Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la TC devletinin başlattığı görüşmeler, Kürt sorununun çözümüne dair kamuoyunda pozitif yönde bir beklenti oluşturdu. Bu görüşmelerin bir sonucu olarak Abdullah Öcalan’ın isteği ile Kuzey Kürdistan’daki gerillaların KCK tarafından Güney’e çekilmesi kararı, sorunun çözümüne dair oluşan beklentiyi daha da pekiştirdi. Bu hava içinde başlangıçta “İmralı süreci” olarak adlandırılan süreç, “barış süreci”, “müzakere süreci” gibi, adlandırmalarla nitelenmeye başlandı. Çatışma olmaması nedeniyle gerilla ve asker ölümlerinin durması da sorunun çözümü yönünde oluşan olumlu havayı daha da güçlendirdi.
Daha önce başlatılan ve bizzat çatışmanın taraflarından birisi olan TC devleti tarafından akamete uğratılan süreçleri bildiği halde Abdullah Öcalan’ın, sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için yeni bir hamle yapmasının iki temel nedeni vardı: Birincisi, sorunun eşitlik zemininde demokratik çözümüne verdiği stratejik değer; ikincisi, bölgedeki gelişmelerin ve konjonktürün sorunun çözümüne dair bu stratejik yönelime uygun bir zemin oluşturması.
Niyet çözüm değil tasfiye
AKP hükümeti ve Erdoğan hiçbir zaman PKK’yi tasfiye ederek sorunu halletme anlayışından vazgeçmedi; ancak her yeni gelişmeye göre tasfiye politikasına yeni bir biçim verildi. Öcalan’ın yaptığı hamle karşısında bölge ve Suriye’deki sıkışmışlık durumu içinde içerde çok daha yaygın ve şiddetli bir savaşı göze alamayan Erdoğan, üst üste gelen üç seçim sürecini daha rahat atlatabilmek ve PKK’nin gerekirse savaş yoluyla tasfiyesi bakımından zaman kazanabilmek için Öcalan’la diyalog sürecini başlattı. Gerillanın sınır dışına çekilişi, sürecin ilk adımı olarak belirlendi.
Çekilişin bütün risklerine ve zorluklarına karşın gerillanın Güney Kürdistan’a çekilişi hızlandırıldı ve büyük ölçüde de gerçekleştirildi. Ancak çekiliş sürecinde Hükümet sorunun çözümüne dair yasal hiçbir girişimde bulunmadığı gibi, yeni kalekollar yapmaya devam ederek, koruculuğu daha da güçlendirerek, geleceğe dönük savaş hazırlığını hızlandırdı. Bu gelişmeler karşısında KCK, “ateşkes durumunu sürdürerek gerillanın sınır dışına çekilişini durdurduğunu” açıkladı. Hükümet,tam da seçim arifesinde oyalama zemininin ayaklarının altından kayabileceği endişesiyle, “herkeste şok yaratacak, demokratikleşme ve çözüm sürecini hızlandıracak bir paket açıklayacağını” duyurdu.
Erdoğan tarafından “demokratikleşme paketi “ olarak açıklanan paket, içinde demokratikleşmeye ve Kürt halkının taleplerine dair hiçbir şey olmamasıyla tersinden bir şok yarattı. Açıklanan pakette anadilinde eğitim, her yurttaşın devlet kanalıyla eşit biçimde yararlanacağı bir hak olarak değil, özel okullara bırakılan, sınırlı sayıda parası olanın yararlanacağı bir ayrıcalık olarak yer alıyor. Pakette, eşitlik zemininde adil bir seçim sistemi yönünde hiçbir adım olmaması bir yana, tartışmaya açılan seçeneklerin hepsi “kırk katır mı kırk satır mı?” babından AKP’nin avantajlarını daha da güçlendirecek seçenekler. Yani sözün kısası “dağ fare doğurdu” misali içi bomboş bir paket!
Sorunu Kürt halkı çözecek
Öcalan ısrarla, “ koşullarının değiştirilmesi ve sürece dair daha aktif rol oynayabileceği bir durumun yaratılması”nı istiyor. Yine ısrarla ”derinlikli bir müzakere sürecine geçilmeden kalıcı adımların atılamayacağının” altını çiziyor. Erdoğan ise, sanki lütufta bulunuyormuş gibi, “Şöyle yaparsanız böyle yaparız”; “Aman ha, Adalet Bakanımla iyi geçinin yoksa karışmam” türünden mahalle kabadayısıvari tehditler savuruyor. Bir yandan da “bu paket sadece adımlardan birisi, arkası gelecek” diyerek, “Oyalamayı ne kadar uzun sürdürebilirsek kârdır” anlayışıyla hareket ediyor. Tarihi ve siyasi olarak büyük bir anlam ifade eden Hewler’de yapılacak olan Kürt Konferansı’nı, PKK’nin meşruiyetini ve Kürtler üzerindeki etki gücünü artıracağı endişesiyle engellemeye çalışıyor. Daha da ötesi Rojava’da desteklediği El Kaide türevi örgütleri Kürt halkına saldırttığı yetmiyormuş gibi, PYD’nin etkisini azaltmak için Barzani ve KDP aracılığıyla, Osmanlı’dan bugüne işletegeldikleri bir yöntemi devreye sokarak, Kürtleri birbirine boğazlatmaya çalışıyor.
Öcalan’ın dediği gibi, ”derinlikli bir müzakereyi başlatmak” bir yana, hükümetin tutumu nedeniyle süreç, diyalog safhasından karşılıklı olarak görüşmelerin yapıldığı bir müzakere sürecine evirilemedi. Cemil Bayık,“Müzakere sürecine geçilmesi için; Önder Apo’nun şartları değiştirilmeli, yasalarda değişiklik yapılmalı ve üçüncü tarafın gözetiminde görüşmeler ve müzakereler başlatılmalı” diyerek tıkanan sürecin önünü açmaya çalışıyor. Aksi halde “sürecin biteceğinin ve yeni ve kapsamlı bir savaşın başlayacağının” altını çiziyor.
Bütün bunlara rağmen sürecin seyri yalnızca TC devletinin ve AKP hükümetinin iradesiyle şekillenmeyecek. Kürt Özgürlük Hareketi’nin sağladığı meşruiyet ve mücadele iradesi yanında, Türkiye demokrasi güçlerinin çözüm yönündeki irade ve mücadelesiyle birlikte bölgedeki ve Suriye’deki gelişmeler de sürecin nasıl ve ne yönde şekilleneceğinde önemli bir rol oynayacak. Bizim yapmamız gereken ise, kendi payımıza düşen sorumluluğun gereklerine uygun bir davranış gösterebilmektir.