CEMALETTİN EFE yazdı: “[Ekim Devrimi] Alt sınıfların, kendi kendisini doğrudan yönetme organı olarak kendiliğinden ortaya çıkan Sovyet Meclisleriyle başta işçi sınıfı olmak üzere diğer ezilen sınıfları bizzat devrimin öznesi haline getirerek, muazzam bir öz yönetim demokrasisinin pekala mümkün olduğunu Dünya’ya göstermiş oldu.”
CEMALETTİN EFE
Bir anekdot
Ekim Devrimi’nin bende ilk çarpıcı yansıması Kürdistan’ın bir dağ köyünde oldu. Ortaokul birinci sınıftaydım. Babam radyoda Sovyetler Birliği ile ilgili bir haber üzerine bir anekdotu anlatmıştı:
– Rusya da Leylin diye bir adam çıkmış. Açlıktan kırılmakta olan fakirlere: “Allaha yalvarın hele size ekmek verecek mi?” diye sormuş. Millet ellerini havaya kaldırıp dua ederek Allah’tan ekmek istemiş, ama tüm arzularına rağmen gökten ekmek yağmamış! Bunun üzerine Leylin: “Peşimden gelin” demiş ve hep birlikte büyük bir fırının önüne geldiklerinde kalabalığa: “Allaha dua edip yalvardınız ama Allah size ekmek vermedi. Bakın şu gördüğünüz fırına topluca girin ve ekmeğinizi alın” demiş, topluca giderseniz kimse size bir şey yapamaz! Ve millet fırına girip aç midelerini bir güzel doyurmuşlar. Bunun üzerine Leylin insanlara tekrar dönmüş ve “İşte komünizm budur” demiş.
Babamın bu anekdotu ne kadar doğru, bilemem, ama beni müthiş etkilemişti. Beynimde fırtınalar yaratan bu anekdotun izleri ömür boyu silinmedi. Daha sonraları yaş kemale erince, pratik zekayla insanlara en kısa yoldan egemenlerin toplum üzerinde kurdukları hakimiyetin anlamsızlığını sürrealist bir tarzda pratik bir örnekle ispatlayan bu anekdottaki kişinin Leylin değil Ekim Devrimi’nin en önemli lideri Lenin olduğunu öğrenecektim.
Bir işçi aydını olarak hayatımı derinden etkilemiş Ekim Devrimi’nin 100. yılında organik bir entelektüel olmaktan çok sıradan okumuş bir işçi olarak düşüncelerimi ifade etmek hissiyle bu yazıyı kaleme aldım.
Devrimlerin devrimi
İnsanlık tarihinde birçok devrimler oldu. Her devrim yeni bir dönemi başlattığı, toplumların dönüşüp değişmesinde hatırı sayılır düzeyde katkıda bulunduğu muhakkak.
Bütün büyük devrimlerin ortak noktası ezilen-ezen ilişkisini somut hayatta ve yasalar nezdinde nispi bir şekilde de olsa biraz düzetmeye, eşitlemeye yönelik olmasıdır.
Bu konuda Ekim Devrimi kendinden önceki tüm devrimlerden ayrılır. Özel mülkiyet ve dolayısıyla sınıfların ortaya çıkmasıyla yıkılan ilkel komünal toplum sisteminden sonra insanlık hep sınıflı ve sömürülü bir süreçle birlikte ilerledi.
- Ekim Devrimi ilk defa gerçek anlamda tüm sınıflı toplumların temeli olan özel mülkiyeti mülksüz sınıfların lehine ortadan kaldırarak, öncesi tüm devrimlerden farklılaştı.
- Alt sınıfların, kendi kendisini doğrudan yönetme organı olarak kendiliğinden ortaya çıkan Sovyet Meclisleriyle başta işçi sınıfı olmak üzere diğer ezilen sınıfları bizzat devrimin öznesi haline getirerek, muazzam bir öz yönetim demokrasisinin pekala mümkün olduğunu Dünya’ya göstermiş oldu.
Ekim Devrimi gerçek anlamda insanlık için tarihsel, yeni bir çığır açtı. İnsanlığın o ana kadar gittiği istikametin yönünü değiştirerek, başta Dünya burjuvazisi olmak üzere herkesi şaşırttı. Egemenliğin sadece kendilerine ait olduğundan emin olan ve böyle bir devrimi hiç aklıdan bile geçirmek istemeyen mülk sahibi sınıflar açısından Ekim Devrimi kelimenin tam anlamıyla bir yıkım oldu.
Dünya burjuvazisi bu yepyeni gelişme karşısında çok şaşırmış olsa da, seyirci kalamazdı. Tepkisiz kalmaları, yıkımdan öte, kısa sürede varlıklarının bile ortadan kaldırılabileceği anlamına geliyordu. Ve hemen eyleme geçtiler. Tarih boyu devasa deneyimler edinmiş egemen güçler bu tehlikeyi ciddiye alarak, kısa süre içinde Rus Devrimi’ni hem askeri hem de ekonomik olarak ablukaya aldılar.
Dünya burjuvazisinin bu tutumuna karşılık birçok ülkenin işçileri de bu “Yeni bir Dünya kurma” çağrısına kayıtsız kalmadı. Toplu ayaklanmalar, genel grevler Batı’da birbirini izledi. Sovyet Rusya’ya Dünya’nın her tarafından yardım seferberlikleri ve dayanışmalar oldu. Sendikal hareketler ve komünist partiler her yerde güçleniyordu. Batı’dan Doğu’ya insanlığın ilgisi Ekim Devrimi’ne yönelmişti. Tarihte ilk defa Dünya’da tüm entelektüel katmanlar ki, bunların çoğunluğunu şimdi olduğu gibi o dönemde de burjuva entelektüelleri oluşturuyordu, ezici bir çoğunlukla Ekim Devrimi’nden derin bir şekilde etkilenmişlerdi.
Dünya’nın her yerinde egemen güçler sadece komünist ya da ilerici hareketlere karşı mücadele etmek zorunda kalmıyordu; aynı zamanda entelektüel üretimin tüm alanlarında romandan şiire, resimden sinemaya, müzikten bilime kadar her alanda burjuva düşüncesine karşı müthiş bir direniş başlayıp yaygınlaşmış durumdaydı.
Dünya burjuvazisinin Ekim Devrimi’ni abluka altına alıp Rusya’ya hapsetmesinin ardından, Avrupa’daki (Almanya, İtalya, İngiltere, Avusturya vb) devrimler de peş beşe yenilgiye uğradı. Artık tamamen yalnız başına kalan Sovyet Devrimi hızla kendi içine kapanmış oldu.
İşçi sınıfı demokrasisinden tek parti diktatörlüğüne
Çarlık’tan devralınan bürokrasi bir çırpıda eski egemen sınıfın yerini aldı. Ekim Devrimi’nin gerçek iktidar aygıtı olan Sovyetler 1920’de 10. Parti kongresinde iç savaş nedeniyle alınan geçici kararlar ile etkisiz hale getirildi. Sovyetlerin tüm yetkileri Parti’ye ve en nihayetinde de Genel sekretere geçti. Böylece kısa süre içinde Sovyetler Birliği merkezi otoriter ve tek parti diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir devlete dönüşmüş oldu
İçe kapanış sürecinde ayakta kalmak için toplumların doğal sosyolojik yapısı zorlanarak milyonlarca köylü çok kısa bir süre içinde şehirlere sürülerek yapay fabrika işçilerine dönüştürüldü. Bu yeni durum ilerde birçok sorunun temeli olarak kendisini gösterecekti.
İşvereninin devlet olduğu bu yeni koşullarda emek sömürüsü tecrübesinden yoksun, köylülükten işçi olmuş yığınların, işçi sınıfı bilincine sahip olmaları mümkün olamazdı. Dolayısıyla yeni işçi sınıfı devlet mülkiyetini esas alan bu rejime kayıtsız kalmaktan kurtulamadı. İşçi, çalıştığı fabrikanın ve ürettiği ürünün kendisine değil devlete ait olduğunu düşünüyordu.
Milyonlarca insanın hayatına mal olan kıtlık ve iç savaş koşullarında, hızla ağır sanayi kurularak kapitalizme karşı yarışın orta vadede kazanılabileceği var sayılıyordu. Birçok nedenin yanı sıra işçi sınıfı bilincinin olmayışıyla artık Ekim Devrimi Dünya proletaryasının değil, içerde ve Dünya’da Rusların ve Rus milliyetçiliğinin bir tezahürü olarak algılanır oldu.
Partinin tepesindeki Genel Sekreter her şeye kadir yeni bir tanrı gibiydi. Parti üst yönetimi kendisini onaylamayan her muhalifi yok etmeye yetkili bir rejim halini geldi. Kötü ünlü “1938 Moskova Mahkemeleri’nde Ekim Devrimi’nin bir çok önemli kahramanı işkenceler içinde ölüme mahkum edildi. Böylece sosyalizmin 1917 Ekim Devrimi’yle başlayan kızıllığı artık yerini kapkara bir renge bırakmış oldu. 1917 Şubat Devrimi sırasında Bolşeviklerin lideri Lenin’in yakalanması için tutuklanma emir vermiş Menşevik kökenli Genel Savcı Andrei Januarjewiç Wyşinski 38 Mahkemelerinde genel savcı olarak Buharin, Zinovyev, Tomski, Rikov, Uglanov, Radek, Piatakov, Serebriakov ve Sokolnikov gibi Ekim Devrimi’nin önemli lider kadrosunu; “Yalancılar, palyaçolar, sefil Pigmenler, kapitalizmin zincirli köpekleri” gibi ağır küfürler ve “katil, adi suçlulardan oluşan kriminal bir çete!”, “Alman casusu”, “İngiliz casusu” gibi ağır ithamlarla suçlayıp ölüme mahkum edilmesini sağladı.
İkinci Paylaşım Savaşı sonrası
Soğuk Savaş veya İki Süper Güç döneminde Ekim Devrimi’ni coşkuyla desteklemiş kitleler çoktan onun mirasçısı Sovyetler Birliği’ne fazlasıyla mesafe koymuştu. Batılı entelektüeller sırf reel sosyalist ülkelerin devlet mülkiyeti hatırına o ülkelerin tek parti rejimlerini artık desteklemek istemiyorlardı. Aynı zamanda bu konuda Marksistlerin içinde de tartışmalar başlamıştı. Devlet kapitalizmi, bürokratik sosyalizm hatta sosyal emperyalizm gibi farklı tartışmalar ciddi yeni kutuplaşmalara neden olmuştu. Bu da ayrıca emperyalist-kapitalist ülkelerin işini daha da kolaylaştırmıştı.
Adı sosyalist de olsa, fikir ve seyahat özgürlüğü gibi temel hakların bile olmadığı Sovyetler Birliği’nde insanların mutlu olmasını beklemek nasıl ki mantıklı değilse, aynı şekilde kapitalist ülkelerde yaşayan işçilerin böylesi bir rejime sempatiyle bakmaları ve böyle bir rejimi arzulamaları da mantıksızdı. Başka ülkelerde baskı gören insanların aklına Sovyetler Birliği veya Çin Halk Cumhuriyeti’ne (resmi KP’ler hariç) iltica etmek gelmiyordu, herkes Almanya, İsviçre gibi Batılı ülkelere sığınıyordu.
Ekim Devrimi sırasında emperyalistler Sovyetler Birliği’ni ablukaya almışken, artık sosyalist ülkelerin egemenleri kapitalist-emperyalistlere gerek kalmadan kendi halklarını ablukaya almışlardı. Berlin Duvarı bu minvalde 20. Yüzyılın en çarpıcı simgesi olarak tarihe geçti. 2. Paylaşım Savaşı’na kadar Dünya’nın çeşitli ülkelerinden Sovyetler’e idealist insanlar akın akın giderken, artık sosyalist ülkelerin entelektüelleri “Dissident” yani muhalif olarak kapağı en meşhur emperyalist ülkelere atıyordu.
Gelinen son noktada Ekim Devrimi’nin ardılı reel sosyalist ülkelerin varlığının, Dünya solu ve sosyalistleri için, sadece emperyalizme karşı silahlı militarist bir denge gücü olmaktan öte hiç bir anlamı kalmamıştı.
Anti-emperyalist ulusal kurtuluş dönemi
1960 ve 70’li yıllardaki ulusal kurtuluş ve anti emperyalist devrimlerin ürünü ülkeler de (Küba, Angola, Kamboçya vs) bu kötü akıbetten kurtulamadı. Bu ülkeler hızla var olan bürokratik sosyalizm anlayışındaki güce yaslanarak kısa sürede onunla aynılaştılar.
Reel sosyalist ülkelerde öylesine tuhaf örnekler sergilendi ki, sosyalizm, iktidarın krallık gibi babadan oğula geçtiği gülünç mutlakiyetçi dönemleri hatırlatır oldu. Kuzey Kore hâlen bu konuda örnek olmaya devam ediyor.
Sonuç
Ekim Devrimi’nin üzerinden 100 yıl geçse de bundan sayısız dersler çıkarmak mümkün. Ekim Devrimi hiç şüphesiz varmak istediği noktaya varamadı. Buna yukarda az çok bir kaç başlıkta değinmeye çalıştım. Ama tarihin en büyük olaylarından biri olan Ekim Devrimi’ni yeniden düşünmek için ilk elde aklıma gelen bir kaç noktanın altını çizmek isterim:
- Rosa Luxemburg’un Ekim Devrimi sonrasında Lenin ve Troçki’yi doğrudan uyaran eleştirini dikkate almadan,
- Fabrikadaki işçi, tarladaki köylü, cephedeki askerin öz ve doğrudan örgütü olan Sovyet Meclisleri devrimin asıl gücü ve motoru olmasına rağmen, daha sonra yetkilerinin elinden alınıp Komünist Parti’ye verilmesinin ne anlama geldiğini sorgulamadan,
- Anarşizmin özgürlükçülük ve otorite karşıtlığının değerini bilmeden,
- Antonio Gramschi’nin kültürel ve siyasal hegemonya gibi yapıcı eleştirisel teorilerini etüt etmeden,
- Che Guevara’nın evrenselci cesaretini özümsemeden,
- Marx ve Engels’in “Düşüncelerimiz eleştirilmediği andan itibaren artık bir dogma olmuştur” düsturunu hiç bir zaman akıldan çıkarmadan,
- Lenin’in Nisan Tezlerindeki, “Sosyalizm burjuva demokrasisinden bin kez daha demokratik olacaktır…” anlayışına sahip olmadan,
- Bir devrimci için her örgütlenmenin bir muhafazakarlık içerdiğini unutmadan, yeni bir sosyalist bir dünya düşlenemez bile!
Ekim Devrimi hâlâ yolumuzu aydınlatıyor!