Lafı dolandırmanın ne gereği ne de anlamı var. Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığının ne manaya geldiği açık. Türkiye’de siyasal rejim, Erdoğan figürü etrafında şefçi-otoriter bir istikamette yeniden yapılandırılıyor, cumhurbaşkanlığı seçimi de bunun bir adımı. İhsanoğlu’nun “çatı adaylığı” ise CHP’nin Erdoğan’ı geriletmek için “sağa açılmak gerektiği” inancının bir uzantısından ibaret. Sağın sağla, şerrin ehven-i şerle yarıştığı bir seçim süreciyle karşı karşıyayız. Selahattin Demirtaş’ın adaylığı, HDP projesinin ciddi sorun ve eksikliklerine karşın sosyalistler açısından anlamlı tek seçenek.
Bunun tartışılması bile abesken sosyalist hareketin bir dizi belirleyici yapısının, kadro ve ilişkilerini seçimlerde fiilen serbest bırakan tutumu akıl alır şey değildir. Seçim sistemine, aday gösterme usulüne, adayların eşitsiz imkânlarla kampanya yürütmelerine vs. dönük itirazlar ne kadar haklı olsa da mevcut olumsuz koşullarda hiç değilse bir aralık açmak, yarınki mücadeleler açısından kısmi de olsa bir birikim oluşturmak açısından en elverişli adayın etrafında kenetlenmek, acil ve yakıcı sosyal ve demokratik taleplerin yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmak kaçınılmaz bir görevdir.
Demirtaş’ın HDP tarafından aday gösterilmesi şu ya da bu gerekçeyle eleştirilebilir, daha açık bir aday belirleme sürecinin solun ve toplumsal muhalefetin bütünü açısından daha anlamlı sonuçlara yol açacağı elbette ileri sürülebilir. Doğrudur da. Ancak buradan hareketle küsmek, “ben oynamıyorum” demek olacak şey değil. İstesek de istemesek de cumhurbaşkanlığı seçimi, toplumun belli siyasal meseleler etrafında saflaştığı bir süreç olacak. Bu sürece şu ya da bu biçimde müdahale etmekten hangi gerekçeyle olursa olsun imtina etmek kelimenin gerçek anlamında apolitik bir tutumdur. Kitlelerin seçimleri yanlış da olsa bir olanak olarak gördüğü koşullarda seçim sürecinde (şu ya da bu biçimde) görünmez olmayı seçmek, doğrudan da olsa dolaylı da olsa, sistem içi seçeneklere işaret etmek anlamına gelir.
Yerel seçimler bu tutumun en tipik örneği olmuştur. Büyük ölçüde “bas geç” eğilimine teslim olunmuş, Ankara gibi bağımsız aday girişiminin gerçekleştiği yerlerde ise adaya sahip çıkılamamış, seçim çalışması başladıktan kısa süre sonra sessiz sedasız herkes kenara çekilmiştir. Bu vahim tablonun bir açıklamasını yapmadan, eleştirisini gerçekleştirmeden, bu defa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tekrardan “sandık değil sokak” şişinmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Açıkçası “sokak”, ancak sandıktan kaçmak, seçim süreçlerinde görünmez olmak adına kullanılan bir lafazanlığa dönüşmüş durumdadır.
Seçim süreçleri devrimci sosyalistler açısından toplumsal direnişlerin ve sınıf mücadelesinin bir uzantısıdır. Yani her seçim süreci, seçim sonrasında bu mücadeleler açısından daha donanımlı, daha hazırlıklı olunmasını sağlayacak şekilde sosyalist hareketin inşasına bir biçimde katkıda bulunuyorsa anlamlıdır. Sosyalist çevre ve gruplar, seçimlerden kaçmak veya seçimlerde olmadık hayallere kapılmak yerine, mümkün mertebe bu süreçleri ezilenlerin ve onların mücadelelerinin belli bir program ve talepler çerçevesinde derlenmesi için vesile kılmaya çalışmalıdırlar. Bu bakımdan, Demirtaş’ın adaylığını mevcut güç ilişkileri ve kurumsal yapı içinde mümkün tek seçenek olarak desteklemek, dahası Demirtaş’ın Kürt özgürlük hareketinin mevcut seçmen tabanının ötesine ulaşmasını sağlayacak şekilde faaliyet yürütmek, önümüzdeki dönem mücadeleler açısından da küçümsenmemesi gereken bir birikim yaratacaktır.
Üstelik mesele salt seçimler gibi kısa vadeli bir gündemle de ilgili değildir. Türkiye kapitalizminin ve Türkiye dış politikasının coğrafi yeniden yapılanması bölgeye doğru açılıyorken, Ortadoğu coğrafyasında yüzyıllık sınırlar değişir hale gelmişken; başka bir deyişle Kürdistan’ın da içinde bulunduğu geniş coğrafya devrimci siyaset açısından giderek stratejik bir önem kazanırken, sosyalist solun Kürt özgürlük hareketi ile ilişkisini bu hususlardan hareketle stratejik düzeyde yeniden güncellemesi gerekir. Daha önce de çeşitli vesilelerle ifade ettiğimiz üzere, Kürt özgürlük hareketinin örgütsel ve politik bazı pozisyonları sosyalistler tarafından eleştirilebilir, eleştirilmelidir de. Eleştirel bir yoldaşlığın zeminlerini inşa etmektense, Kürt özgürlük hareketiyle giderek daha fazla mesafelenmek, Türkiye ve Ortadoğu halklarının özgürlük ve eşitlik mücadelesi açısından hayırlı sonuçlar üretmeyecektir.
Kürt hareketinin ikinci turda tutumunun ne olacağına dair spekülasyonlara yaslanarak Demirtaş adaylığı karşısında sinik bir tavır takınmak ciddi bir hatadır. İkinci turda söz konusu olabilecek bir “yalpalama” karşısında Kürt özgürlük hareketini eleştirebilmek için, Demirtaş adaylığını olanca gücümüzle desteklemek gerekir. Bugün anlamlı tek seçenek olan Demirtaş adaylığı karşısında sessiz kalanların, yarın bir eleştiri hakkı olmayacak, eleştirileri boşlukta kalacaktır. Sosyalistler ile Kürt özgürlük hareketi arasında köprüler inşa etmek gerekliyken mevcut köprüleri atmaya dönük her tavır, yakın gelecekte vahim sonuçları olacak bir sorumsuzluk örneğidir.
Toplumsal ve siyasal güç dengelerinde radikal bir kopuş elbette seçimler aracılığıyla gerçekleşmeyecek. Ancak seçimler de dâhil siyasal alanın bütün tezahürlerinde mümkün mertebe görünür olmayan, kendini devrimci bir siyasal seçenek olarak örgütlemeyen veya anlamlı bir siyasal seçeneğe referans vermekten bile imtina eden bir sosyalist solun, siyasal geleceğinin her geçen gün biraz daha silik bir hâl aldığı da aşikârdır.