerçeği yüksek sesle ve net bir şekilde ifade ediyor: ABD, yükselen emperyal rakipleri Çin ve Rusya'ya karşı yeni bir savaş konsepti örgütlemeye hız vermiş durumdadır.
Sovyetler’in çözülüşünün akabinde soğuk savaşın bittiğini, tarihin sonunun geldiğini vaaz eden liberal safsataların aksine Sovyet çözülüşüyle başlayan 3. Paylaşım Savaşının gittikçe yerkürenin çeşitli bölgelerine yayılan sömürge kazanma rekabetinin, diplomatik metodların, vekalet savaşlarının ötesine geçerek emperyal güçler arasında doğrudan sıcak çatışmaların da öngörüldüğü yeni bir merhaleye doğru derinleştiğini, safların belirginleştiğini söyleyebileceğimiz bir tarihsel eşikte görünüyoruz.
Şöyle ki; bütçe tasarısından önce Aralık ve Ocak aylarında yayımlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Ulusal Savunma Stratejisi belgeleri gösteriyor ki, Sovyetlerin çözülüşünden bu yana neredeyse tartışmasız görünen ABD egemen sınıflarının dünya egemenliği anlayışının artık risk altındadır ve sözkonusu sınıflar, ABD ekonomisinin kaynaklarını olası bir çarpışma için silahlanma programına yönlendirerek emperyaller arasındaki güç kaymasına karşı koyma kararlılığı içerisindedir.
Emperyal güçler arasındaki rekabetin doğrudan bir biçim kazanmaya başladığını ve 90’lı yıllar ile 2000’li yılların başında rakipsiz görünen ABD emperyalizmin küresel jandarmalık bahanesi olagelen Terörizm başlığının ABD ulusal güvenlik kaygıları hiyerarşinde ikinci sıraya düştüğünü Pentagon’un Ulusal Savunma Stratejisi belgesinde açıkça gözlemleyebilmek mümkün. Mevzubahis belge “ABD refah ve güvenliğine yönelik en büyük sorunun, uzun vadeli stratejik rekabetin yeniden ortaya çıkması” olduğunu belirtmektedir."Çin ve Rusya'nın, otoriter modelleriyle tutarlı bir dünyayı şekillendirme istekleri gittikçe daha çok netlik kazanmaktadır – diğer ülkelerin ekonomik, diplomatik ve güvenlik kararlarına karşı veto hakkına kavuşmuşlardır” tespitini yapmaktadır. İki belge de ABD emperyalizminin son yirmi yılda rakipleri karşısındaki hegemonik konumunu yitirdiği ortak anlayışıyla başlamakta, buna bağlı olarak da dört rakip tespit edilmiş durumda: İki “haydut devlet”, İran ve Kuzey Kore ile iki “revizyonist güç”, Rusya ve Çin.
21. yüzyılın ilk yıllarında ABD'nin stratejisini yaslandığı temel bahane “teröre karşı savaş” gündemi açık ki başarısızlıkla sonuçlandı. Bu 15 yıldan uzun sürede ABD emperyalizmi, Ortadoğu'daki çatışmaların tamamına müdahil oldu ve tüm bozguncu çabalarının nihayetinde ne yaptıklarını gerçekten bildiklerine ve elde edebildikleri kazanımlara dair hiçbir somut neticeye varamamış durumdalar. Öyle ki ABD, siyasal müdahalelerle İran’da molla rejimini değiştirmek için ve Irak ile Afganistan’daki işgalleri çin yüz milyarlarca dolar harcadı. Gün itibariyle ne Irak ne Afganistan'da ABD iktidarı kontrol edebiliyor. İran’ın önünü kesmesi umulan Irak kampanyası İran’ı sıkıştırmak bir yana bilakis Irak’ın kapılarını İran’a açmış, nerdeyse Irak’ı bir İran eyaletine dönüştürmüş durumda. Öte yanda Afganistan’da durum hiç de farklı değil; Taliban yok olmak bir yana hala etkinliğini sürdüren bir güç durumunu koruyor.
Daha sonrasında “Arap Baharı” rüzgarlarının estiği dönemde ABD hem iş üstünde yakalandı hem gafil avlandı. Gafletin vermiş olduğu panikle bu kısa “bahar”a son vermek için müdahale ederken, aslında hiçbir hedefe ilerlemeyi başaramadı; sadece işleri daha karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hale soktu. Savunma Stratejisinin “Ortadoğu istikrarına en önemli meydan okuma” olarak tanımladığı İran, sadece Irak'ta değil, Suriye ve Lübnan'da da daha güçlü hale geldi. ABD emperyalizminin sadık müttefikleri olan Suudi Arabistan ve İsrail dahi görece daha özerk bir eylem rotası takip eden ve bazı durumlardaABD’ye burun kıvıran tutumlar geliştirdiler.
Ve bu günlerde ABD Suriye’nin kuzeyinde, daha özel bir lokasyonla Fırat’ın doğusunda konumunu güvence altına almaya çalışıyor. Sahadaki müttefikleri olan Kürtler ile Kürt iradesi ve kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan sadık müttefiki ve NATO üyesi Türkiye arasında beynamaz ve yine ne yaptığından emin olmadığı izlenimi uyandıran bir durumda görünüyor. Suriye savaşı İran'ın bölgesel gücünü genişletmekle kalmadı, aynı zamanda Rusya'nın da nüfuz alanını genişletmesine olanak tanıdı. 2015 yılındaki Rus müdahalesi savaşın akışının yönünü değiştirdi. Böylelikle, Rusya geri çekilme yıllarının sona erdiğini göstermiş oldu. Rusya, ABD ile nükleer silahlanma yarışında denkliğini sürdürürken Gürcistan, Kırım, Ukrayna ve Suriye’ye yayılan geniş bir alanda silahlı kuvvetlerinin savaş pratiğini geliştirme olanağı yakaladı.
Rusya 2008 yılında Gürcistan'da ABD'ye meydan okudu ve daha yakın zamanlarda da aynısını Ukrayna ve Kırım'da yaptı. Pentagon’un Savunma Stratejisi, ABD'nin rakiplerinin nispeten düşük gerilimli meydan okumalarla kazanımlar elde ettikleri "gri bölge" çatışmalarını, ABD'nin dünya hegemonyasına zarar veren gelişmeler olarak ele alıyor.
Kafkaslar ve Ortadoğu’daki başarısızlık tablosunun aynıyla Uzak Asya’da tekrarlandığını söyleyebilmemiz mümkün. Pyongyang'a rejim değişikliği için yıllar boyunca uygulanan yaptırımlar ve ABD’nin bitmeyen tehditleri Kuzey Kore rejimini caydırmak şöyle dursun, kendilerini korumak için yegane kozun ellerindeki nükleer silahlar olduğuna iyiden iyiye ikna etti ve Kuzey Kore bugün Japonya ve Güney Kore gibi ABD müttefiklerinin de ötesinde, ABD anakarasına da yetişecek menzile sahip füzeler geliştirmiş durumda. Bu gelişme, elbette ABD'nin Uzak Asya'daki on yıllardır süren askeri planlamasını akamete uğratıyor. ABD ile Kuzey Kore arasındaki olası bir çatışma, bölgesel güç olan ve yakında dünya gücü statüsüne yükselecek gibi görünen Çin ile yaşanacak daha büyük bölgesel bir savaşı tetikleyebilir. Pentagon’un Savunma Stratejisi sözkonusu olasılığı şöyle belirtiyor:“Çin, gücünü askeri modernizasyon, nüfuz operasyonları ve yırtıcı ekonomiden alarak komşu ülkeleri Hint-Pasifik bölgesini kendi çıkarları doğrultusunda yeniden düzenlemek için zorlamaktadır … gelecekte küresel üstünlüğü elde etmek için Amerika'yı yerinden etmektedir.” Yukarıda bahsettiğimiz tehditlerle baş etmek artık ABD savunma stratejisinin ana hedefi haline gelmiş görünüyor.
Ne var ki ABD hegemonyasına yönelik tehditler sadece askeri alanlarla da sınırlı değil. Dünyanın en büyük askeri cephaneliğine sahip olmak ve sürdürülebilirliğini sağlamak için ABD’nin güçlü bir ekonomiye ihtiyacı var. ABD burada da üstünlüğünü kaybetmektedir. 2000 yılında ABD ekonomisi dünya GSYİH'sinin yüzde 31'ini oluştururken; bugün bu rakam yüzde 24 olarak kaydedilmektedir. Çin ise payını yüzde 4’ten yüzde 15’e yükseltmiştir. Çin yönetici sınıfı, ülkelerinin yükselen ekonomisini, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa üzerindeki egemenliğini güvence altına almak için ABD tarafından kullanılan Marshall Planı'nın yedi katı daha büyük olacak “Bir Kuşak Bir Yol” girişimi aracılığıyla jeo-stratejik bir güç haline getirmeye çalışmaktadır. Yine Pentagon’un Savunma Stratejisi’ne kulak verecek olursak, bu durumu “Bugün, rekabetçi askeri avantajımızın aşınmış olduğunu fark eden bir stratejik atrofi dönemi ortaya çıkıyor” diye savunmaktadır. "Revizyonist güçlere" yönelik baskın stratejiler onları dizginlemeyi başaramamış görünüyor.Güvenlik stratejisi durumu şöyle açıklamaktadır:“Bu rekabetler [Çin ve Rusya ile] Birleşik Devletler’in son yirmi yılın politikalarını -rakiplerin uluslararası kurumlara ve küresel ticarete dahil olmalarının onları iyi niyetli aktörlere ve güvenilir ortaklara dönüştürdüğü varsayımına dayanan politikalar- yeniden düşünmeyi gerektirmektedir.Çoğunlukla, bu önermenin yanlış olduğu ortaya çıkmıştır.” Ve buna mukabil önerilen çözüm hiç de şaşırtıcı değil: ABD’nin savaş kapasitesinin muazzam genişlemesi.
Belgeler, Amerikan halkının korunması ve "bugün keyif aldığımız özgürlüklerin" gelecek nesillere geçmesi için yapılan atıflarla dolu olsa da herkesin bildiği üzere bu belgelerin koruma ya da özgürlük ile hiçbir ilgisi yoktur; yalnızca saldırganlık ve otoriterlik içermektedir. Bir zamanlar dünya düzeni için tehdit olarak nitelendirilen iklim değişikliği bir anda gündemden düşmüş, yerini ise “enerji egemenliğini kucaklamak” almıştır. Güvenlik Stratejisi ABD halkının refahına yönelik en önemli temel haklarından bir kez bile bahsetmemektedir. Saldırgan yeni bir konseptle yola devam istediklerini ilan ederken, Trump yönetimi ve Pentagon, ABD'nin uzun zamandır dünyanın en saldırgan gücü olduğunu gizlemeyi çalışmaktadır. Savunma Stratejisi'nin belirttiği gibi, “Kuvvet yoluyla barış elde etmek, ortak gücün savaşa hazırlık yoluyla çatışmayı caydırmasını gerektirmektedir.”
Oysa ABD askeri harcamaları dünya toplamının yüzde 36'sını oluşturmaktadır ve 11 Eylül'den bu yana ABD askeri kapasitesini hızla genişletmeye devam ediyor. Ancak bu bile tek başına ABD yönetimi için yeterli görünmüyor olsa gerek. Pentagon, silahlı kuvvetlerin fon eksikliğinden dolayı çürümek üzere kaderine terk edildiğini savunarak parasızlıktan yakınmakta. ABD silahlanma planlarının merkezinde, ülkenin nükleer gücünün geliştirmek yer almaktadır. 31 Ocak'taki ulusa sesleniş konuşmasında Trump, nükleer gücün modernizasyonu ve yeniden inşası konusundaki kararlılığını “eşsiz güç” inşa etmek için “gerçek ve büyük savunmamız için en kesin yol”olarak ilan etmişti. Balistik füzeler ve bombalara ek olarak, Pentagon’un yeni silah sistemleri satın almak için halihazırda uzun bir alışveriş listesi bulunduğundan söz ediliyor. Ancak tam da burada bu belgelerin pervasızca savaş isteyen bir delinin eseri olmadığını vurgulamak önemli. Öyle ki tüm belgeler Rusya ile olan rekabeti ön plana çıkarmakta; ancak son iki yıldır Trump, Vladimir Putin ile iyi geçinmek istediğini belirtiyor. Bu belgeler Clinton’un yayınladığı strateji belgelerinden çok da farklı değil: ABD emperyalizminin Yeni Dünya düzenindeki mantığının ülkeyi hiper-militarizme doğru ittiğini söylememiz mümkün görünüyor.
Trump'ın “Amerika'yı Yeniden Harika Yap” sloganının dayandığı görüşünün altında, ABD'nin IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Birleşmiş Milletler’e ödenen fonları kısıtlaması; Trans Pasifik Ortaklığı (TPP) ve Paris iklim Anlaşması’ndan çekilme ve NAFTA'yı yeniden pazarlık etme; uluslararası kapitalist düzendeki ABD desteğini azaltırken diğer yandan içerde sermaye sınıfı için devasa vergi indirimleri yapılması; yanı sıra, özel-kamu altyapı projeleri için harcamaları arttırarak sermayeye verilen rüşvetlerle “Önce Amerika” diye formülize edilen içeriye yönelme ile elde edilecek tasarrufları askeri hazırlıklara aktarma planı yatıyor.
ABD’nin yeniden silahlanma programı ve altyapının yeniden inşası planı önümüzdeki on yıl boyunca trilyonlarca dolara mal olacak. Bir balon gibi gün geçtikçe büyüyen ABD askeri bütçesini finanse etmenin külfetini ve büyük acısını elbette yine işçi sınıfı ve yoksullar yüklenecektir: Yalnızca yüksek vergiler ve sosyal güvenlik ile sağlık hizmetleri kesintileri değil, aynı zamanda ulusal güvenlik adına özgürlüklerin daha da zayıflaması ve meydana gelebilecek herhangi bir askeri çatışmada sayısız can kaybı ile de bu böyle olacaktır.
Hali hazırda dünya halkları için oldukça tekinsiz ve tehlikeli bir dünyada yaşıyoruz. Ve şimdi gün itibariyle bölgemizde yoğunlaşan ve tüm yıkıcılığı ile derinleşen 3. Paylaşım Savaşı yeni biçimleriyle suyun yüzüne vuruyor. Dünyanın en büyük militarist ekonomisi ABD, kendini bu yeni merhaleye göre yeniden örgütlüyor. 3. Paylaşım savaşının yeni bir aşamaya sıçradığı bu anda tarih hepimizin kulağına çok yakıcı ve acil bir hakikati fısıldıyor: Ya sosyalizm ya barbarlık!