TÜLAY HATİMOĞULLARI yazdı: “İktidar/devlet hot zot siyasetiyle bir yere varılamayacağını, Kürt halkının bölgenin asli unsuru olduğunu, onları her anlamda komşu olarak görmeye alışması gerektiğini idrak etmek zorunda. Ancak bu idrakle Kürtleri bir tehdit değil, birlikte ortak demokratik yaşamın kurulacağı bir güç olarak görmek mümkün olur.”
TÜLAY HATİMOĞULLARI
AKP 2002’de iktidara geldiğinde ABD’den çok güçlü bir destek almıştı. Bir proje parti olarak sahneye çıktı denilebilir. Bu proje Türkiye ve Ortadoğu ülkelerini küresel sisteme daha uyumlu hale getirme çabasının bir parçasıydı (AB de bu çabanın içindeydi). AKP, bu anlamda hem içerisinin, Türkiye’nin, hem de Ortadoğu’nun değişim ve dönüşüm sürecinde rol üstlenecekti. İçerde, birinci Cumhuriyetçilerin tutukluk hali ve Kemalist devlet yapısındaki ısrarları neo-liberal politikalarla uyumsuzdu.
AKP Türkiye’deki geleneksel devlet yapısında ve ekonomide köklü değişiklikler yapabilecekti. Nitekim ekonomi alanında gerçekleştirdiği muazzam özelleştirme dalgasıyla, işçi sınıfının ve emekçilerin haklarını ağır biçimde tırpanlamasıyla, şirketlere çeşitli biçimlerde sermaye aktarımıyla “misyonunun” bu kısmını “layıkıyla” yerine getirdi ve getirmeye devam ediyor.
AKP’den diğer bir beklenti de İslami referansları siyasete yedirerek ve dindar-muhafazakâr kitleleri sistemin içine çekerek Türkiye’yi ılımlı İslam ülkesine dönüştürmesi ve Ortadoğu ülkelerine model olmasını sağlamasıydı. AKP bu konuda olması gerekenden de öte yol aldı. Türkiye’yi klasik İslam ülkesi olmaya doğru götürme çabası içinde. Ancak Ortadoğu’ya model olma hususunda her fırsatta ayağı takıldı/takılıyor. Misak-ı Milli sınırları çizildiğinden beri komşu ülkelerle ilişkiler zaten hep gergindi. Sınırlar siyaseten de, gerçekten de mayın tarlasıydı. AKP ilk döneminde gerçek anlamda sınırdaki mayınları temizledi ve komşularla mayınlı ilişkiler yerine “sıfır sorun” politikası izledi. Ancak bunu sürdüremedi.
Bölgesel güç olmaya çalışırken
AKP bu projeyle beraber bölgesel hegemonyasını arttırmayı hedefliyordu. AKP açısından Ortadoğu siyasetinde ivme kaybı ve geriye dönüş Suriye’de savaşın patlak vermesiyle başladı (2011). Davutoğlu’nun “Derin Strateji”siyle yola çıkan AKP, yeni Osmanlıcılık hayaliyle siyaset yürüttü. Ortadoğu halkları ve siyasetçileri Osmanlı’nın zulmünü unutmuş değildir. Biraz tarih bilgisi olan ve “sömürgeci zihniyet”ten uzak bulunan herkes, bölgede yeni bir Osmanlı’nın kapı aralamasına kolayca müsaade edilmeyeceğini bilebilirdi. Ama AKP yöneticileri, başta Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu olmak üzere bu okumayı yapamadı. Yeni Osmanlıcılık hayalleri AKP’yi dozu fazlaca kaçmış mezhepçi politikalara itti. Türkiye dış politikası, Ortadoğu ve dünya dengelerinin acı gerçeklerine çarpa çarpa sersemledi. Komşularla “sıfır sorun” politikası yerini “sıfır barış”a bıraktı.
AKP/Erdoğan’ın yüksek gerilimli siyaset tarzı ve başarısız Ortadoğu politikası Batıyla ilişkilere de sirayet etti. AKP, Türkiye-ABD ittifakını zora sokacak çıkışlar yaptı. Özellikle Irak ve Suriye konusunda iki NATO ülkesi arasında ciddi çelişkiler yaşandı. 17-25 Aralık ve Rıza Zarrab’ın tutuklanmasıyla görünür olmaya başlayan gerilim, en son ABD’nin vize uygulamasıyla zirve yaptı. Türkiye’yi tek adam rejimine doğru taşıma hususunda ısrarcı olan Erdoğan ve yenilemeye çalıştığı AKP, Avrupa ülkeleriyle de gerilimi tırmandırarak hem tabanını konsolide etmeye hem de muhaliflerin başında kılıç sallamaya devam ediyor. Dış siyasette NATO ve Atlantik İttifakı ile yaşadığı gel-gitler ve şantaj siyaseti Türkiye tarihinde “kötünün kötüsü” olarak yer alacaktır. Türkiye bölgesel güç olma hedefiyle çıktığı yolda hem doğuda hem de batıda prestij kaybetti/kaybediyor.
Türkiye’nin Irak ve Suriye politikası dip yaptı
Irak ile ilişkileri merkezi hükümetten ziyade Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile gerçekleştiren Türkiye 25 Eylül Bağımsızlık Referandumuyla beraber bu ilişkiyi de şimdilik kaybetmiş durumda. Bağdat, Haşd el Şaabi ile beraber yürüttüğü operasyonla Kerkük’e el koydu. Bununla da kalmayıp (şu sıralar bahsi geçen) Musul’un kuzeyinden Dicle hattı boyunca Türkiye sınırına kadar olan bölgeyi kontrol altına almayı hedefliyor. Böylece Kürtlerin denetimindeki Habur sınır kapısına alternatif yeni bir kapı (Ovaköy) açılabilir. Bu durumda Türkiye IKBY yerine Bağdat’la doğrudan kara ulaşımını sağlayabilecek.
Bu yeni dış politika gereği, Erdoğan kısa bir süre önce “seviyemde değilsin” dediği Irak Başbakanı Haydar el İbadi’yi 25 Ekim’de makamına kabul etti. IKBY’nin Bağımsızlık Referandumunun iptal edilmesi için ortak çalışma, Ovaköy sınır kapısının açılması, petrol satışı, sınır güvenliği gibi önemli konular gündeme geldi. Hükümet tarafından yapılan açıklamalara bakınca Bağdat’la belli başlı konularda mutabakatlar sağlanmış gibi görünüyor.
İktidar, Suriye ilişkilerinde de kazanım elde etmiş gibi yansıtmak istese de ortada bir kazanım yok. Türkiye, Astana görüşmeleri çerçevesinde İdlib’de çatışmasızlık bölgesi sağlanması için Rusya’nın çizdiği sınırlar dâhilinde askeri güçlerini Suriye’ye soktu. Rusya Türkiye’ye bu tavizi vererek, bir yandan Ankara’nın ABD ile gerilen ilişkilerini daha da gererek Türkiye’yi kendi ittifak zeminine çekmeyi hedefliyor; diğer yandan da Türkiye’nin Suriye’de yarattığı pisliği kendi eliyle temizlemesini sağlıyor.
AKP ise bu adımla hem Suriye politikasında söz sahibi olmayı hem de Afrin’i kuşatmayı hedefliyor. Bunu yapmasına ne kadar müsaade edileceği, Rusya ve Suriye’nin, kısmen de İran’ın Kürtlerle bundan sonraki süreçte nasıl ilişkileneceğine bağlı. Suriye hükümeti Astana görüşmeleri kapsamında dahi olsa Türkiye’nin kendi topraklarındaki varlığından hoşnut olmadığını açıkladı.
Türkiye, Ortadoğu’da attığı her adımda tökezliyor ve yeni açmazlara giriyor. Kürt meselesini kırmızı çizgi olarak belirlediği sürece bölgenin fotoğrafını geniş olarak okuma ve ona göre politika geliştirme imkânı olamaz.
Kürt sorunu kırmızı çizgi kaldıkça…
Bölgenin sadece son 7 yılı değerlendirildiğinde bu sürede devasa gelişmeler yaşandığını görüyoruz. Bunların içinde en öne çıkan gelişmelerden biri Kürt halkının selefi, cihatçı çetelere karşı verdiği mücadele ve uluslararası düzeyde yürüttüğü diplomasiyle kazandığı statü. Kürtler, çok uzun yıllara dayanan mücadelenin sonucunu almaya yaklaştıkları bir dönem yaşıyor. Dolmabahçe mutabakatını kendi bina ettiği halde sonra masayı deviren AKP, geriye dönüp baktığında “kırmızı çizgi” olarak belirlediği Kürt sorununu çözememenin sancılarını yaşıyor. Bölge liderliği hedefinden gittikçe daha da uzaklaşma, itibar kaybı yaşama, sıklıkla ifade edildiği gibi “yalnızlaşma” halinin derinleşmesinin en önemli nedenlerinden biri budur.
İktidar/devlet hot zot siyasetiyle bir yere varılamayacağını, Kürt halkının bölgenin asli unsuru olduğunu, onları her anlamda komşu olarak görmeye alışması gerektiğini idrak etmek zorunda. Ancak bu idrakle Kürtleri bir tehdit değil, birlikte ortak demokratik yaşamın kurulacağı bir güç olarak görmek mümkün olur. Bu iklimi yaratmak zor değil.