Sermaye birikimi ve sınıflar arasındaki mücadelenin sosyo-mekânsal boyutu, henüz ülkemizde yeterli ilgiye mazhar olmuş değil. Oysa, 15-16 Haziran direnişinin gelişimine bakarken, işçilerin siyasi tercihleri ve mekânsal dinamikler üzerinden yapılacak bir çözümleme ufuk açıcı olabilir
HAKAN KOÇAK
Bu yazıda 15-16 Haziran direnişinin sosyo-mekânsal boyutları üzerinde yorumlar geliştirmeyi, dönemin işçi sınıfı yapısına dair okumalar yapmayı hedefliyoruz. Türkiye işçi hareketi tarihi yazınında yeterli ilgiyi görmemiş olduğunu düşündüğümüz iki tema; sınıf hareketinin mekânsal boyutu ve işçilerin siyasi tercihleri, yapacağımız okumaların temelini oluşturacaktır. Elbette burada bir gazete yazısının hacmi dikkate alınarak, ortaya konacak argümanların ayrıntılı açıklamalarının yapılmasının imkânsızlığı göz önünde bulundurulmalıdır.
HAREKETİN MEKÂNSAL BOYUTU
Sermaye birikimi ve buna bağlı olarak sınıflar arasındaki mücadelenin coğrafi-mekânsal boyutu, dünya Marksistlerinin epey zamandır üzerinde durdukları konulardan olsa da henüz ülkemizde yeterli ilgiye mazhar olmuş değil. Hele de işçi hareketi tarihi bağlamında. Oysa örneğin, 15-16 Haziran direnişinin oluşum ve gelişimine bakarken mekânsal dinamikler üzerinden yapılacak bir çözümleme ufuk açıcı olabilir.
Direniş, her şeyden önce büyük bir coğrafi yoğunlaşmayla ilişkilidir. İstanbul’un 1950’li yıllardan itibaren yaşadığı hızlı ve yoğun sanayileşme süreci 1960’larda daha da hız kazanmıştır. Hem kamu yatırımlarından bu kente ayrılan büyük pay, hem de uygulanan cömert teşviklerin çektiği özel ve yabancı sermaye yatırımlarıyla İstanbul, Türkiye sanayiinin büyük bölümünü bünyesinde toplar. 1964-1972 yılları arasında kentteki imalat sanayii yatırım ve üretiminde çok yüksek bir büyüme yaşanır (1964’te 1.293 olan, 10 ve daha fazla işçi çalıştıran büyük işyeri sayısı, yüzde 82,4’lük bir artışla 1972’de 2.359’a yükselir). Yine bu dönemde İstanbul’un imalat sanayii katma değeri içindeki payı yüzde 38 civarındadır. Bu gelişmelere paralel olarak imalat sanayiinde istihdam edilen işçi sayısı da 1964’te 108 bin dolayında iken, yüzde 103’lük bir artışla 1972’de 219 bine ulaşır (Bu sayılar aynı zamanda Türkiye sanayii işçilerinin yüzde 35 ve yüzde 37.5’ine tekabül etmektedir). Özetlenen gelişmeler İstanbul’u ülkenin en büyük işçi sınıfı kenti haline getirmiştir. Benzer bir gelişme komşu kent Kocaeli’nde de yaşanır. İstanbul-Kocaeli kuşağı Türkiye işçi sınıfının dinamik gelişim çizgisini ve sınıflar mücadelesinin fay hattını temsil etmektedir. 1967’de Türk-İş’ten koparak kurulan DİSK tam da bu fay hattındaki dinamizmle büyür, burada gelişen işçi sınıfının taleplerine yanıt verir, mücadelesine öncü olur.
Ele alınan dönem içinde aynı zamanda İstanbul sanayiinin sektörel bileşiminde de değişimler yaşanır. Kentin gıda ve dokuma-giyim sanayiindeki payı azalırken; kimya ve metal eşya-makine imalat dallarındaki payı artış gösterir. 70’lerin başında madeni eşya sanayii kuruluşlarının yüzde 66.3’ü ve bu sektörde çalışan işçilerin yüzde 50.2’si kentte toplanmıştır. Dünyada geleneksel olarak işçi hareketinin öncü kesimini oluşturan metal sanayii işçilerinin bu yoğunlaşması, 1960’ların sonlarında DİSK’in öncü gücünü oluşturan Maden-İş Sendikası’nın ve 15-16 Haziran direnişinin gelişiminde etkili olacaktır.
15-16 Haziran 1970’te fabrikalarından çıkarak sokaklarda yürümeye başlayan işçilerin üç ana güzergâhta yoğunlaştıkları görülür. İstanbul Anadolu yakasındaki işçiler, Ankara yolu olarak isimlendirilen bugünkü E-5 karayolu üzerinden Pendik, Kartal, Maltepe hattını izleyerek Kadıköy’e yönelirler. İkinci güzergâhta, Haliç havzasındaki Kâğıthane ve Eyüp’ten gelenlerle Topkapı bölgesi işçilerinin yürüdüğü gözlenir. Üçüncü kol ise Levent-Mecidiyeköy yönünden gelen işçilerden oluşmaktadır. Madeni eşya sanayinin o sıralardaki dağılımına bakıldığında: büyük ölçekli işyerlerinin Topkapı, Eyüp, Kâğıthane, Alibeyköy ile Anadolu tarafında Kartal, Maltepe, Pendik ve Çayırova hattında toplandıkları görülür. Metal sektörü işyerlerinin bu coğrafi dağılımı ile işçilerin toplanma ve yürüyüş güzergâhları çakışmaktadır. Nitekim iki gün boyunca yürüyüşlere katılan işçilerin çalıştıkları fabrikalara dair verilen listelerde metal işkolundakilerin büyük bir çoğunluğu oluşturdukları görülür. İki gün süren gösterilerin ardından gelen sıkıyönetime rağmen direnişin sürdürüldüğü fabrikaların çoğu da yine bu işkolundadır.
Gösterilerin en özgün yanlarından birisi, öncü yürüyüşçülerin güzergâhlarındaki fabrikaların önlerinde yaptıkları çağrılarla buralardaki işçileri de kendilerine katmalarıdır. Coğrafi yoğunlaşma ve ana yollara ya da merkezlere yakınlık belirleyici bir etken olarak görülür.
1950’lerde oluşmaya başlayan ve özellikle Kâğıthane yönündeki gelişimini o sıralarda da sürdüren Haliç havzası ve 60’lı yıllarda giderek yoğunluk kazanan Kartal-Gebze-Kocaeli hattı, birbirlerine çok yakın onlarca büyük fabrikanın işçilerinin kolaylıkla bir araya gelebildikleri iki ana eylem yatağını oluşturur. Ana güzergâhlara ve tarihi merkeze uzak bir bölge olan Beykoz’daki fabrikalardan direnişe hiçbir katılımın olmaması bu noktada dikkate değer bir durumdur. Tabii bölgede DİSK’in güçlü bir örgütlülüğünün olmaması bu durumun başlıca nedenidir. Ama yukarıda saydığımız bölgelerde Türk-İş’e bağlı işyerlerinden ciddi katılımların olduğu da unutulmamalıdır. Bölgedeki Paşabahçe fabrikası, hem 15-16 Haziran’ın öncesindeki ünlü 1966 greviyle hem de direnişten hemen bir yıl sonra yaşadığı sert grevle işçi hareketinin odaklarından biri olmuştur. Bu yerel örüntüler içinde gelişmiş dinamizmin dönemin işçi hareketiyle eklemlenememesi, mekânsal dinamiğin ve örgütsel sınıf kapasitesinin işçi hareketinin gelişimindeki önemini gösterir.
İki gün boyunca kentin hemen tüm ana arterlerinde süren yürüyüşler ve bunları durdurmak için güvenlik güçleri tarafından oluşturulan barikatlarda yaşananlar David Harvey’in bu konuda söylediklerini doğrular niteliktedir: “İşçi sınıfı hareketleri ile burjuvazinin mekânı denetim altında tutma konusunda göreli güçleri, iki sınıf arasındaki güç ilişkilerinin çok uzun süredir kurucu unsuru olmuştur”. İşçiler önce mekânsal yakınlığı kullanarak güçlerini artırmış, ardından mekânı işgal ederek adeta sınıfsal bir sezgi ya da içgüdüyle kentin merkezlerine yönelmişlerdir. İktidar, barikatlar kurarak, köprüleri açarak ve en sonunda sıkıyönetim ilan ederek kentsel mekânın denetimini yeniden elde edebilmiştir.
Derin vadilere ve kentin sınırlarına itilmiş işçi kitleleri bu kalkışmayla kendileri için yasaklı olan alanlara girmiş; kentin tarihi merkezlerinden, Bağdat Caddesi gibi üst sınıf semtlerinden geçen yürüyüş kollarının ürkütücü görüntüsü, iktidardakiler için kentsel alandaki sınıfsal denetimin yitirilişinin sembolik bir resmini oluşturmuştur.
GÖSTERİCİ İŞÇİLERİN SOSYAL-SİYASAL PROFİLİ
Direnişle ilgili çalışmalarda, yapılan anma programlarında, 1970 yazında yaşanan bu büyük işçi direnişinde yer alanların siyasi, kültürel ve sosyal profilleri hakkında ciddi bir ilgiye rastladığımız söylenemez. O yıllarda, farklı teknik ve ilgilerle, farklı alanlarda yapılmış kimi sosyal bilim araştırmalarından ve seçim sonuçlarından yararlanarak bu konuda kimi ipuçları yakalamak mümkün olabilir. Örneğin 1970-71’de, hareketin geliştiği önemli bölgelerden birisi olan Kâğıthane civarındaki bir mahallede yapılan antropolojik gözlemlerde, büyük bölümü bölgedeki fabrikalarda işçi olan mahalle sakinlerinin ağırlıklı olarak, Sünni Karadenizliler ve Alevi-Kürtlerden oluşan iki büyük topluluk içinde gündelik yaşamlarını sürdürdükleri aktarılır. Semtteki küçük işletmelerin çoğunda, büyük ve organize işletmelerin ise bazılarında gözlenen, işçi ve patronlar arasındaki hemşerilik ve mezhep temelindeki himayeci bağlara değinilir. Yine siyasi tercihlerin de büyük ölçüde mensup olunan topluluğun paylaştığı kültürel değerler temelinde yapıldığına dikkat çekilir.
Yukarıda saydığımız yürüyüş güzergâhlarında yer alan, o tarihlerde büyük ölçüde birer işçi semti özelliği gösteren ilçelerin, direnişten kısa süre önce yapılan 1969 milletvekili seçimlerindeki oy dağılımlarına bakmak bize dönemin işçilerinin genel oy verme tercihleri hakkında fikir verebilir kanısındayız. Bu bağlamda, Eyüp, Gaziosmanpaşa (GOP), Kartal, Zeytinburnu, Beykoz gibi ilçelerdeki duruma bakabiliriz. Sayılan bölgelerin tümünde 50’lerin Demokrat Parti geleneğinin devamı olan merkez sağ çizgideki Adalet Partisi’nin (AP), Türkiye ve İstanbul ortalamalarının üstünde oy oranlarıyla birinci parti olduğunu, dönemin ana muhalefet partisi CHP’nin İstanbul ortalamasının altında oy oranlarında kaldığını görürüz. Sosyalist çizgideki Türkiye İşçi Partisi ise Eyüp ve GOP’ta İstanbul ortalamasının üzerinde oranlara ulaşabilmiş, diğerlerinde bu ortalamanın altında kalmıştır. İlçeler düzeyindeki bu oy dağılımının, gösterilerde yer alan işçilerin tercihlerini de büyük ölçüde yansıttığını düşünmemek için bir neden görünmüyor. Nitekim seçimlerden hemen önce yapılan bir alan araştırmasının sonuçları da AP’nin ağırlıklı olarak işçilerden oy aldığını göstermektedir. Bu sonuçlara bakılarak; merkez sağ eğilimindeki bir partinin seçmeni olmanın, militan bir işçi direnişine katılmak için bir engel oluşturmadığı ya da bu durumun kapitalist toplumlardaki sınıf mücadelesinin ekonomik ve siyasi düzeyleri arasındaki ayrımın Türkiye’ye özgü daha da ağırlaşmış bir tezahürü olduğu yorumları yapılabilir. Ama nasıl yorumlanırsa yorumlansın bu ikili yapının Türkiye işçi sınıfının ana gövdesi için tarihi boyunca ve şimdi de geçerli olduğu unutulmamalıdır.
Sonraki yıllarda yaşanan gelişmelere baktığımızda, zirvesini 15-16 Haziran direnişinin oluşturduğu 1960’ların işçi hareketi birikiminin, işçi sınıfının sosyal ve siyasal yapısında önemli dönüşümler yarattığını görmek mümkün olacaktır. Örneğin, sayılan işçi semtlerinin tümünde, 1973 yılında yapılan seçimlerde, bu kez ortanın solu açılımıyla işçi sınıfına yönelen CHP’nin birinci parti durumuna geldiği görülür. 1977’ye gelindiğinde ise daha yedi yıl önce yasal değişikliklerle kolayca tasfiye edileceği hesaplanan DİSK yüz binlerce emekçiyi Taksim Meydanı’nda buluşturabilecek bir kapasiteye erişmiştir. İşçi hareketimizin tarihini ve temel yönelimlerini anlayabilmek için, 15-16 Haziran direnişini her yönden ve daha derinlikli çözümlemelerle ele almak gerekli ve yararlı olacaktır. Kuşkusuz bu aynı zamanda büyük direnişin yaratıcılarına saygının da ifadesi olacaktır.
birgun.net’ten alınmıştır…
http://www.birgun.net/city_index.php?news_code=1244800746&day=12&month=06&year=2009