CEREN AKÇABAY yazdı: Kadınlar her gün tacize, her gün saldırıya, her gün hakarete uğruyor bu ülkede. Sokakta şortumuz, baş örtümüz, kahkahamız; evde yemeyin tuzu, çocukların sesi, perdenin açık unutulması buna gerekçe. Aşağılanıyor, dövülüyor, öldürülüyoruz…
CEREN AKÇABAY
Hiç unutmuyor büyük efendiler bizi: Kimi gün rızamız, kimi gün kızlarımıza biçilen gelinlikler yoğun “yasal” gündemlerinde mutlaka yerini alıyor. İktidarı pekiştirmenin yolunun kadını örselemekten aşağılamaktan geçtiği öğretilen küçük efendiler de almış dersini: Ya saçımızı nasıl bağlayacağımızı ya nerede gezeceğimizi ya kimin elini tutacağımızı bize öğretiyor.
Son gündemimiz, müftülüklere resmi nikah yetkisinin verilmesi. “İstesek de istemesek de meclisten geçecek” bu düzenlemeye karşı kadın örgütleri var güçleri ile mücadele ediyor. Ancak, aralarında ENSAR vakfının da bulunduğu ve KADEM’in başını çektiği bir kısım Kadın STK’sının düzenlemeyi destekleyen açıklaması başlı başına bir karşı duruşu gerektiriyor. Söz konusu yapılanmaların Kadın STK’sı olarak anılmaları bile kadınlara yönelik bir saldırıdır. Bu iddiayı temellendirelim:
1- Söz konusu metinde “(ü)lkemizdeki yaygın davranış kalıpları ve evlilik teamülleri pek çok kişinin evlilik birliğinin sağlanması hususunda dini nikah ritüellerini gerekli ve yeterli bulduğunu göstermektedir. “ deniyor. Oysa yüzde doksanın Müslüman olduğu sık sık dile getirilen ülkemizde hem İslam dinine hem de İslam hukukuna ilişkin gerçek bilgi yaygın ve mevcut:
İslam hukukunda nikahın gerçekleşmesi için şahit gerekli olmakla birlikte başka bir şekil şartı yok. Örneğin, nikahın din görevlisi tarafından kıyılması ya da dini tören düzenlenmesi gerekli değildir. Bu tarihsel olarak evliliğin kamusallaşması ile birlikte uygulama bulmuş bir adetten ibarettir.
2- “Uygulamada bir yükümlülük ve yaptırım getirmemekte” olduğu söylenen dini nikah ritüeli dini sonuçlar doğurmaktadır. Örneğin, boşanma İslam dini kurallarına göre genel olarak sadece erkeğe tanınmış bir haktır. Dolayısıyla müftünün kıydığı resmi nikahlarda kadın boşanma davası açsa dahi kocasının rızası yoksa erkek kadın üzerinde hak iddia etmeye devam edebilecektir. Metinde her ne kadar müftünün sadece resmi nikahla görevlendirileceği savunulsa da, müftünün bu işlemin öncesinde yahut sonrasında dini nikah kıymaması hayatın akışına ve düzenlemenin amacına aykırı olur.
3- Metinde “Medeni Kanun kapsamındaki resmi nikah işlemlerinin kolaylaştırılması ve yaygınlaştırılması için ilave bir seçenek sunulmakta, seçimde kişinin tercihine bırakılmaktadır.” denilerek vatandaşlara seçenek sunulduğu ifade edilmektedir. Evliliğe ilişkin seçeneklerden bahsediliyorsa evlenmemek de bir seçenektir. İmam nikahı olan ama resmi nikahı olmayan kimselerin aralarındaki ilişki pek çok ülkede olduğu gibi partnerlik üzerinden hukuki bir düzleme oturtulabilir. Oysa düzenleme ile farklı cinsel yönelimden insanların ya da evlilik kurumuna sıcak bakmayanların hukuki statü konusunda yaşadığı sorunlar bir yana bırakılarak sadece imam nikahına hukuki bir statü kazandırılmak istenmektedir. Resmi nikahın yaygınlaştırılması ve kolaylaştırılmasında bahsedilmesine rağmen nikah kıyma yetkisi bütün kamu görevlilerine değil sadece müftülüklere tanınmıştır. Bu nedenle seçenekten kasıt çok hukukluluktan ibarettir. Bunun ise hukuk düzenimize şeklini veren Anayasa’da yeri yoktur.
4- Aynı iktidar İstanbul’da imzalamakla övündüğü kadına yönelik şiddetin önlenmesi ile ilgili Avrupa Konseyi sözleşmesini Türkçeye çevirirken resmi yahut imam nikahlı olmayan kadınları dışlayarak ev içi şiddet terimini aile içi şiddet şeklinde tercüme etmiş ve iç hukuk düzenlemesini de ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi olarak değiştirmiştir. Bu anlayışla korunan, geleneksel aile ve kadına asıl tehdidi üreten geleneksel ailenin ataerkil muhafazakar yapısıdır.
5- Düzenlemeye ilişkin bir savunma metni olarak da okunabilecek açıklamada son olarak düzenlemenin hukuk devleti ve laiklik ilkesinin bir gereği olduğu belirtilmiş ve “(d)inin devlet eliyle getirilmesi ve dindarların baskılanmasını esas alan otoriteryan laiklik anlayışından uzaklaşarak, özgürlüğü merkeze alan ve dindarların da yaşam tarzlarının güvence altına alındığı demokratik laiklik anlayışına” uygun olduğu savunulmuştur. Oysa dini kurumların devlet çatısı altında örgütlendiği hiçbir devlet düzeninde zaten laiklikten bahsedilemez. Dahası, müftünün nikah kıyması ve devlet memuru olması da laikliğe aykırıdır. Tıpkı Anayasa Mahkemesi kararı ile ortadan kaldırılmış bulunan, imam nikahı kıymanın suç sayılmasının laik ilkesine aykırı olması gibi.
Sonuç olarak, hukuksal alanda kadınlara ilişkin olarak din ve vicdan özgürlüğüne uygun olarak düzenleme yapılmak isteniyorsa, din ve düşüncelerini açıklamaya zorlanmaksızın bütün kadınlar önemsenmeli, geleneksel aile yapısı yerine şiddetin doğrudan hedefi haline gelinen ve hukuki korumaya gereksinim duyan kadınların korunması önemsenmelidir. Bunun aksi, aile korunması adı altında muhafazakar değerlerin ve ataerkil yapının güçlendirilmesi, toplumun yarısını oluşturan kadınların kamusal alanı terk etmeye zorlanması anlamına gelir.
Geleneksel ailede kadınların evde bakım yükünü karın tokluğuna sağladığı düşünüldüğünde bu yaklaşım günümüz neoliberal politikalar ile örtüşse de, Türkiye’de kadınların kamusal alan mücadelesinin cumhuriyetin de öncesi uzandığı unutulmamalıdır. Kadınlar neyin “doğru” kimin “gerçek” olduğunu pekala bilmektedir. Gerçekler ve doğrular, kadın sözcüğünü ağzına almayanlar, özgürlük ve demokrasinin anlamını bilmeyenler tarafından çarpıtılamaz.