BDS Türkiye tarafından düzenlenen “Balfour Deklarasyonunun 100. Yılı ve Tarihsel Sorumluluklar” konferansı 9 Aralık’ta İstanbul’da yapıldı. Farklı çevrelerden çok sayıda dinleyicinin katıldığı konferansta Adel Manna, Ilan Pappe, Fikret Başkaya ve BDS Türkiye’den Nazlı Koca bildirilerini sundu. Konuşmaların geniş bir özetini sunuyoruz.
Hazırlayan: Harun Turgan
BDS Türkiye tarafından 9 Aralık’ta İstanbul Tabip Odası Konferans Salonu’nda düzenlenen “Balfour Deklarasyonunun 100. Yılı ve Tarihsel Sorumluluklar” konferansında yapılan sunumların ve tartışmaların geniş bir özetini sunuyoruz:
Açılış
Konferansın açılış konuşmalarını BDS Türkiye’den Mutlu Örs Filistin diasporasından Şirin el-Arac yaptı. Mutlu Örs uluslararası BDS (İsrail’e karşı Boykot, Yaptırımlar ve Yatırımların Geri Çekilmesi) kampanyası ile BDS Türkiye örgütlenmesi ve etkinlikleri hakkında bilgi verdi. Ayrıca 9 Aralık’ın otuz yıl önce Birinci İntifada’nın başladığı tarih olduğunu hatırlattı.
Şirin el-Arac bugün eski ve yeni Balfour’dan söz edebileceğimizi, Trump’ın tüm uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak ABD elçiliğinin Kudüs’e taşınacağını açıklamasının Oslo’dan beri süren Filistin – İsrail müzakerelerine son kurşun niteliği taşıdığını, Filistin halkının Oslo süreciyle değil elektronik kontrol duvarları uygulamasında işgal rejimine geri adım attırılmasının gösterdiği gibi direnişle kazanımlar sağlayacağını söyledi.
Birinci Oturum
Bu oturumun moderatörlüğünü Selim Sezer yaptı.
BDS Türkiye Hazırlık Atölyesi adına Nazlı Koca “Geç Osmanlı Döneminde Filistin” başlıklı bir sunum yaptı. Sunumdan satırbaşları şöyle:
- Filistin’in Osmanlı genelinde yaşanan gelişme ve ilerlemelere ayak uyduran, sosyal ve ekonomik açıdan “geri kalmış” olduğu söylenemeyecek, canlı ve önemli bir bölge olduğu görülüyor.
- Filistinliler bölgedeki Osmanlı yönetim aygıtında çok zaman yer buluyor, dönemden döneme farklılıklar olmakla birlikte gelişme ve zenginlikten pay alabiliyordu.
- Göçler Osmanlı yönetim yapısında, toprak düzeninde ve bölge içindeki toplumsal ilişkilerde değişimler yaşanan bir dönemde gerçekleşti.
- On dokuzuncu yüzyılda başlayan Yahudi göçleri ve 1881 pogromundan sonra Rusya’dan kaçanların oluşturduğu Birinci Aliya devlet kurma amacı taşımıyordu. İstanbul hükümeti bu aşamada, Osmanlı vatandaşlığını kabul etmeleri ve 100-150 kişiyi aşmayan topluluklar oluşturmaları kaydıyla Yahudilerin Kudüs ve civarı dışında Filistin’e yerleşmesine izin veriyordu.
- Modern Siyonist hareketin örgütlenmesinden sonra 1904’te başlayan İkinci Aliya’yla Filistin’e gelen Yahudilerse “toprağın fethi” ve “işgücünün fethi” ilkeleriyle yerleşimler, hatta Araplara karşı polis gücü kurdular.
- 1908 Meşrutiyet Devrimi sonrasında İttihatçıların özellikle 1909’dan 1913 yılına kadar Araplarla pek çok bakımdan ters düşen yahut Arap taleplerine kulak tıkayan politikasının da Yahudi yerleşimlerinin ivme kazanmasını kolaylaştırdığı söylenebilir.
Nazlı Koca, bildirinin sonuç bölümünde bir emperyalist proje olarak Balfour Deklarasyonu’na zemin hazırlanmasında ve sonraki gelişmelerde İstanbul hükümetinin ve Biladüşşam dışındaki Arap unsurların da sorumluluklarının olduğunu belirtti.
Kudüs Van Leer Enstitüsü’nden tarihçi Adel Manna da, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşünden 100 Yıl Sonra, 1. Dünya Savaşı’nın Filistin’deki Etkileri Üzerine Yeni Bir Okuma” başlıklı sunumunu gerçekleştirdi. Manna, konuşmasında şunları söyledi:
- Kudüs bugün üzgün, yüz yıl önce de üzgündü.
- 1917’de Kudüs Belediye Başkanı, çekilen Osmanlı ordusunun tavsiyesiyle, belki de daha büyük bir yıkımdan korumak için şehrin anahtarını Britanyalılara teslim etmişti.
- Filistin’deki Osmanlı varlığının farklı dönemleri ve farklı yönleri olmuştur. Zaman zaman Filistinliler çok önemli roller oynamıştır. Arap ulusalcı bakışıyla Filistin’in hep işgal altında olduğunu vurgulayan tarih anlatısının Filistinlilerin kendi başına varoluşunu inkâr eden Siyonist propagandayla örtüşmesi riski var.
- Siyonizm, Fransa ve Britanya’nın sömürgecilik uygulamalarının çoğundan yerleşimci sömürgecilik özelliğiyle ayırt edilebilir.
- Sorun yüzyıllar boyunca Filistin’de Müslüman ve Hıristiyan Araplarla genellikle iyi ilişkiler içinde yaşamış olan Yahudilerden ya da daha yakın tarihlerdeki göçlerden değil, bu yerleşimci sömürgecilik anlayışı ve pratiğinden kaynaklanıyor. Balfour Deklarasyonu da, yayımlandığı tarihte Filistin’de 60 bin kişilik bir azınlık olan Yahudilere bütün Filistin toprağına hükmetme hakkı tanırken çoğunluktaki Filistinli Araplarıysa dinsel ve kültürel hakları gözetilecek azınlık olarak görüyordu.
- Filistinliler olarak işgalciden bahsediyoruz, ya biz? Britanya mandası döneminde Filistin önderliği halkı harekete geçirmek şöyle dursun, olup bitenleri doğru dürüst anlamıyordu. Bugün de Trump aslında yalnızca Kudüs’ten söz etmiyor, geri dönüş hakkını inkâr ediyor ve yerleşim bölgelerini meşrulaştırıyor.
- Yolsuzluğa batmış Filistin yöneticilerine değil, halkın isyanına, BDS’ye ve dayanışma hareketlerine bel bağlıyorum.
Sunumlardan sonra söz alan dinleyiciler Abdülhamid ve İttihad ve Terakki dönemlerindeki Osmanlı yönetiminin gerek dönemin Filistin önderliğinin sömürgeci yerleşim sürecini görmekte ve engellemekte yetersiz ya da isteksiz görünmesinin nedenlerini sordu. Ayrıca şu düşünceler dile getirildi:
- Balfour Deklarasyonu’nun gerek İngilizce ve Arapça metinleri arasında gerekse lafzı ile taraflarca getirilen yorumlar arasında farklar var: Arapça vatan kavmî ve İngilizce national home tam olarak aynı anlama mı geliyor? Metinde devlet terimi kullanılmıyor, Yahudilere bir anayurt sağlanmasından söz ediliyordu. Egemen Filistin devleti içinde kültürel özerklik tanınmasıyla da Yahudilere bir anayurt sağlanmış olurdu.
- Osmanlı yönetiminin sorumluluğu konusunda şunu da dikkate almak gerekir: Siyonizm öncesi göçlerle Siyonizmin yönlendirdiği ilk göç dalgaları sonucunda, Filistin’deki Yahudi nüfus yüzde onu bile bulmuyordu. Yahudi göçlerinin toplamı içinde küçük bir yer tutan ilk göçlere İstanbul’un müdahale etmemesi ya da edememesi de genel olarak Osmanlı coğrafyasındaki göçlerin nasıl karşılandığına bakarak değerlendirilmeli.
Nazlı Koca’nın yanıtları:
- Atölye kapsamında aliya’lara odaklanmamızın sebebi başlangıca bakmak istememizdi.
- Antisemitizmin Hıristiyan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Osmanlı Devleti’nin antisemitik bir tavrı yok.
- 1840’larda da alınan topraklar var ama onlar kurumsal ve programlı değil. Aliya’lardan itibaren kurumsallaşmış, sistematik, programlı, yoğun bir göç var.
- Theodor Herzl kitabında 1948’i tarif ediyor. Aliya ile gidecek olanlar umutsuz, fakir, eğitimsiz insanlar. İşgücünün ayrıştırılması programı var.
- Kayıtlara göre sefirlerden Osmanlı yöneticilerine gönderilen raporlar var.
- Yahudi göçleri Osmanlı yöneticileri için problem oluşturmuyor. “Rusya’dan gemilerle gelen Yahudiler Osmanlı topraklarına kabul edilmeyecek” diye ferman olduğu halde pogromdan kaçan Yahudiler alınıyor ve Selanik, Bursa ve Mezopotamya’ya yönlendiriliyorlar.
- Filistinli mebusların bile konuşmalarına bakınca Siyonizmin yeterince farkına varılmadığı söylenebilir.
- Herzl meseleyi kongrelerle “sesli” olarak çözmekten, Rothschild ise gizli gizli yol almaktan yanaydı.
Adel Manna’nın yanıtları:
- Ayaklanmalar Filistin liderliğine rağmen gerçekleşti. Liderlik sonradan katılmak zorunda kaldı.
- Filistin ulusal davası 1920’lerde, 30’larda gelişti. Ulusal kongrelerde ileri sürülen talepleri (Siyonist göçün ve toprak satışlarının durdurulması ya da kısıtlanması, Filistin halkının kendi kaderini tayin hakkı) Britanya umursamadı. Beyaz Kitap bu üç talebi karşılıyordu ama Hüseyni liderliği bunu kabul etmedi. Etseydi belki başka şeyler olurdu.
- Manda yönetimine ve Siyonizme karşı ortak mücadele yerine liderliğin bölünmesi de bugünkü gibi…
- Ulusal devlet Balfour metninde yok ama metni altmetniyle, etrafındaki koşullarla birlikte okumalıyız. Siyonist hareket devlet istiyor. Britanya Hüseyin ile konuşuyor. Sykes-Picot Anlaşması yapılmış. Bu koşullarda Balfour Deklarasyonu az sözcükle tüm taraflara kabul ettirilebilecek bir formüldü. Filistinliler Balfour’a çok anlamadan karşı çıktı. Metnine değil Manda’nın politikasına karşı çıktılar. Siyonist kurumlaşmaya izin veriliyor, Filistinlilerin kurumlaşmasına izin verilmiyordu.
- 1947’de Filistin liderliği hâlâ bilinçsiz, dünyadan habersiz davranıyordu. BM’deki yenilgi karşısında sadece “Taksime hayır!” diyerek bir şey yapamazdı. SSCB bir yanda, emperyalist güçler bir yandayken alternatif sunmadan hayır diyerek bir şey elde edilemezdi.
- Yahudilerin göç etmesinde problem yok. Problem yerleşimci sömürgeci bir hareketin varlığında. Sorun olan, insanları topyekûn yerlerinden ederek yeni gelenlere egemenlik tanıyan Siyonist düşünce.
- Siyonistler sosyalist düşüncelerle geldi ama kolonyalizmin dilini konuşarak emeği ve toprağı işgal ettiler.
İkinci Oturum
Bu bölümün moderatörlüğünü Naz Çakar yaptı.
Britanya Exeter Üniversitesi’nden İsrailli anti-Siyonist tarihçi Ilan Pappe, “Balfour’dan BDS’ye Avrupa ve Filistin” başlıklı bir bildiri sundu. Pappe konuşmasında özetle şunları söyledi:
- Balfour Deklarasyonu yüzüncü yılında Theresa May’in kutlama kararıyla İngiltere’de yeniden önem kazandı. 2018 Mayıs ayında da İsrail “Bağımsızlık Günü” için benzer bir kutlama yapılacak. Bu utanç verici politika vesilesiyle medya da konuyu tartışmaya başladı. Britanya’nın sadece 1948’de değil, öncesinde de, sonrasında da Nakba’dan ve sürekli Nakba’dan (nakba mustamira) sorumlu olduğunu gördük.
- Dr. Manna yerleşimci sömürgecilikten söz etti. Filistin konusunda çok yararlı bir kavram. Siyonizm başka sömürgecilik uygulamaları arasında Avustralya’daki, Kuzey ve Güney Amerika’daki, Güney Afrika’daki örneklerle karşılaştırılabilir. Yeni bir yurt, yeni bir anayurt arayan yerleşimciler yerlilerle karşılaştığı anda yerlilerin yok edilmesi mantığı devreye giriyor. Yerleşimci sömürgeciliğin başka türlü başarı şansı yoktur. Yok etme ille soykırım biçiminde olmak zorunda değil. Apartheid ya da etnik temizlik gibi başka biçimleri de olabilir. Hangisi olursa olsun, hep yerliden kurtulma isteği vardır. Bunun biçimi, yolu somut koşullara göre değişir.
- Balfour Deklarasyonu bir vaat, bulanık bir vaat olarak çok önemli bulunmayabilir. Britanya’nın daha sonra yerine getirmediği böyle birçok bulanık vaadi vardır. Balfour’un özelliği yerleşimci sömürgeci kafa yapısına uygunluğudur. Filistin’in esas olarak bir Yahudi topluluğu olduğu varsayılıyor ve Wilson ilkeleri temelinde kendi kaderini tayin hakkı tanınıyor. Yahudi olmayan topluluklara da azınlık hakları tanınıyor. Filistinlilerin ülkenin yerli halkı olarak görmezden gelinmesiyle başlayarak siyasi ve sosyal gerçekliğin ters yüz edilmesi, bütünüyle çarpıtılmasıdır bu.
- Milletler Cemiyeti’nin Fransa ve Britanya’ya eski Osmanlı toprakları üzerinde manda yetkisi vermesiyle, Britanya’nın Balfour Deklarasyonu’nu mandanın parçasına dönüştürmesiyle, Britanya Milletler Cemiyeti’nin de yardımıyla kendi taahhüdünü çiğnemiş oldu. Çünkü bu manda ya da vesayetin amacı, ilgili ülkenin bağımsızlığa kavuşmasına yardımcı olmaktır. Irak’sa Irak’ın, Filistin’se Filistin’in. Britanya’nın beşinci Yüksek Komiseri tanınmış bir Siyonistti ve manda şartını ülkesinin Yahudi nüfusun artırılması taahhüdü olarak yorumladı. Bir Yahudi üniversitesi kuruldu, Filistinlilerin bir de Filistin üniversitesi kurulması talebiniyse reddetti. Yahudiler kendi özerk kurumlarını geliştiriyor, Filistinlilerin geliştirmesiyse engelleniyordu.
- Filistin direnişinin zayıflığının önemli nedenleri arasında Britanya manda yönetiminin tutumu vardır. Britanya’nın sorumluluğu üç noktaya dayanır.
(1) Siyonistler tüm toprakların ancak yüzde yedisini satın almıştı ama bunlar önemli topraklardı. Filistin köylerini bitirdiler. Britanya manda yasaları yalnızca toprak satışına değil toprakta çalışanların tahliyesine de olanak veriyordu.
(2) Britanya yönetiminin 1936 ayaklanmasını sindirmesi iki buçuk yıl sürdü. Bu arada Filistin’in askeri ve siyasi liderlerini tasfiye ettiler. Yaralı yakaladıklarını öldürüyorlardı.
(3) Filistin’i bölme planına BM kararıyla uluslararası tanınma sağlandıktan sonra Büyük Britanya’ya gerek kalmadı. Britanya rolünü devretti.
- Filistin’i bölme planı çok kötüydü. Kentsel mekânın yok edilmesini (urbicide) içeriyordu. Uluslararası topluluğun bugüne kadar tanımadığı, insanlığa karşı süregiden bir suç. Britanyalılar sahaya çok yakındı.
Fikret Başkaya ise bu oturumda “Filistin’de yüz yıllık işgal, yüz yıllık direniş” başlıklı bir sunum yaptı. Başkaya’nın sunumundan notlar:
- Olaylara nasıl, nereden baktığınız önemlidir. Uzman, ağacı görür, ormanı görmez. Bu da yönetenlerin çok işine gelir. Çünkü hakikat bütündedir. Örneğin, D. Trump iki üç gün önce bir şey yumurtladı. Sürpriz değil, yüz yıllık hikâye. Televizyonlara adamlar dağılmış, konuşuyorlar. Hiçbirinin ağzından ne kapitalizm çıktı, ne emperyalizm, ne kolonyalizm, ne Siyonizm. Şeylere nüfuz edecek kabiliyette olsa o uzmanı oraya çağırırlar mı zaten?
- Filistin Ortadoğu denen yerde bir ülke. Ortadoğu diye bir yer varsa bir de “Ortabatı” olmalı. Yok. Niye? O adı Batı Avrupalılar koymuş. Kolonyalist emperyalist Avrupa’nın orta doğusu orası. Batılılar Kolomb’un macerasıyla başlayan süreçte ülkelere, halklara adlar koydular, kelimelerin, kavramların içini doldurdular, bazı halkları tarih sahnesinden sildiler. Avrupa-merkezci bir ırkçı ideoloji oluşturdular. Başlangıçtaki biyolojik ırkçılık kültürel ırkçılığa dönüştü. Kendi suretlerinde bir dünya yarattılar. Kendi gerçekliğimize onların gözüyle bakar olduk. Esas sömürgecilik bu. Yoksa toprağını almış, iki gün sonra kovarsın.
- Sadede gelirsek, bu Siyonist İsrail devleti neden Arjantin’de, Madagaskar’da değil de Filistin’de kuruldu? Çünkü Ortadoğu dedikleri yer dünyanın merkezidir. Kolomb’dan önce de öyleydi, Kolomb’dan sonra da öyledir. Muazzam bir jeostratejik, jeopolitik, jeoekonomik, ticari önemi var. Gözünü buraya dikmeyen bir imparatorluk tarihte yok. Şimdi farklı nedenlerle daha da önemli. Çünkü kapitalizmin damarlarında dolaşan petrol ve doğalgaz orada.
- Filistin halkının başına gelen sömürgeleştirmenin iki özelliği var.
- Bir ülke niçin sömürgeleştirilir? Emeği sömürmek, doğal kaynakları yağmalamak için. Filistin’deyse bir insansızlaştırma boyutu var. Filistin halkının başına gelenler Ermeni halkının başına gelenlerle benzerlik taşıyor.
- Dünyanın sömürge halkları bağımsızlıklarını kazanırken Filistin sömürgeleştirildi.
- Siyonizm bir tabu mertebesine yükseltildi. Dünyanın neresinde olursa olsun kim Siyonizmi tartışmak isterse hemen antisemit olmakla suçlanır. Amerika’da kampüste Filistin’le ilgili konferans yapmaya kalkan tehdit edilir.
- Tabuyu nasıl oluşturdular?
- “Topraksız halka insansız toprak” dediler.
- “Ortadoğu’nun yegâne demokrasisi”. Oysa Siyonist İsrail’in demokrasiyle ilgisi yoktur, apartheid rejimidir.
- “İsrail dünyanın dördüncü askeri gücü olmak zorunda, çünkü etrafı vahşi Araplarla çevrilmiş.” Nükleer silahlar İsrail’in elinde olduğu halde bu sebeple başı derde giren İran.
- Holokost. Bu bir gerçek ama Filistinlilerin bunda dahli yok.
- Balfour Deklarasyonu daha çok sembolik önemi olan bir şey. Kolonlar bir taraftan kuruluyor, göç devam ediyor. Siyonist devletin kurulmasından sonra süreç daha rahat yürümeye başladı. 1948’deki etnik temizlikten ve 1967 savaşından sonra Filistinliler Ürdün’e, Avrupa’ya, ABD’ye, dünyanın her yanına dağıldı. Bugün Filistin’de 3,5 milyon, dünyada 10 milyon Filistinli var.
- Balfour Deklarasyonu ırkçı – kolonyalist bir metin. Filistin Araplarının adı bile geçmiyor. Oysa o esamisi okunmayan Araplar Haçlıları def eden Arapların torunları.
- Siyonist devlet sözde BM kararıyla kuruldu ama orada yapılan, BMÖ ilkelerine ve şartına mugayirdi.
- Birleşmiş Milletler bir kere milletlerin örgütü filan değil. Önceki Milletler Cemiyeti de değildi. Dört beş kolonyalist emperyalist devletin örgütüydü. BM de başta ABD olmak üzere emperyalist devletlerin örgütüdür. Emperyalist sistemi meşrulaştıran bir kurumdur BM. Statükoyu korumanın bir aracıdır. Retorik farklı, tabii.
- Siyonist İsrail 65 yıldır bir tek BM kararına uymuyor. Siyonist İsrail demek bölgedeki emperyalizm demektir. Avrupa’nın oraya taşınmış versiyonudur. Bir bölge devleti değildir, bir transplantasyondur, bir doku uyumsuzluğudur. Nedeni neydi bu devletin? Oradaki halkların kendi ayakları üzerinde durmasını engellemek. Bölgeyi istikrarsızlaştırarak emperyalist hâkimiyeti kalıcılaştırmanın aracı.
- Trump bir çıkış yapınca ah vah ediyorlar, kınıyorlar. Bin sene kına! Tepki, karşılığı olan şeye denir. Siyonist İsrail kuruldu, Türkiye tanıyan ilk Müslüman ülke oldu. Sonra da NATO’ya girdi.
- İslam İşbirliği Örgütü – hepsi satılmış zaten, oradan ne çıkacak? Gerçeği eğip bükmeye gerek yok. Balfour’un yüzüncü yılında Theresa May ile Netanyahu kutlama yapmışlar. Herhalde şampanya içmişlerdir.
- Filistin halkı yüz yıldır kahramanca direniyor. Direnmeye de devam edecek. Fakat direniş açısından son zamanlarda iki büyük olumsuzluk yaşandı.
(1) Silahlı mücadeleye son vermek büyük hataydı.
(2) Hamas asıl destekçileri olan İran-Suriye-Hizbullah’a sırt çevirdi, bu yanlıştan dönmek lazım.
- Yaşasın Filistin halkının anti-Siyonist, antikolonyalist, antiemperyalist mücadelesi!
Dinleyicilerin soru ve görüşleri:
- Filistin’i savunduğunuz için antisemitizmle suçlanıyorsanız dava açın. Kaybederseniz temyiz edin. Anayasa Mahkemesi’ne kadar gidin. Çünkü apartheid değerleri liberal – demokratik değerlerle bağdaşmaz.
- Siyonizmi komplo teorileriyle anlatan, kendi milliyetçiliklerinden kaynaklanan antisemitik anlatılar var. Siyonizmin hedefi Filistin ile mi sınırlı, yoksa Fırat’a kadar yayılma gibi bir amacı var mı?
- Trump’ın kararı Filistin devletinin tanınması için bir fırsata dönüşebilir mi?
- ABD tarafsızlığını açıkça yitirdiğine göre çözüm için bir başka arabulucu güç devreye girebilir mi?
- Oslo süreci ve iki devletli çözüm arayışının ne zamandır tükendiği söyleniyordu. Trump’ın kararıyla tek demokratik Filistin devleti perspektifinin daha kolay savunulabileceğini düşünüyor musunuz?
- Yeni durumda Hamas’ın direniş ekseniyle ilişkisi değişebilir mi?
- Rusya’nın da Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı var. Direniş ekseninin Rusya’ya bakışı nasıl olacak?
- İsrail kendini hiç olmadığı kadar güçlü hissediyor. İsrail’i diğer yerleşimci sömürgeciliklerden ayırt eden bir yanı, etnik milliyetçilik.
- Son on senemizi tek devletli çözüm üzerinde düşünerek geçirdik. İsrail toplumunun büyük kısmının sağa kayması tek demokratik devleti mümkün olmaktan çıkarmaz mı? İki devletli çözümü tekrar tartışacak mıyız?
Pappe’nin yanıtları:
- Yerleşimci sömürgecilik Güney Amerika’da, Güney Afrika’da bitti. Siyonizmin yerleşimci sömürgeciliği devam ediyor.
- Arafat da “Biz Kızılderili değiliz” demişti. Anlamadığı, Amerika yerlilerinin Avrupalılardan daha geri olmadığıydı. Ama her yerleşimci sömürgecilik birbirinin eşi değildir, hepsinde ortak olan, yerlinin inkârıdır.
- Siyonizm çok tuhaf bir -izm’dir. Dünyada sadece belli bir grubu (Filistinlileri) hedef alan tek -izm. Başka yerlerde ne yaparsa yapsın hepsi Filistin’le ilgilidir. Siyonizm yeteri kadar kötü. Ona gerçekçi olmayan unsurlar eklemeye gerek yok. Komplo kuramlarına ihtiyacımız yok.
- Kudüs konusu İsrail’in uluslararası hukuk ihlalleri içinde uluslararası demokratik toplumun izin vermediği tek şeydi. Şimdi ABD buna izin veriyor. Elçiliklerini gerçekten Kudüs’e taşıyıp taşımayacakları önemli değil. Önemli olan, ABD’nin açıkça “İsrail’in uluslararası hukuku ihlal etmesine izin veriyorum” demesidir.
- Bundan üç sonuç çıkabilir:
- ABD’nin gelecekteki müzakerelerin dışında kalması.
- İki devletli çözümün tabutuna son çivinin çakılması. (Bunlar belki de iyi haberlerdir.)
- Filistin lideri değilim, ayaklanmaya karar veremem. Kâhin de değilim, olup olmayacağını bilemem. Ama günümüz dünyasında silahlı ayaklanma ezilen halkların üyeleri için intiharı seçmek olur. Cennet vaat edeceklerden değilim, bu dünyanın tadını çıkarmak istiyorum. İnsan haklarına dayalı barışçıl direnişin alacağı sonuçlara inanıyorum. Hükümetleri ikna etmenin yolunu bilmiyorum ama sivil toplumu kazanabiliriz.
Başkaya’nın yanıtları
- ABD’de Filistin konusunda farklı politikalar yok, sadece üslup farkı var.
- Türkiye’deki rejim(ler) hiçbir zaman Kürt sorununun çözümünden yana olmadı. Yüz senede istese bir sorunu çözemez mi? İstemiyor. Oradan giderek hakların gelişmesinin, insanların bir şey talep edebilir hale gelmesinin önünü kesiyor.
- Osmanlıların dahli, suçu var. Var da, gücü yoktu. Dönemin Osmanlı yönetimi şeylerin seyri üzerinde etkili olma kabiliyetini çoktan kaybetmişti.
- Günümüzdeki süreçte Rusya da gene balkondaki seyirciyi oyalayacak şekilde davranacaktır.
- Bir tek çare var: Dünya ölçeğinde Filistin halkıyla reel bir dayanışma örgütlemek.
- Lobileri abartmanın âlemi yok. Sistem için tehlikeli hale gelseler bertaraf edilirler. Lobi değil, orada koca bir Amerikan sermayesi var. Kolektif emperyalizmi ilgilendiren bir şey. II. Dünya Savaşı’ndan sonra tek tek emperyalizmler ABD şemsiyesi altına girdi.
- Her organizmanın sonu varsa her sistemin de sonu var. Kapitalizmin sonu geldi. Dünya çapında göstergeler kırmızıda. İnsanlığın yüz yüze olduğu hiçbir sorunu çözemiyor. Sistem çöküyor. Ya bu çöküşün altında kalırsın, ya da aracın direksiyonunu sola çevirirsin.