Mustafa Peköz yazdı: Katar’a, Irak’a, Suriye’ye asker gider. Mısır’a istihbaratçı gider. Afrin’e gireriz tehditleri yapılır. Peki, ‘kutsal’ Kudüs’e gidilir mi? Ayrıca Erdoğan’ın Gazze ziyareti de bir türlü gerçekleşmedi. Neden erteleniyor? Tam gitme zamanı. Gider mi? Gitmez!
ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ve Tel Aviv’deki Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınacağına açıklaması uluslararası ilişkilerde ciddi bir krize yol açtı. Bölgedeki politik ve toplumsal krizi derinleştirecek ve dengeleri etkileyecek yeni bir ateş hattının oluşturulması, Ortadoğu’da krizin çok daha uzun bir süre devam edeceğinin bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor.
Kudüs’ün tarihsel özelliği nedir?
Kudüs’e dair tarihsel hikâyeler oldukça geniştir. Eski Ahit’e göre Yahuda ve İsrail’in kralı Davut, M.Ö 1000 yıllarında Jebusitler’den ele geçirir ve krallığın yönetim merkezi haline getirir. İncil’deki hikâyeye göre de Davut’un oğlu Süleyman, İbranice ‘tanrı’ anlamına gelen ‘Yahve’ adına ilk tapınağı yaptırdı. Böylece Kudüs Yahudiliğin merkezi haline geldi. Babil Kralı İkinci Nebukadnezar, M.Ö. 597 ve 586’da şehri iki kez işgal eder, Yahuda kralını ve devleti yöneten bütün bürokrasiyi esir olarak Babil’e gönderir ve Süleyman Mabedi’ni yıkar. Bir süre sonra Persler, Kudüs’ü ele geçirir ve Babil Kralı tarafından sürgün edilenlerin geri dönüşüne izin verilir. M.S. 63’e kadar Kudüs, Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilerek denetim alına alınır. Kentteki direniş M.S. 66’da Yahudi-Roma İmparatorluğu savaşına dönüşür ve 3 yıl süren savaşı Yahudiler kaybeder. Romalılardan sonra Bizanslılar Kudüs’ü işgal eder ve yaklaşık 600 yıl şehri denetimlerinde tutarlar. 637 yılında bu kez Müslüman orduları tarafından ele geçirilen Kudüs Hıristiyanlar için de “kutsal” bir yerdir.
1070 yılından itibaren 200 yıl içinde 5 kez işgal edilir. Kudüs daha sonra 1535’ten 1917 yılına kadar Osmanlıların denetinde kalır. 1917’de bu kez İngiltere’nin Mandası dahası sömürgesi haline gelir ve İngiltere kraliyet kararıyla Yahudilerin yerleşim yeri olarak kabul edilir. İkinci Dünya Savaşı’nda İngiliz Mandası’nın yıkılmasının ardından BM soykırımdan kurtulan Yahudilere bir yurt oluşturulması için Filistin topraklarını bölünmesine karar verir, 1948’de İsrail devleti Filistinlilere yönelik katliamlar eşliğinde resmen ilan edilir. İsrail devletleştikten sonra hâkimiyet alanını genişletmek ister. Bunun için özellikle Ürdün’ün hâkim olduğu Filistin topraklarını ele geçirmeye çalışır. 1948’den 1967 yılına kadar yani İsrail-Ürdün adasında bölünmüş olan Kudüs, tarihe 6 Gün Savaşı olarak geçen Mısır-Ürdün-Suriye ile İsrail arasındaki savaşta İsrail’in denetimine girer.
Kudüs, tarihsel olarak üç semavi dinin başkenti olarak bilinir. Bu bakımdan Kudüs üzerindeki savaş üç din arasındaki rekabet ve çatışmanın bir başka yönünü oluşturuyor. Kudüs, özellikle Yahudilerle Müslümanlar arasındaki hâkimiyet mücadelesinin sembolüdür. Kudüs’ün diplomatik-politik konumu aynı zamanda Ortadoğu’daki dengelerin şekillendirilmesini sağlayacaktır. Ortadoğu’nun en eski şehirlerinde biri olan dinler başkenti, aynı zamanda bölgenin ortak kültürel değerlerini yansıtır.
Birkaç noktaya dikkat çekmekte yarar var:
Birincisi hem İsrail-oğulları hem de Filistinliler bölgenin kadim halklarıdır ve ikisi de Sami etnik grubundandır. Bunun yanında nasıl ki Arapların tamamı Müslüman değilse, Filistinlilerin de tamamı Müslüman değildir. Aynı şekilde Yahudi-İsrailli eşleştirmesi de doğru değildir.
İkincisi, İsrail devletinin uluslararası hukuku hiçe sayan mevcudiyeti ayrı bir tartışma olmak üzere, her iki toplum da bugün yaşadıkları topraklar üzerinde tarihsel olarak hak sahibidir. Kudüs ya iki toplumun ortak başkenti olarak kabul edilir ya da Ortadoğu’da semavi dinlerin çıkış merkezi olarak kendisine özgü-özerk bir statüsü olur.
Üçüncüsü, Filistin topraklarının ezici bir çoğunluğu Ürdün sınırları içerisindedir. Arap Ürdün Krallığı, Filistin topraklarını işgal ettiğinde binlerce Filistinli katledildi ve topraklarında sürüldü. Ne bugünkü Filistin Yönetimi/El Fetih ve Hamas ne de diğer Arap devletleri, Ürdün tarafından işgal edilmiş Filistin topraklarını gündeme getirirler. Filistin, sadece İsrail değil aynı zamanda bir Ürdün sorunudur. Bu bakımdan Ürdün ve İsrail işgal ettikleri topraklardan koşulsuz çekilmedikleri sürece Filistin özgür olamaz.
Dördüncüsü, Filistin mücadelesi yansıtıldığı gibi bir Arap-İsrail, Yahudi-Müslüman savaşı değildir. Arap rejimleri için Filistin meselesi, bölgedeki Müslüman toplumunu kontrol etmenin bir aracıdır. Bölgedeki Arap güçlerinin bölgesel stratejisinde ‘Filistin Sorunun Çözümü’ bulunmuyor. Birleşmiş Milletler tarafından kabul gören iki devletli çözüm perspektifi, sahip oldukları enerji yataklarıyla küresel ilişkilerde belirli bir etkiye sahip olan Arap devletleri tarafından yaşama geçirilebilirdi ve ciddi bir baskıyla Filistin devleti kurulabilirdi. Arap sokaklarını yani halkını Filistin meselesiyle meşgul etmek ve yapay bir düşmanlık (Gerici Arap rejimleri İsrail’e karşı olduklarını söyledikleri halde İsrail’le işbirliği içindedir) yaratmak için Filistin meselesini çözemediler değil çözmek istemediler.
Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesinin gerekçesi
Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu esasen ABD tarafından kabul görür. Her ABD Başkan adayı, seçimlerden önce bu duruma dikkat çeker ve başkan seçildiklerinde Kudüs’ü başkent olarak tanıyacaklarını ilan ederler. Ancak ABD’nin bölgesel çıkarları nedeniyle bu söylem hayata geçirilmez.
ABD’nin bölgesel stratejisi ile Kudüs’ün başkent kabul edilmesi arasında bir çelişki olmasına rağmen Trump, neden böyle bir karar verdi? Yönetme gücünü ve inisiyatifini önemli oranda yitiren, devletin geleneksel yapısı ve yönetim stratejisiyle sürekli çatışma halinde olan, Rusya ile olan gizli ilişkiler nedeniyle ailesinin dahi soruşturmaya dahil edilmesiyle başkanlık koltuğu sallanmaya başlayan bir ABD başkanı var. Özellikle FBI tarafında yürütülen soruşturmanın politik risklerini bertaraf etmenin en kısa yolu olarak, ABD Kongresinde ve Senatosunda belirleyici bir güç olan politik, diplomatik ve ekonomik ilişkileri belirlemede öncelikli olarak söz sahibi Yahudi lobisini ve stratejik kurumların desteğini alabilmek için doğrudan Kudüs’ü İsrail’in Başkenti olarak ilan etti. ABD medyasında ve devlet kurumlarında ve iç ilişkilerinde ciddi bir tartışma yapılmadan böylesi bir kararın alınmasının ne gibi politik-diplomatik yansımaları olacaktır. Aynı şekilde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu hakkında rüşvet iddiasıyla devam eden bir soruşturma var ve koltuğu sallanıyor. Kudüs’ün Trump tarafından İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, önemli politik bir başarı olarak gösterip iç politikadaki koltuğunu korumanın bir aracı haline getirecektir.
Kudüs hamlesinin ABD için yaratacağı sorunlar
Trump’ın Kudüs kararının uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki etkisi oldukça zayıf olacaktır. Bu karar özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin kararının ihlal edilmesidir. Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesinin ABD tarafından gündeme getirilmesi, Güvenlik Konseyi tarafından çok büyük bir olasılıkla reddedilecektir.
Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi, ABD’nin bölgesel ilişkilerinde yeni sorunlara yol açacaktır. ABD’nin Ortadoğu stratejisinin iki patronu Pentagon’un ve Dışişleri Bakanlığı’nın Trump’ın bu yönelimine aktif destek vermeleri oldukça zordur. Çünkü bu bölgesel kaosun uzun yıllara yayılmasının önemli bir gerekçesi olacaktır. Bölgede yeni bir kriz doğacaktır ve bunun hedefinde ABD olacaktır. Bugün radikal İslamcı örgütlerle mücadele içinde olduğunu belirten ve bölgede nispi bir destek gören ABD, Kudüs meselesi nedeniyle ciddi bir toplumsal tepkiyle karşı karşıya kalabilir.
Çok daha gerçekçi olan ve İsrail’in stratejik çıkarlarını korumakla görevli olan ABD’nin Yahudi Lobisinin de, Trump’un bu kararına koşulsuz destek verdiklerini sanmıyorum. Hatta etkili birçok Yahudi Kurumu, Kudüs’ün ne İsrail’e ne de Filistin’e ait olduğunu belirtirler. Uzlaşmayı sağlayan ve iki devletli toplumun başkenti olacağını söylerler. Yahudi lobisinin öncelikli görevlerinden biri Kudüs olmayıp, İsrail’in bölgedeki askeri gücünü, politik etkisini pekiştirmek için Suudi Arabistan ve Mısır gibi devletlerle stratejik işbirliğini sağlatmaktır.
Ortadoğu bölgesine yansımaları
İsrail bölgede istikrarın değil istikrarsızlığın kaynağı olarak gösterilecek ve Kudüs kararı önümüzdeki dönemde İsrail ile Hamas-Hizbullah savaşının önemli gerekçelerinden biri olacaktır. Filistin’de izole olmaya başlayan ve politik ekti gücü hızla zayıflamaya başlayan Hamas yeniden ön plana çıkmaya başlayacaktır. Bölgede tasfiye edilen IŞİD ve El Nusra benzeri yeni radikal İslamcı örgütlerin ortaya çıkmasına nesnel bir zemin hazırlandı denebilir. Bu tür olası gelişmeler İsrail için istikrarsızlığın önemli gerekçelerinden biri olacağı gibi orta vadede genç Müslüman nüfusun hedefi haline gelecektir.
Kudüs kararının İsrail-İran denkleminin yansımaları olacaktır. ABD ve İsrail’e karşı sert bir tutkum alacak olan İran yönetimi, Sünni Arap sokaklarında meşru bir desteğe sahip olacaktır. Özellikle Filistin yönetimi ve Hamas ile İran arasındaki ilişkiler çok daha önem kazanacaktır.
İç politikada iktidar savaşı içinde olan Suudi Arabistan’ın Kudüs kararı nedeniyle ABD ile en küçük bir çatışmaya girmeyeceği açıktır. Aynı şekilde Mısır yönetimi de bu konuyu öncelikli olarak ön plana çıkartmaktan yana olmayacaktır. Körfez devletlerinin İran karşıtlığı politikalarında İsrail ile birlikte hareket etmeleri hatta ortak askeri politikalar geliştirme kararı almış olmaları, Kudüs meselesinde sessizliğe gömülmelerine yol açacaktır.
Trump’ın Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE gibi Körfez devletlerin istemlerini de dikkate alarak ABD’nin İran politikasını değiştirmeye yönelmesinin karşılığı, özellikle Arap dünyasındaki bölgesel karşılığı Kudüs’ün sessizce tanınması olacaktır.
İslam dünyası için manevi değere sahip olan Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesi, Müslüman toplumu karşısında psikolojik üstünlüğü sağlamanın önemli bir hamlesi olacaktır. İslam dünyasının sokakları olması gerekene ve beklenene göre sessiz. Yorgun bir toplumsal yapı var. Kudüs gibi manevi bir kent için kısa vadede yeni bir Arap Baharı bekleyenler büyük bir olasılıkla yanılacaklardır.
Ankara’nın Kudüs tutumu
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Trump’ın Kudüs kararı karşısında çok sert bir tutum aldığı görüntüsünü verdi. Dünya liderleriyle görüşmeler yaptı.
Erdoğan Zarrab davası ve Man Adası’na para transferinin belgelerinin açığa çıkması nedeniyle ciddi bir sıkıntı yaşıyor ve etki gücü aşamalı olarak zayıflıyor. Kudüs meselesini özellikle iç politikada yeni bir çıkışın aracı haline getirme çabası var tıpkı ‘One Minute’ çıkışı gibi. Ancak ne bölgesel koşullar ne de Türkiye’nin iç politik sorunları aynıdır. Bu nedenle pasif ve etkisiz Kudüs çıkışı beklenilen etkiyi yaratmayacaktır.
Ankara, Kudüs meselesinde tutarlı bir politika sürdürmek istiyorsa; ABD ve İsrail Büyükelçisini çekip politik- diplomatik ilişkileri kesmeli, İsrail’e karşı ekonomik ambargo uygulamalıdır. Hatta Kudüs’ü korumak ve hatta İsrail ile savaşı göze alıp Filistin’e asker gönderme kararı almalı. ABD’ye karşı hatta İncirlik üssünü kapatma kararı alabilmelidir. Zarrab için iki kez diplomatik nota veren Ankara, Kudüs gibi çok önemli bir konuda meseleyi kuru gürültüyle savuşturmaya çalışıyor. Katar’a, Irak’a, Suriye’ye asker gider. Mısır’a istihbaratçı gider. Afrin’e gireriz tehditleri yapılır. Peki, ‘kutsal’ Kudüs’e gidilir mi? Ayrıca Erdoğan’ın Gazze ziyareti de bir türlü gerçekleşmedi. Neden erteleniyor? Tam gitme zamanı. Gider mi? Gitmez.
Bu AKP’li Müslüman gençlik neden milyonlarla sokağa çıkıp ABD ve İsrail’i protesto etmez. Çünkü Zarrab Ankara’daki iktidar için kırmızıçizgi ama “kutsal” değer olarak görülen Kudüs ise kırmızıçizgi değil. Zarrab için ortalık velveleye verilir ama Kudüs için içi boş ve değersiz açıklamaların ötesine geçilmez.
AKP iktidarının Mavi Marmara politikası neyse Kudüs politikasının sonucu da aynı olacaktır. Resmi yazışmalarda Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul eden iktidar, birkaç ay sonra büyükelçiliğini Kudüs’e taşırsa kimse şaşırmasın.