CHP Kılıçdaroğlu eliyle bir hokkabazlık peşinde olduğunu gösterdi. Bir zamanların proto faşist partisi CHP 1960’larda İnönü’nün kendi deyimiyle gelişen solun önünü kesmek için “ortanın solcusu” olmuştu. Yetmeyince Ecevit eliyle de sosyal demokrat oldu.
Ecevit 12 Eylül darbesinin ardından soldan umudunu kesince “solun” içini nasıl sağla dolduracağının yol ve yöntemlerini araştırdı ve iktidar olmak için iyi İslamcı Fethullah Gülen’i buldu; sahiden de MHP ve ANAP’la bir araya gelerek iktidar oldu. Bu sosyal demokrasi için düşünülemeyecek bir durumdu ama ortada sosyal demokrasi olmadığı için pek sorun olmadı.
Ecevit’in derslerini izlemiş olmalı ki Kılıçdaroğlu da bir Alevi olarak Mansur Yavaş’ın Ankara belediye başkan adaylığı ile faşistleri meşrulaştırma adımlarının ardından bu kez daha cüretli bir adım atıp “siyasal İslamcı iktidardan kurtulmak üzere” MHP ile birlikte Amerikancı İslamcı bir çizginin meşrulaştırılmasına Cumhurbaşkanlığı seçimi vasıtasıyla girişti.
12 Eylül darbesi toplumsal muhalefeti yok etmek ve neo-liberal politikaları egemen kılmak amacıyla yapılmıştı. Her ikisinde de öylesine başarılı oldu ki, solcuların önemli bir kısmı hızla değişik türden sağcıya dönüşürken 12 Eylül’e karşı olduğunu söyleyen tüm partiler de “neo-liberalizmi ben daha iyi uygularım” rekabet kulvarına yerleştiler. Bu, paradigmanın dönüşmesidir.
Şimdi de yeni bir paradigma dönüşümü dönemi yaşamaktayız. Toplumun İslami kurallara göre muhafazakarlaştırılması paradigması, ondan kurtulma iddialarını da kendisi için kullanarak egemenliğini geliştirmektedir. Üstelik
iddiaya temel oluşturan “Ne olursa olsun RTE’den kurtulalım” faydası bile ortaya çıkmamaktadır. Ankara ve İstanbul belediye seçimlerinin kaybının ardından bu seçim de aynı sonucu verecek görünmektedir. Aslında kazansa da aynı paradigma kazanmış olacaktır.
Bu yürünen yolda değil AKP’den kurtulmak, tersine onun biten ömrüne kendi ömründen ömür katmak kaderiyle yüz yüze geliyorlar. AKP emperyalizm açısından özel misyonunu bitirmiş olmak dolayısıyla yerini bir başka seçeneğe bırakabilirdi. Ama ona karşı onun paradigması içinden sürdürülen politika biçimi kaybettiği kanı geri kazanmasına olanak sağlamaktadır.
Hiç bir alternatif politika kendi hayat alanını yaratmadıkça hakim olanın içinden yürüyerek başarılı olamaz. CHP’nin bu düşmanına kan verme politikasının bir benzerini de kimi sol partiler Kürt meselesinde sergilemektedirler. Enternasyonalist bir hayat alanı yaratmak yerine egemen milliyetçiliğin duvarlarına çarpmadan politika yapmak amacıyla Kürtlerden uzak durmak, bu uzaklığı akla uydurabilmek için sosyal şoven bir söylem geliştirmeyi de kaçınılmaz kılmaktadır. Bu yolla gelişen sosyalizm değil şovenizm olmaktadır.
CHP’nin bu politikası AKP’ye can katarken, sol adına oynadığı sahte rolün deşifre olmasıyla da sosyalist mücadelenin ve muhalefet hareketinin önünü açmakta ve 3. Çizginin gerçek potansiyellerinin görünür hale gelmesine imkan sağlamaktadır; mesele bunu değerlendirebilmekte.