Seçim sonuçları ve onu izleyecek dalgalar üzerine değerlendirmeler / çıkarsamalar:
Sinan Gorgan /03 haziran 2014
Var, evet bir dizi çıkarsamam / öngörüm var, bu seçimlerden “doğacak” Avrupa’yı değerlendirmek için.
Yazının başlığı da size bu sinyali vermiyor mu zaten?
Bir çok “alametler” var bu seçim sonuçlarının içinden gelen ve bu an’a değin yaşanmış olanları da “evet, budur” diye mühürleyen.
Sayıları tamamen atlayarak olamaz bir “iyi” yorum. Sayılara, oranlara, matematiksel eğilimlere biraz bakmakta yarar var, ama onların içinde boğulmadan:
Her beş yılda bir yapılan Avrupa parlamentosu ve Avrupa birliğinin üç “kenti” var: Brüksel, Luxemburg ve Strassbourg. Bu seçilen vekiller, Strassbourg yolcusu oldular.
Toplam adetleri de 751 vekil oldu.
Örneğin Malta, Luxemburg, Kıbrıs 6’şar vekil verirken bu sayı Almanya’dan 96 delege / vekil oldu. Ortalama binde 6 oy alanlar kendi ülkelerinin kotasından seçildiler.
Üye 28 ülkenin nüfus oranına göre ama ülkesel seçimlerdeki, küçük (teknik) farklıklara göre seçildiler.
Ülke vatandaşlığına bakılmazsızın herkes kendi ikamet ettiği ülkede oy kullanabildi.
Fransa’da oturan Alman, Almanya için oy atamadı.
Yaklaşık 400 milyon seçmenin oy hakkı varken, bunlar %40’ı, 4 gün içinde ( 22 / 25 mayıs) oy kullandı,
Katılım, seçmenlerin ülke seçimlerindeki oy kullanma oranının %10 / %20 altında.
Bu özel bir durum değil, uzun periyoda yayılan, giderek daha az seçimlere katılma trendi, nerede ise kanıksanmıştır.
Birlik üyesi olmayan İsviçre’de, sıkça tekrarlanan “halk oylamalarında” sandığa gitme oranı yaklaşık % 35’te sabitleşmiş durumda, artık olağanlaşmış sayılmaktadır.
Yani salt bu düşük oy kullanılma halinden çarpıcı bir başka politik analiz çıkmaz.
Bu seçim sonuçlarına göre:
Almanya CDU/CSU karakterli partiler 221 vekil / %29,43 oy
Almanya SPD karakterli sosyal demokrat / sosyalist partiler 189 vekil / %25,17 oy
Almanya FDP karakterli Liberaller ve Demokratlar 59 vekil / %7,86 oy
Yeşiller 52 vekil / %6,92 oy
Yunanistan Syriza karakterli Birleşik Avrupa sol’u 45 vekil / %5,46 oy aldılar.
Buraya kadarki seçim sonuç göstergelerine göre “sistemin” ana gövdesi az nispette aşınmıştır.
Asıl gözlemlenmesi gereken lig’in sonuçları ise şimdi geliyor:
Üç büyük Avrupa kurucusu ülkeye özel olarak bakmak gerek, Almanya’da oylar ortada büyük kayma göstermezken, özellikle çöküşteki eski koalisyon ortağı FDP’nin oylarını bir miktarda alarak ve diğerlerinin oylarını kısmen aşındırarak “AfD” Alternatife für Deutschland / “Almanya için alternatif” ikinci defa girdiği seçimde yaklaşık % 6,9’a ulaşıverdi.
80 sağcı profesörün kurduğu bu partinin (AfD) temel özelliği CDU’dan daha sağda oluşu ve nazi ritüelleri kullanmadan şimdilik “gizli” bir yabancı düşmanlığı yapıyor olması ama Avrupa birliği ve Avro düşmanı bir çizgiye net olarak oturmuş olmasıdır.
Bu partinin su üstüne çıkan yapısal karakteri: halkçı / popülist ve genel olarak “Avrupa birliği” düşmanı olmasıdır.
Bu arada, Fransa’da ise uzun zamandır beklenen oldu ve madam Marie Le Pen’in yabancı düşmanı ve Avrupa birliğine soğuk duran ulusal cephesi (FN) ilk kez birinci parti oldu.
Büyük Britanya’da (İngiltere) ise sağcı ve açık Avrupa birliği düşmanı “UKİP” stabilize görüneni alabildiğine sarstı / aştı, gerilerden gelerek %26’ya oturuverdi.
İtalya merkez sol Matteo Renzi’nin PD’si %40 ile birinci parti olmuştur.
Portekiz’de sistem konsolide olarak devam edebiliyor. Sosyal demokrat / liberal hükümet güçleri varlıklarını koruyabildiler.
Portekiz, komünistlerin kurdukları blok içerisinde, istikrarlı ve küçük ama düzenli büyüme gösterdiği tek ülke. (%12)
Bir de Yunanistan’da “Syriza” soldan rüzgar estirmeye devam etmiştir ve oylarını %4 arttırarak toplam %26 ile ilk kez birinci parti çıkmıştır.
Bu üç ülke merkez/Sol güçlerin ilerlediği örneği teşkil etmektedirler.
Avrupa parlamentosu seçim sonuçlarına göre, Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Polonya ise büyük kaymalar yaşanmadan ama sağın manevi etkisini mutlak yoğunlaştığı ülkeler oldular.
Rakamların tablosu dışında da ama sayıların matematiğinin de kısmen belgelediği ortak gidişat şudur:
Avrupalı Merkez partilerden sağa doğru az / sınırlı ama sürekli kaymalar yaşanmakta idi ve seçimler bu durumu daha belirgin ve belgeler hale getirmiştir. (Bunun belki de tek istisnası, Hollanda’daki Avrupa birliği eleştiricisi ve yabancı düşmanı karakterdeki Geert Winders’in “özgürlükler partisinin” oylarındaki azalmadır.)
İşte “alametler” bu noktada ve bu anlamda belirginleşmiştir.
Seçimler, Avrupa’nın belirleyici ülkelerinde, İngiltere, Fransa ve kısmen İskandinav ülkelerinde “yabancı düşmanlığı” trendini kalınlaştırmıştır / netleştirmiştir.
Kendisini “Avrupa birliği karşıtı” veya “Avro karşıtı” olan ifade bu politik hareketlerin ama asıl devinimleri / konuları ve vurucu silahları “yabancı korkusu”, “öteki korkusu”, “öteki nefreti” üzerindedir.
“Kriz korkusu” ve “işlerin iyi gitmediği duygusu” kadar hatta ondan daha çok devinime yol açan işte bu, “yabancı korkusu” “öteki nefreti” olmuştur.
Balkan ülkeleri / doğu Avrupa ise “ötekine karşı nefret duyan” partileri güçlendirmişlerdir.
Tipik örnek: bu tavrı ile Avrupa birliğinin sıkıştırmalarına bile karşı horozlanan Macaristan’dır.
Bir kanser gibi toplumu saran “çingene ve yahudi düşmanlığı” burada giderek daha fazla prim yapmaktadır.
Macaristan seçimlerindeki sonuçlar, FİDEFZ ve JOBBİK’in aldığı kuvvetli oylar, bu durumun / dolayımın onayı anlamına gelmektedir.
Artık bu gidişatın panzerini toplumların kültürel kodlarında aramak, dayanışmacı duyguların bu kanseri yenmeye yol vereceğine naifçe inanmak için elde hiçbir olumlu veri yoktur.
Sosyal mücadeleler üzerinde yükselen ve toplumda eşitçilik / paylaşım / dayanışma duygusunu yayacak, kitlelere, sosyal mücadelede kazandıkları itibar ile referans olacak bir “sol” yoktur var olanlarda biçaredir.
Kapitalizmin toplumu lime lime parçalayan bu gidişata dur diyebilecek sol güçler, Avrupa parlamentosu seçimlerinde, gerilemeseler bile, yerlerinde patinaj yapmışlardır, inisiyatif alamamışlardır.
“Sol” toplumun önüne geçememiştir ve bu anlamda bir “fırt” bile ümitte vermemiştir.
Komünist partilerin parçalanmasına -İtalya örneğinde olduğu gibi- ve iç çalkalanmalarına yeni bloklar / birlikler kurarak, güç konsolidasyonu aracılığı ile cevap vermek isteyen “sol” için deniz bitmiştir.
Siyaseten / ideolojik olarak öne atılamadığı, krize cevap vermediği için yerinde saymaktadır bu anlamda “çürümektedir”.
Birlikçi çözümler / konsolidasyonlar kadar “devletlerden ve sermayeden bağımsız” ve toplumun üstü örtülü ve açık arayışlarına “radikal” sağdan daha kesin idelojik ve siyasal cevap üretmeyi becermesi için sol’a yönelik son sirenler çalmaktadır.
Bu böyledir çünkü Avrupa’da bugün “radikal” sağa kayanlar asıl olarak “sol”un etki alanında olması gereken kent yoksullarıdır, varoşlardır ve kısmen yoksullaşan, yalnızca maddi pozisyonlarını / olanaklarını değil, toplum içinde saygılığını hızla yitiren, kendini kültürel / sosyolojik tehdit altında gören, iktisadi olarak ve sosyal güvenlik açısından nispeten zayıflamış “orta katmanlar”dır.
Bunlar şu an itibarı ile “düzen dışılığı” kendi çözüm / cevap arayışlarında metod yapamadıkları için ve bu tür bakış açısı onlara “sol” tarafından ikna edici bir biçimde ve güven vererek öğretilemediği için, bu kitleler “diğerini” “ötekini” düşman belleme kolaycılığında yüzmeye çalışmaktadırlar ve “radikal sağ” batakta boğulmaktadırlar.
Avrupa parlamentosu seçim sonrasında sahneye çıkan en büyük “alamet” artık çağ ve doku değiştiren yabancı düşmanlığıdır.
Bu yabancı düşmanlığı türünün, Avrupa / Akdeniz karasularında giderek daha sık yaşandığı gibi binlercesi ile boğularak ölen “mülteciler” için hiçbir empati ve dayanışma duymayan biz “ötekileri” biz kara kafalılar ve kara derilileri, bilinen ve alışılagelmiş nicelikten / içerikten öte başka bir “nitelikte” ve sertlikle vurmaya başlayacağını artık görerek öğreneceğiz.
Göz önünde tutulması gereken asıl “alamet” bu andan itibaren “demokratik” makyajlı geleneksel Avrupa sermaye güçlerinin, şu an’a kadar “kaybedenlerin” ideolojisi ve öz savunma silahı olan “yabancı düşmanlığını” kendi argümanları yapmakta, “kendi yeni politika araçları” yapmakta gaza basacaklarıdır.
Avrupa’nın yönetici geleneksel politika eliti, Avrupa parlamentosu seçimleri ile su ütüne çıkan, somutlaşan bu “dipten gelen dalgaya” aydınlanmacı hümanizmle karşılık vermekten vaz geçmek zorunda kalacaklardır.
“Alamet” bir karabasanın bilhassa “yabancı emekçiler” için gelmekte olduğudur.
Avrupa kapitalizminin dümenini tutanların, seçimlerde: İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki radikal sağ’a kayışın bir “saman alevi” gibi yayılma gücünü ve “sıçramalı karakterini” hesaba katmamaları beklemek / ummak ve yalnızca pansuman tedavileri yetineceklerini var saymak aşırı derecede saflık olacaktır.
Avrupa’da seçim sonuçları tablosuna realist olarak bakan “ kurulu düzen elitleri” insanlığı bir kez daha satmaya karar vereceklerdir, asıl ”alamet” budur”