SEÇTİKLERİMİZ – Agos’tan Patrak Estukyan’ın Kadir Akın ile söyleşisi: Çok enteresan, 1909’da bu topraklarda Marksist bir parti kurulmuştur ve vekili Hampartsum Boyacıyan da mecliste yer almıştır. Tüm bu bilgileri öğrendikçe şaşkına uğruyordum. Aklımda ilk soru şüphesiz; “Biz neden bunları bilmiyoruz?” idi.
27 Mayıs 1915’te İttihat ve Terakki önderlerine suikast iddiasıyla suçlanan ve idam edilen 20 Ermeni’nin hikâyesini anlatan belgesel film ‘Red’, geçen hafta özel bir gösterimle izleyiciyle buluştu. Filmin yapımcılığını ve yönetmenliğini, daha önce ‘Ermeni Devrimci Paramaz’ kitabının yazarı Kadir Akın üstleniyor. Akın’la filmi vesilesiyle konuştuk.
Paramaz’ın hikâyesini önce kitaplaştırdınız, şimdi de beyazperdeye taşıdınız. Paramaz ismiyle ilk ne zaman tanıştınız? Sizi bu çalışmaya iten neydi?
10 yıl önce, İşçi Dünyası adlı gazetenin editörlüğünü üstleniyordum. O gazetede bir arkadaşımızın, Paramazların Beyazıt Meydanı’nda idam edilmesiyle ilgili kısa bir yazısı yayınlanmıştı. Paramaz’ın adını ilk kez o yazıda gördüm. Kendisine sorduğumdaysa, yazıda bahsettiğinden fazla bilgiye sahip olmadığını söyledi. Bunun üzerine internete girdim, araştırdım, Paramaz’la ilgili benzer bir yazıyı Sait Çetinoğlu yazmış ama o yazıda da fazla bir bilgi yoktu. Sadece Hınçak Partisi üyesi Paramaz ve 20 arkadaşının, İttihat ve Terakki’nin önderlerine suikast girişimi suçlamasıyla Beyazıt Meydanı’nda idam edildiği bilgisi yer alıyordu. Paramazların mahkemesinin bittiği tarih 27 Mayıs 1915, tehcir denilen ve aslında soykırım olan padişah fermanının tarihi ise 24 Nisan 1915. O döneme baktığımızda bu idamlar hiç de şaşırtıcı değil çünkü iki tarih birbirine çok yakın. Ben de Paramazların peşine düştüm.
İnternette yeterli veri bulamayınca bir sonraki adımınız ne oldu?
Önce tanıdığım Ermeni arkadaşlarıma sordum. Onların da bu konuyla ilgili çok detaylı bilgileri yoktu. İdamlarının üzerinden 98 yıl geçtikten sonra, Nor Zartonk’un da organizatörlüğünde bir panel ve anma töreni düzenleyelim dedik. Beyrut’tan Hınçak Partisi temsilcisi, panele katılmak istediğini belirtti ve geldi. O günlerde gündem Gezi Parkı’nda yaşananlardı ve herkesin ilgi odağı orasıydı tabii ki ama Paramazlar hakkında düzenlenen panele ve anmaya gösterilen ilgisizliği sadece Gezi’ye bağlamamak lazım. Bu meseleye genel bir ilgisizlik zaten mevcut. Anma vesilesiyle birkaç yazı daha yer aldı internette. Daha sonra bu mevzu biraz durdu.
Paramazların hikâyesi sizin için yeniden ne zaman alevlendi?
Anmadan bir yıl sonra, eşimle Beyrut’a bir gezi yapmak istedik. Gitmişken, anmaya katılan Hınçak Partisi temsilcisi Aleks Köşkeryan’la da görüşecektik. Köşkeryan, bizi hem oradaki tarihçilerle, hem de Lübnan Parlamentosu’nda üç dönem milletvekilliği yapmış bir dostuyla tanıştırdı. Biz gider gitmez onların misafiri olduk. Özellikle bir dostunun evinde yaşadıklarım benim için çok önemliydi. Evine giden ilk Türk bendim. Masanın üzerinde bir sürü Ermenice kitaplar, dergiler, fotoğraflar, belgeler vardı ve bana şöyle dedi: “Evime gelen ilk Türk sensin ve bu belgeler insanların mücadelesini sürdürdüğü topraklara götürülmeyi bekliyor.” Bu cümle beni çok etkiledi, bana bir sorumluluk yüklüyordu. Bu ziyaretle birlikte daha ilk günden gezmeye gittiğim Beyrut’un turistik yanı benim için bitmiş oldu. Üç gün boyunca o evde ne kadar bilgi, belge varsa hepsini topladım. İstanbul’a döndüğümde topladıklarımı ilk olarak tanıdığım Ermeni arkadaşlarımla konuştum. Unutulmuş ve yok sayılmış bir tarih görünür olmaya başladı benim gözümde. Paramaz’ların mücadelesini o dönemki siyasal tarihin içerisine çok rahat yerleştirebildim. Konu sadece Paramaz da değildi.
Türkiye’de sol geleneğin 1920’lerde başladığı söylenir ancak Paramaz’lara baktığımızda bunun gerçek olmadığını görüyoruz. Siz neler söyleyebilirsiniz?
Meşrutiyet’in öncesinde başlayan, Ermeni partilerinin Ermeni mücadelesi, bir kültürel, entelektüel hayat, onların talepleri, programları, kurdukları partiler… Üstelik II. Meşrutiyet’ten sonra yasal olarak kurulan partiler bunlar; Osmanlı Meclisi’nde milletvekilleri olan, yasa teklifleri veren, İkinci Enternasyonal’e üye partiler. Taşnaktsutyun değil ama Hınçaktsutyun Marksist bir partidir. Çok enteresan, 1909’da bu topraklarda Marksist bir parti kurulmuştur ve vekili Hampartsum Boyacıyan da mecliste yer almıştır. Tüm bu bilgileri öğrendikçe şaşkına uğruyordum. Aklımda ilk soru şüphesiz; “Biz neden bunları bilmiyoruz?” idi. Neden Türkiye’deki sosyalistler bu topraklardaki sosyalizm hareketini 1920’lerde Mustafa Suphi’den başlatırlar? Onun öncesi var. Halbuki sol mücadelede siyasal tarih bilinci çok önemlidir. Karşılaştığı zorlukları aşmada tarihe döner bakarsın, oradan tecrübeyi edinirsin ve o problemi çözmede o tecrübe sana yardım eder. Dolayısıyla biz niye böyle bir tecrübeden, birikimden yoksunduk? Bizden öncesi için de geçerli bu durum, 68 kuşağı dediklerimiz de Paramazlar hakkında ayrıntılı bir bilgiye sahip değillerdi. Konuya biraz daha derinden bakınca, 1950’de kurulan TKP’nin Ermeni Soykırımı’na bulaşmış kimi kadrolarla kurulduğunun farkına vardım. Der Zor Mutasarrıfı Salih Zeki bu isimlerden biri. Dolayısıyla TKP de bunu yok saymış, görmezden gelmiştir. Orada Kemalizm’in de etkisi var şüphesiz. Paramazların ve Hınçakların mücadelesi, “Biz ulusal kurtuluş savaşı verirken Ermeniler bizi sırtımızdan vurdu” tezini de çürütüyor. Onlar Osmanlı Federasyonu’nu savunuyorlardı, buradaki bütün halklarla beraber eşit, kardeşçe, barış içerisinde birlikte yaşamak istiyorlardı. Bunu mahkeme salonlarında anlatıyorlardı, parti programlarına koymuşlardı. 1915’te idam edilmişler, soykırım 1915’te yaşanmış, bir ulusal kurtuluş savaşından bahsedeceksek eğer, vatan topraklarının düşman işgali altında olduğu bir süreçten bahsedeceksek, bu, 1919’dur. Dolayısıyla öncesinde başlayan bir ulusal kurtuluş savaşı yok. Olsa olsa Çanakkale Savaşı’ndan söz edilebilir, o da İttihat ve Terakki hükümetinin Alman emperyalistleriyle İngiliz emperyalistleri arasında yeni pazarlara ulaşma, hammadde kaynaklarına ulaşma zıtlığından çıkmış I. Dünya Savaşı sırasında Alman emperyalistlerin yanında saf tutmasıdır. Bütün bunları kavrayınca şu noktaya geldim: Aslında bu topraklara kök salmış Ermenileri katliama uğramaları, sadece entelektüel ve kültürel bir mirasın yok edilmesi değil, bu topraklardaki sol fikirlerin yok sayılması, köklerinin zarar görmesi ve daha sonraki sosyalist kuşakların deneyimsiz, tecrübesiz ve hafızasız kalması. Az önce de belirttiğim gibi sol gelenekte hafıza çok önemlidir ve daha sonraki sosyalistler, o hafızadan yoksun bırakılmışlardır. Dolayısıyla paradigmanın sorgulanması gerekiyor. Artık 1920’den değil, öncesinden başlatmak gerekiyor. Kuşkusuz Paramaz Kafkasyalı bir Ermeni ve devrimci ama bu parti burada kurulmuş ve üyeleri Anadolu’da doğmuş, büyümüş, mücadele etmiş isimlerden oluşuyor.
Belgesel, Paramaz özelinde Hınçakları anlatıyor diyebilir miyiz?
Alex Köşkeryan, belgesel filmde bize bir nevi danışman gibi katkı sağladığı için Hınçaklar doğal olarak bu işten daha önce haberdar oldular. Yine de filmin tamamen Hınçaklara dönük bir belgesel olmadığı kanaatindeyim. Yani, Osmanlı Bankası baskını Ermeni Devrimci Federasyonu’nun kuruluş süreci, onların mücadeleleri, talepleri… Onlara da belgeselin içerisinde yer bulmaya çalıştım. Dolayısıyla filme Türkiye’deki sosyalistlerin, yurtdışındaki sosyalistlerin ve Ermenilerin filme ilgi göstereceğini düşünüyorum.
Osmanlı Meclisi’ndeki vekillerin mücadelesi, kanun teklifleri kitapta yok. Kitabı kaleme aldığım zaman henüz o bilgilere ulaşmamıştım. Mesela Meclis-i Mebusan’da ‘İşçi Haklarını Koruma Grubu’ diye dört Ermeni vekilden oluşan bir grup olduğundan haberdar değildim ve kitaba onu koyamamıştım. Keza Osmanlı Bankası baskınında üç Hınçak fedaisinin bulunduğunu, bir tür dayanışma için o eyleme katkı sunduklarını bilmiyordum. Osmanlı Bankası baskını tamamen Ermeni Devrimci Federasyonu’nun eylemi olarak bilinir.
Filmi çekerken zorluklarla karşılaştınız mı?
Filmin jeneriğine baktığınızda çok somut bir kurum göremezsiniz ama işin perde arkasında onlarca isim var. Çok fazla insanın eli değdi, gözü değdi, emeği var bu çalışmada. Çok dayanışma gösterildi bu konuyla ilgili. Birçok külfeti o dayanışmayla birlikte aştık. Yani dayanışmayla birlikte meseleyi çözdük ve istediğim bir şeyi gerçekleştirmiş olduk.
Red nerelerde gösterilecek?
Yaygın bir gösterim olamayacak çünkü filmi birkaç festivale götürmeyi planlıyorum. Özel gösterimler olabilir; ilkini zaten yaptık İstanbul’da. Epey de ilgi gördü, galaya katılım çok iyiydi. Ayrıca televizyon programları, kimi makaleler ve yazılara da konu olacak. Tabii ben de belgeselin nasıl bir etki yarattığını görmek istiyorum. Beyrut’tan ve Yerevan’dan özel gösterim istiyorlar. Umarım filmi oralarda da izleme şansı bulacağız.