GÜLFER AKKAYA yazdı: “Mesele inançsa ve inandığı gibi davranmaktan bahsediyorsak Meltem Cumbul’un davranışı neden eleştiriliyor? Bir kadının, siyasi duruşu olan erkek bir yönetmene, siyasi tavır alarak eşitler arası ilişkiyi, ezen ezilen çelişkisini anımsatması ve yüreğinin sesini işaret ederek tutum alması kadar doğal bir şey olamaz.”
GÜLFER AKKAYA
Uluslararası Adana Film Festivali’nde sunucu olan oyuncu Meltem Cumbul, festivalde en iyi yönetmen ödülünü kazanan Semih Kaplanoğlu’nun uzattığı eli sıkmayınca kıyametler koptu.
Meltem Cumbul daha sonra bir açıklama yaptı:
“Eşitler arası bir selamlaşma ve yakınlaşma ritüeli olan el sıkışmayı; kendinden olmayanları ötekileştirenle, fakiri zengine böldürenle, güçlüleri tutup zayıfları hor görenle yapmayı reddediyorum. Yüreğime ve sevgiye düşman olanla, gözlerim ve ellerim dost olamaz.”
Cumbul’a yönelik saldırılar devam etti. Zaten kutuplaştırılan ülkede bir mesele üzerine konuşmak, bir dakika durup dinlemek, anlamaya çalışmak gibi yapıcı davranışlar beklemek ölü gözden yaş beklemekle eş.
Semih Kaplanoğlu tarafında cephe alanlar ellerindeki tüm olanakları kullanarak Meltem Cumbul’a karşı savaş ilan ettiler. Sosyal medyadan, bildiğimiz yandaş medyaya dek linç aldı başını gitti.
Meltem Cumbul gibi takdir edilen, başarılı bir oyuncu, karalama ve saldırma “askerleri” tarafından hiç’leştirilmeye, ötekileştirilmeye çalışıldı.
Semih Kaplanoğlu ise yüceltildikçe yüceltildi.
Oysa ortada ne Meltem Cumbul’un oyunculuğu, ne de Semih Kaplanoğlu’nun yönetmenliği ile ilgili bir tartışma vardı. Eleştiri başka bir noktadan geliyordu. İktidar ile sanat arasındaki ilişkiden…
Kaplanoğlu’nun eli, iktidar ile sanatçı arasındaki ilişki nedeniyle havada kalınca akıllara Meltem Cumbul’un Gezi direnişindeki tutumu, Semih Kaplanoğlu’nun rabia işaretli fotosu ve Gezi karşıtı söylemleri geldi.
Hal böyle olunca Cumbul’un açıklaması ve tavrı milyonlar için karşılığı olan, yerinde bir eylem olarak kabul gördü.
Böylece sanat ve sanatçının iktidardan bağımsız, ezilenlerden yana olması gerektiği bakış açısını da hatırlatmış oldu bu eylem.
Kaplanoğlu’nun elini tokalaşmayarak havada bırakan Cumbul’u kınayanlar, onun saygısızlık, kabalık yaptığını söyleyenler Cumbul’un bu şiddet içermeyen ve hatta elini uzatmasa da sözleri ile Kaplanoğlu’nu tebrik ederek yine de bir nezaket taşıyan tavrına karşı boşa kürek çekmekten başka bir şey yapamadılar.
Neden mi?
Kaplanoğlu’nun elinin karşılıksız havada kalması bana günlük hayatta kadınların ellerinin sırf kadın oldukları için havada kalmasını anımsattı.
Simitçiden simit alırken parayı uzatırsınız elinizden almaz, eliniz havada kalır. Para üstünü verirken elinize değmemeye çalışır, ya bir yere bırakır para üstünü ve sizin oradan almanızı bekler ya da elinize değmeyecek şekilde biraz yukarda tuttuğu eliyle para üstünü avcunuza döker.
Markete gidersiniz aynı şeyi kasiyer yapar. Parayı elinizden almaz, ya tezgâha bırakmanızı bekler ya da elini elinizin altında tutar, bu kez siz parayı onun avucuna yağdırırsınız. Para üstünü alırken simitçide yaşadığınızın aynısını markette yaşarsınız.
Kadınlar her gün, günde birkaç kez alışveriş yaparken böyle erkeklerle karşılaşır. Lanetli elleri ile erkekleri kirleten, günaha sokan, abdestlerini bozan tehlikeli kadın cinsinden korunmaya çalışan erkeklerle karşılaşırlar. Bu, sistematikleşmiş erkeklik saldırısıdır.
Bir tek kişi olarak Kaplanoğlu’nun elinin havada kalmasının saygısızlık sayıldığı, kabalık diye kıyametin koparıldığı ülkede, “inançlı” erkeklerin her gün, defalarca başı açık ya da kapalı tüm kadınlara yönelik saldırısı nedense yok sayılır, kimseler tarafından dillendirilmez.
Bütün kadınların bir tek erkek kadar kıymeti yok mu bu erkeklik cehenneminde?
Yoksa bir kadının, yüce erkeğin elini sıkmaması mıydı bu kadar tepkiye neden olan şey?
Başı açık ya da kapalı tüm kadınlara yönelik, nice yalaka esnafın, satıcının uyguladığı bu cinsiyetçi tavır, üstelik anayasal açıdan suçken, ülkede adeta normal bir rutin haline dönüşmüş durumda. Ve nasıl oluyorsa günlük hayattaki bu “rutinler” birden bire ortaya çıkıyor ve hızla yayılıyor.
El sıkışmak eşitler arası bir eylemdir ve alış veriş yapmak da, para alıp vermek de bu eşitler arası eylemlerdendir. Üstelik karşı cinsler arasında gerçekleşiyorsa daha da dikkat edilecek bir eylemdir zira orada cinsiyetçilik olabilir.
Kadınların hala alışverişe çıkabildiği şu zamanda, erkek esnafların kadınların elinden para almaması kadınları aşağılamak, hor görmek, ötekileştirmek, kamusal alandan dışlamak, yani eşit görmemektir.
Bundan daha ağır başka ne olabilir? Hakaretse en ağır hakaret bu. Hor görmekse en ağırı bu. Saygısızlıksa bu. Kabalıksa bu.
Her nasıl açıklıyorsanız açıklayın bundan ağırı yok.
Müşterisi olan kadınların tırnağı kadar değerli olmayan bu erkekler, kadınların elinden para almayarak kadınları hiçleştirip kimliksizleştirmelerini inançlarına dayanarak yapmaktalar. Oysa suç işliyorlar.
Semih Kaplanoğlu’nun elinin havada kalmasını eleştiren “duyarlı, hoşgörülü, saygılı” kadın ve erkelerden, ama en çok kadınlardan her gün bakkalda markette, kasapta, simitçide, AVM’de elleri havada kalan milyonlarca kadını görmelerini, aynı duyarlılığı göstermelerini beklerdik. Elini uzatmayan Cumbul’u faşistlikle suçlayanların şimdiye dek bu esnaflara da bir diyeceği olmalıydı değil mi?
Ama görmezler, demezler. Onlar da medya esnafı çünkü.
Sorsan bunu inançları gerektirdiği için yaptıklarını söylerler. Oysa hepsinin örnek aldığı Cumhurbaşkanı Erdoğan kadınların elini sıkıyor.
Kadınları hiçleştirmeye çalışan esnaf, satıcı erkeklerin sorgusuz sualsiz yaptıkları bu davranışlar inanmakla ilgi değil. Bunlar gücün kuklaları. Güç kimdeyse ona göre ayarlıyorlar kendilerini. Yarın tam tersi bir iktidar gelir bunlar bu kez aman ablacım, canım ablacım diye elleri önlerinde bağlanmış, iki büklüm şekilde kadınların ardında döner durur üç kuruş daha kazanmak için.
Mesele inançsa ve inandığı gibi davranmaktan bahsediyorsak Meltem Cumbul’un davranışı neden eleştiriliyor? Cumbul, kadın ve erkek, zenginle yoksul arasındaki eşitsizliğin yok olmasına inanıyor. Onun inancı da bu. Bu, saygı, nezaket ve hoşgörüyü hak edecek bir inanç değil mi?
Bir kadının, siyasi duruşu olan erkek bir yönetmene, siyasi tavır alarak eşitler arası ilişkiyi, ezen ezilen çelişkisini anımsatması ve yüreğinin sesini işaret ederek tutum alması kadar doğal bir şey olamaz.
Bu protesto bir film festivali sırasında sahnede oldu. Sinemacı iki insanın en doğal buluşma zemininde. Her şey olması gerektiği gibi.
En çok bağıranın kazandığını sanan gürültücü toplumlarda bile hakikat toz dumanla örtülemiyor.
Sahnede beyazlar içinde güzeller güzeli bir kadın. Festivalin sunucusu. Önemli bir iş yapıyor. Yaptığı iş için para alıyor. Bizler de kadınların çalışıp para kazanmasını istiyoruz. Kazandıkları para ile kendi ayakları üzerinde dimdik durup yeri geldiğinde cüretkâr sözlerini esirgemeden kadınlar lehine tavır almalarını istiyoruz.
Çünkü kadınların da bir bildiği var.