ÇELİK ÖZDEMİR yazdı: “AKP, içinde hazmedemediği, midesini bozan şeyleri kusma marifetiyle bünye dışına çıkarıyor olabilir. Kadir Topbaş istifası görece ‘kendiliğinden’ olmuşken, Melih Gökçek istifası ‘zorla’ yaptırılan istifra olarak hatırlanacaktır.”
ÇELİK ÖZDEMİR
Beyaz ve mavi yakalı sınıfın "kurumsal dünya"da yakından tanıdığı bir mekanizma olan istifa, ülkede her konuda yapıldığı gibi yine sulandırılarak karşımıza en çirkin haliyle çıkıverdi. Bütün bir hafta boyunca Kadir Topbaş’ın ardından, Melih Gökçek’in istifa ettikleri/edecekleri söylentileriyle gerek ana akim medyada gerek sosyal medyada heyecanlı bir internet dizisini izler gibi izledik. Ama dediğim gibi, en çirkin, en yoz, en tuhaf haliyle…
Kurumsal dünyada patrona ya da onun “temsilcisi” olan işveren vekiline hitaben “ben artık şu veya bu gerekçe(ler)le sizinle çalışmayacağım, sizden de bir alacağım yoktur” anlamına gelen bir resmi veda mektubu, özlük dosyanızda mutlaka olması gereken bir resmi belge bu. Zaman zaman, sermaye sınıfının kötü bir yolla kullandığı bu mekanizmanın -tek taraflı bir irade söz konusu olmasına rağmen- baskı ve tehdit unsuruna, zaman zaman da bir şantaj aracına dönüştürüldüğü de görülür. İsçinin, sonradan mahkemeye gidip haksız bir şekilde işten çıkarıldığını ispatlamasını istemeyen patronların kendini koruma amacıyla da kullanabildiği, istifa edene haklarını da ödeyip sonradan onların “başa bela” olmasını engelledikleri bir tür sözleşme feshi yöntemidir istifa. "Siyasi etik" sahibi seçilmiş politikacıların nadiren de olsa bu yolu kullandığı olur.
Tabii bizim pek şahit olduğumuz bir şey değil bu. Örneğin dün, Melih Gökçek’in istifa edebileceği iddialarının neredeyse şans oyunu/bahis düzeyine ulaştığı anlarda, Hollanda Savunma Bakanı Jeanine Hennis, Birleşmiş Milletler (BM) adına Mali'de görev yapan iki askerin kaza sonucu yaşanan patlama nedeniyle yaşamını yitirmesinde siyasi sorumluluğu bulunduğu gerekçesiyle istifa etti. Kaza ile ilgili olarak Hollanda Güvenlik Araştırma Konseyi'nin hazırladığı rapora göre Mali'deki Hollanda görev kuvvetinin güvenlik konusunda ciddi eksikleri bulunduğu belirtildi. Birliğin, tıbbi donanım konusunda da yetersiz olduğuna işaret edilen raporda, sorumluluğun siyasi otoriteye ait olduğu vurgulandı. Bunun üzerine de bakan istifa etti.
Oysa bizdeki siyasilerin istifaları etik gerekçelerle değil, tehdit/şantaj metotlarıyla gerçekleşiyor genellikle. Patronlar ispat edemeyeceği bir görev kusuru, ona karşı hissettiği herhangi bir kötü duygu söz konusu olduğunda işçisini işten çıkarırken bu metodu nasıl kullanıyorsa, ülkemizdeki “siyasi patronlar” da bunu benzer bir biçimde hayata geçirebiliyor.
Sözüm Cumhurbaşkanı ile ilgili değil doğrudan. Ülkedeki Siyasi Partiler Kanunu’na göre parti genel başkanlarının çok geniş yetkileri olduğu için, onlar da partilerini ve yönettikleri diğer kurumları bir patron gibi idare etmekte sakınca görmüyorlar haliyle. AKP’nin özellikle 16 Nisan referandumundan sonra, Recep Tayyip Erdoğan’ın "tek adam"lığıyla yönetildiğini, her geçen gün daha da otokratikleştiğini söylemek yanlış olmaz sanırım. Sadece Bakanlar Kurulu üzerinde inisiyatif kullanmayıp, üniversiteler, belediyeler, valilikler üzerinde sürdürdüğü bu tavrı partisinin il/ilçe başkanları düzeyinde de yürüttüğünü izliyoruz hep birlikte. Doğrudan ulaşamadığı yerlerde ise taşeron patronları kullanıp, gazetecileri, televizyoncuları rahatlıkla yerinden edebilme gücüne ulaştığını gözlüyoruz. Ülkeyi de partisini de tek adam olarak ve aile şirketi yönetir gibi yönettiğine şahit oluyoruz.
AKP de, Bakanlar Kurulu da, Belediye Başkanlıkları da bir patronajla ve aile şirketi gibi yönetildiğine göre kurumsal ve siyasal değerlerden söz etmek yerine, duygusal reflekslerle ve neredeyse duygusal hezeyanlarla bu kararları vermek de tek başına bir kişiye kalıyor. Bu durumda da koltuklar üzerindeki tartışmalar, kameraların önünde bile 'istifa edilmezse ihraç edilir' diyebilecek kadar birbirlerini açıkça tehdit boyutuna ulaşıyor, iddia edildiğine göre partinin koridorlarında küfürlü yumruklu kavgalara dönüşebiliyor. Sosyal medya aracılığıyla hadisli, ayetli mesajlar, "müze"li metaforlarla birbirleriyle kavga etmekten çekinmiyorlar artık. Özetle, bir zamanların Televole tarzı programlarında boşanan magazin dünyasının pek meşhur çiftleri düzeyine geldi neredeyse bu hikâye(ler).
Söz konusu istifaların öznesi seçilmiş kişiler olunca bu hikâyenin böyle kişisel bir düzlemde kalmasını yediremiyorum doğrusu. Siyasi etik gereği istifa ediyorsa bunun gerekçesini bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum. Yok eğer bu bir istifa değil "istifrar" (Osmanlıca'da firar etme, gizlice kaçma, savuşma anlamına gelir) ise bunun hesabının da kesilmesi gerektiğine inanıyorum. Osmanlıca sözcüklerin zihnimde yarattığı bir diğer serbest çağrışımla devam edersek, Melih Gökçek istifa etmek yerine “istiğfar etmek” istemiş olabilir ki bu da tanrıdan günahlarını bağışlamasını dilemek, tövbe etmek anlamına gelir. Kendisini on yıllardır tanıyan ve izleyen sorumlu bir yurttaş olarak, yaptıklarından çok pişman olacak gibi bir görüntü çizmiyor ne yazık ki bende.
İstifa, istifrar, istiğfar derken son bir Osmanlıca sözcük çağrışımı kalıyor geriye, onu da buraya koyalım: istifra. Yani kusma. AKP, içinde hazmedemediği, midesini bozan şeyleri kusma marifetiyle bünye dışına çıkarıyor olabilir. Ancak, burada da şu tespiti yapmak yanlış olmayacaktır sanırım. Midede onu rahatsız eden “şey” tespit edilmiş ama kusma eylemine bir türlü geçilemiyor bir türlü ve bu nedenle bünye zorla kusturuluyor. Kadir Topbaş istifası görece “kendiliğinden” olmuşken, Melih Gökçek istifası “zorla” yaptırılan istifra olarak hatırlanacaktır.
Önümüzdeki dönemde, yolsuzluklar mı, FETÖ soruşturmaları mı ya da Ankara’daki referandum sonuçlarının başarısızlığı mı bu süreci besledi, göreceğiz. Ama neresinden bakarsanız bakın, bu “şüpheli bir ölüm”dür. İntihar süsü verilmiş bir cinayet midir, kaza süsü verilmiş bir siyasi suikast mıdır anlayacağız. Yakın geçmişimiz her iki vakaya da çokça tanıktır. Bazıları aydınlatılmaya çalışılırken üstü örtülmüş, bazıları da hiç aralanamayan dosyalar halinde tozlu raflara bırakılmıştır. Bakalım bu şüpheli ölüm için “otopsi” isteyecek onurlu bir savcı çıkıp bu “siyasi mevta”ların gerçek ölüm sebebini raporlayabilecek midir? Göreceğiz. Umarım göreceğiz.
@celikozdemir_