SEÇTİKLERİMİZ – Ergun Babahan ArtıGerçek’e yazdı: “İttihatçılar gibi, bir yandan İslam coğrafyasına hükmetme hayali, bir yandan da parçalanma korkusu sarmış durumda. Korku ve hayal, koca ülkenin siyaset ve diplomasisini kuşatmış durumda.”
ERGUN BABAHAN
Batı ekseninde uzun zamandır tartışılan konu, Türkiye’nin ekseninin kayıp kaymadığı üzerindeydi. Abdullah Gül’ün aktif günlük siyasetten çekilip Ahmet Davutoğlu’nun sahne almasıyla alevlendi bu tartışma.
Abdullah Gül, Batı ekseninden kaymanın risk ve tehlikelerini bilen bir siyasetçiydi. Hem Suudi Arabistan’da, hem İngiltere’de yaşamıştı. O yüzden açık tercihi hep Avrupa Birliği’nden yana oldu.
Onun sahneden çekilmesi, Neo-Osmanlı hayalleri peşinden koşanların önünü açtı. Aklı, kabiliyetinin önünde giden bu tipler, bugün Türkiye’yi içinde bulunduğu noktaya getirmiş oldu.
Nedir bu nokta?
Deyim için affınıza sığınıyorum, ‘Boku ile kavga edenlerin’ olduğu nokta.
Savruk, kavgacı, tutarsız, ilkesiz…
Rusya ile kanlı-bıçaklı iken bir anda kanka olmaya iten, İran’ı Şia yayılmacılığında suçlarken Kürtlere karşı kardeşlikte birleştiren de bu ilkesizlik ve tutarsızlık.
Bu savrulmaların her biri yeni düşmanlıklar yaratırken eski dostlukları da yerlebir ediyor.
Bugün gelinen noktanın bir kaç nedeni var:
Kendini gerçekten güçlü ve mühim görmek, Osmanlı’nın mirasçısı kabul etmek.
Yolsuzluklar ağına bulaşmak.
Genlere işlenmiş Batı düşmanlığı.
Kürt korkusu.
Evet, bölgede bir Kürt gerçeği var ve Türkiye’nin bunun sonuçlarıyla yüzleşmesi kaçınılmaz.
Kürt gerçeğinin bir başka yüzü ise, sahadaki konumları itibariyle hem Amerika Birleşik Devletleri’nin, hem de Rusya’nın desteğine sahip olmaları. Bu açıdan, 19’uncu yüzyıl Balkan coğrafyasıyla kıyaslama yapmak mümkün.
Yine, Bulgaristan’da büyük göç öncesi yaşanan kıyım sonrasına olduğu gibi, Batı kamuoyu laik, cinsel-eşitçi Kürtler’in yanında, siyasal-İslamcı Türkiye’nin karşısında.
İttihatçılar gibi, bir yandan İslam coğrafyasına hükmetme hayali, bir yandan da parçalanma korkusu sarmış durumda. Korku ve hayal, koca ülkenin siyaset ve diplomasisini kuşatmış durumda.
Amerika’da görülmekte olan Rıza Sarraf davası bütün bu gelişmelere tüy dikiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında ortaya sayılabilecek ithamlar nedeniyle, iktidarın gizli ortağı Ergenekoncular ise ideolojileri gereği Amerikan düşmanlığını pompalıyor.
Amerika’yı daha da şeytanlaştırmak New York mahkemesinde dile getirilecek kimi iddiaların, Türkiye toplumunun önemli bir bölümünde itibarsızlaştırılmasını sağlayacak. ‘‘Erdoğan, Amerika’ya dik durduğu için iftira atılıyor’’ propagandasının temeli bugünden atılıyor. Amerika’ya yönelik dilin en muhtemel sonuçlarından biri, uzlaşmadan umudu kesen Sarraf’ın iddia makamıyla anlaşmaya gitmesi olabilir. Bir ay içinde bunu göreceğiz.
Çünkü, Amerika’ya suçlamak ve bunu yaparken Venezuella ve İran gibi, Trump’ın kişisel hale getirdiği sorunları bulunduğu ülkelerle yanaşmak Beyaz Saray üzerinden bir çözüm arayışı yolunu tamamen kapatıyor.
Türkiye’nin savrukluğu, genel olarak Ankara’ya daha anlayışlı yaklaşan State Department’ın desteğini de kaybetmesine yol açıyor. Amerikan başkentinde giderek yalnızlaşıyor Türkiye.
Bize ne diyebilirsiniz ama o zaman Suriye’de ve Irak’ta Amerikan politikalarının belirlenmesinde etkiniz iyice sıfırlanır.
Korku ve hayalle yönetilen iç ve dış siyasetin Türkiye’yi getirdiği nokta bu özetle… Yandaş medya köşelerinde açıkça dile getirilen bir yandan ‘Bizi bölmeye çalışıyorlar’ söylemi, diğer yandan ‘Dünyayı onlara dar ederiz’ yaklaşımı…
Bu çapsız ve hayali çizginin ülke içi en net sonucu ise açık faşizm olarak tezahür ediyor. Kürtler çırılçıplak soyularak yollara yatırılıyor, işkence yaygınlaşıyor, hukuka Batı’ya ait bir kavram muamelesi yapılıyor.
Hukukun rafa kalktığı, toplumunun geniş kesimiyle kavgalı bir ülke ekonomisinin uçurumdan aşağı yuvarlanmasının kaçınılmaz olduğunu şu anda kimse görmüyor gibi.. Gördüklerinde vakit çok geç olacak zaten.