MAHİR SAYIN yazdı: “Barzani hangi motivasyonlarla bu adımı atıyor olursa olsun, talep ettiği işin kendisinin hiç bir gayrimeşru yanı yoktur ve bütün dünyanın en küçük topluluklara dahi yerinde olarak tanıdığı bir hak konusunda Kürt halkının iradesinin ortaya çıkmasını sağlayacak bir referandum yapmaktadır.”
MAHİR SAYIN
Güney Kürdistan’da bağımsız devlet olma arzusunu dile getirmek üzere bir referandum yapılmaya kalkışılınca Washington’dan Tahran’a kadar yer yerinden oynar hale geldi. Yeri geldiğinde bunların hemen hepsi Kürt halkının dostu olduğunu beyan eden ülkeler. Özellikle de ABD ve TC. ABD bölgesel otonominin ortaya çıkışının en önemli faktörü oldu ama oradan öteye Kürtlerin bir adım atmasına izin vermedi. Önceleri Kürt otonomisinin TC’nin kırmızı çizgisini oluşturduğunu ve savaş nedeni sayılacağını söyleyen TC ise Almanya ve İngiltere’den sonra en büyük ticareti yaptığı Güney Kürdistan'ın lideri Barzani’ye devlet başkanı muamelesi yapmakta hem siyasi hem ticari faydalar gördü.
Kürt meselesiyle ilgili olarak da AKP söyleminin en önemli argümanını her zaman “ Biz teröre karşıyız, KÜRTLERE DEĞİL” iddiası oluşturdu.
Kimi zaman bu iddianın sanki doğruymuş gibi bir yanı da olabiliyor. Örneğin RTE’nin Barzani’yi, Şıvan’ı ve İbrahim Tatlıses’i yanına alıp Diyarbakır’da “Kürdistan Yönetimi” lafını etmesi ve daha da ileri giderek, Erbil-Bağdat krizinin keskinleşip, Barzani’nin yine referanduma gitmeye kalkıştığı dönemde RTE’nin “Başka çare kalmazsa elbette ayrılabilirler” demesi böyle bir görünüm ortaya çıkarmıştı. Kuşkusuz bu da gerçekten Kürtlerin bu demokratik hakkının desteklenmesi için değil, tersine, Bağdat’la aralarının gerilip Türkiye’ye daha muhtaç hale gelmelerini sağlamak için o günkü konjonktür gereği edilmiş bir laftı.
ABD’nin işine gelmeyen bu girişim IŞİD saldırılarıyla engellenmiş, ABD’nin istemediği Maliki yönetimi de bu arada değiştirilebilmişti. Zira Maliki’nin İran’la ilişkileri yakınlaştırması ve ABD’nin Irak’taki varlığını sınırlamasını dengeleyecek güç olarak ABD Kürtlerin Irak birliği içinde kalmalarını istemekteydi. Bunun için de bağımsızlık adımı işlerine gelmiyordu. Bu nedenlere dayalı olarak ABD, Suudi Arabistan, Katar ve TC’nin yardımlarıyla IŞİD’in önü açıldı ve kısa sürede Musul düştü; Bağdat bile tehdit altına girerken, Kerkük ve Erbil/Hewler de tehdit altına girdi. Barzani ABD Dışişleri Bakanına “Eğer 20 dakika daha gelmeseydiniz Hewler’i boşaltmak zorunda kalacaktık” demişti.
Böylece bir IŞİD taşıyla bir kaç kuş birden vurulmuştu. Konjonktürün değişmesi sonucu IŞİD’in ortak bir tehdit olarak sahneden silinmeye başlanmasıyla birlikte Güney Kürdistan bir kez daha referanduma gitmeye kalkıştığında bu kez manzara değişti ve TC hükümeti kendi sınırlarının ötesindeki Kürtlerin faaliyetini TC’nin milli güvenliği için tehlikeli, kabul edilemez ve karşılığının verileceği bir adım olarak nitelemeye gitti.
Aslında RTE’nin kendisine kalsa, Barzani’nin Irak’la ilişkilerinin gerilmesine neden olacak böyle bir adımı daha önceki gibi sureti haktan görünüp desteklemesi ya da de nispeten düşük dozda bir karşı çıkışla karşılaması mümkün olabilirdi. Böylece ilişkiler gerildikten sonra ABD’nin bağımsızlık adımına nasıl olsa izin vermeyeceğinden emin olarak zor durumda kalacak olan Barzani’nin (Katar örneğinde görüldüğü gibi) TC’ye muhtaçlığı/bağımlılığı ve gerek PKK’ye karşı ve gerekse PYD’ye karşı daha fazla kullanılma hesapları sürdürülebilirdi. Ama şimdi iktidar blokuna dahil etttiği MHP ve Ergenekoncularla olan ittifakını korumak mecburiyeti hükümeti sert bir karşı çıkış mecburiyetinde bırakmaktadır.
Esasında TC açısından 2014 yazında IŞİD saldırılarının başlamasından önceki durumdan pek de farklı olan birşey yoktur. Sadece Bağdat’ta iktidar Maliki’den ABD ile daha uyumlu olan İbadi’ye geçmiş bulunmaktadır. Ama Kürdistan’da çok şey değişmiştir. PKK IŞİD’e karşı direnişte Güney’de de önemli bir prestij kazanmış ve Ezidiler önemli ölçüde, gördükleri destek karşılığında PKK’ye yüzlerini dönmüş, örgütlenmelerini onunla ilişkilendirmişlerdir. Bu durum Güney Kürdistan’daki güçler dengesi açısından PKK’nin Goran ve YNK ile olan ilişkileri çerçevesinde düşünüldüğünde önemli bir gelişmedir.
Bundan belki daha önemli olan faktör ise Rojava’nın kazandığı yeni statüdür. Rusya ve ABD arasında dengelenen bir ilişkiyi geliştiren Rojava yönetimi TC’nin kolayca müdahale edebileceği bir durumdan çıkmanın ötesinde TC-ABD ilişkilerinin de ciddi biçimde sarsılmasına, gerilmesine neden olacak bir özellik kazanmıştır.
İşin içinde “terör örgütü”, TC’ye karşı herhangi bir plan, doğrudan TC’nin çıkarlarına karşı bir adım sözkonusu değilken nasıl oluyor da TC sınırları dışındaki Kürtlerin giriştiği siyasal bir faaliyet TC için tehlikeli olabiliyor? Nasıl olacak? Kürtlerin bağımsız devlet olarak varolmaları TC için kabul edilebilir bir durum değil. Yani terör vs sözkonusu olmadan TC hükümeti, devleti, diğer parçalardaki gelişmelerin, Kürtlerin kazandıkları her yeni statü ve gücün Kuzey Kürdistan’da da gelişmeleri hızlandıracağı endişesiyle bütün Kürtleri kendisi için bir tehdit olarak görmektedir. Yani sadece teröre değil bütün Kürtlere, Kürtlerin özgür varoluşuna karşıdırlar. Karşı olmadıkları Kürt sadece ölü ve köle olan Kürtlerdir. Onlar bunu kastederler “bütün Kürtlere karşyı olmadıklarını” söylerken.
****
Bu referandum meselesi gerçekten iyi bir turnusol kağıdı oldu. Dostu düşmanı, sahte dostları, sahte demokratları bir bir sergiledi.
Barzani’nin bu referandumu kendi durumunu kurtarmak için yaptırdığı söylenmektedir. Gerçekten de Mesud Barzani iktidarını sürdürmek açısından zor durumdadır. İki yıldır seçim yaptırmadan, meclisi çalıştırmadan, meclis başkanını Hewler’den sürüp ülkeyi meşru olmayan bir zeminde yönetmeye çalışmaktadır. Tabii ülkenin sadece bir bölgesini; YNK’nin denetiminde olan Süleymaniye bölgesini yönettiği yoktur elbette. Orada bir başka hükümet sürüp gitmektedir. Eğer başkanlık için bir seçim yapılacak olsa Barzani’nin azınlıkta kalacağı ve onun istemediği birisinin devlet başkanı olabileceği ihtimali en büyük olasılığı oluşturuyor. Bu nedenle içinde bulunduğu açmazdan kurtulabilmek, prestijini yükseltebilmek ve karşısındaki güçleri kendi belirlediği çerçeveye çekebilmek için böyle bir referandumu araç olarak kullanmaya girişmiştir.
Peki bunun neresi yanlıştır? Politikada elini kuvvetlendirmek için atılan bir adımın gayrimeşru olduğunu iddia edebilmek için o hareketin kendisinin gayrı meşru olduğunu ispatlayabilmek gerekir. Bir ulusun kendi kaderini tayin etmek için referandum yapmasının gayrimeşru olabilecek yanı olabilir mi? Bir hak kullanılamayacak olduktan sonra, kullanıldığı takdirde kullanan için felaket olacağı iddia edildiği durumda nasıl olur da hak olarak nitelenebilir? Bu o hakkın tam anlamıyla yok sayılması demektir. Hak olarak kabul edilmemesi demektir. Bir hak “doğal hak” olarak nitelenmişse hiç bir şarta bağlanamaz. Onu şarta bağlamaya kaykışmak onun ortadan kaldırılması, hak olmaktan çıkarılıp, birileri tarafından sunulabilecek bir ikram, lütuf durumuna indirgenmesi anlamına gelir. Tabii bu durumda mesele verici olana bağlı hale gelir. Alıcı olanın bu konuda kendisinin verebileceği hiç bir karar yoktur. İsteyebilir ama verecek olan verirse alabilir. Çağdaş insan haklarının böyle bir şartı yoktur. Haklar varoluşun gereği olarak kabul edilir. Yaşama hakkı insanın varoluşudur. Ya da bir ulusun kendi devletine sahip olması da o ulusun varoluşudur. Sonra bu varoluşlara özgür iradeleriyle insanlar, guruplar, uluslar yeni şekiller verebilirler ama ÖZGÜR İRADELERİYLE VE SADECE KENDİLERİ…
Bütün milletlerin kendi devletlerini kurma hakkı olduğu geçen yüzyılın başından beri dünya milletleri camiasında kabul gören ama emperyalist çıkarlara, ya da bölgesel hegemonların çıkarlarına uymadığı durumda da sıkça ihlal edilen bir haktır. BM artık bu hakkı o kadar benimsemiştir ki, 200 bin kişilik toplulukların da devlet olarak örgütlenip BM üyesi olması doğal karşılanır hale gelmiştir. Yugoslavya parçalanırken TC devleti de dahil olmak üzere herkes bir ağızdan ulusların kendi kaderlerini tayin hakkından, ayrı devlet kurma hakkından sözetmiş ve Yugoslavya’dan doğan devletlerin hepsini tereddütsüz tanımışlardır. Ama mesele 40 milyona yakın bir nüfusa sahip bir halka gelince bu hak “gayrimeşru, tehlikeli, bölgeyi kaosa boğabilecek emperyalist bir oyun, engellenmesi gereken bir bir girişim” olarak nitelenip mahkum edilmeye çalışılmaktadır. Bu edepsizliğin dik alasıdır. Maalesef bu edepsizlik sadece emperyalistler ya da bölgesel sömürgeciler tarafından değil, kendisine enternasyonalistim, sosyalistim, devrimciyim, komünistim diyenler tarafından da aynen tekrarlanmaktadır.
Yapılacak olan referandumun kendisinin yaratacağı hiç bir kaos ya da savaş kışkırtması sözkonusu olmadığı gibi bağımsızlık ilan edilse bile eğer başkaları müdahale etmeyecek ise ne kaos ne de savaş çıkar. Kürtlerin bağımsız devlete sahip olması durumunda çıkacak kaos ya da savaş durumu, Kürtlerin çıkaracağı değil, sömürgecilerin, emperyalistlerin hesaplarına uymadığı için onlar tarafından çıkarılacak olan bir kaos ya da savaştır. Yani aslında bu lafı edenler Kürtlere şunu demektedirler: “Eğer bağımsız devlet olmaya kalkarsanız, size savaş açar, kaos çıkartır ve hayatı zehir ederiz ve bugün elinizde olanı da kaybettiririz.”
Bir sosyalist parti açıklamasında “bağımsızlık referandumu Irak’tan başlayarak bölgesel düzleme taşınacak yeni bir iç savaşın tetikleyicisi olacaktır” diyerek en doğal haklarını talep eden Kürtleri iç savaşı tetiklemekle suçlayabilmektedir. Bu lafların RTE hükümetinin ettiği laflardan milin farkı yoktur. Kim çıkaracak bu iç savaşı? Referandum yapan Güneyli Kürtler mi? Yoksa Bağdat ve Ankara hükümetleri mi? Böyle bir durumda Kürtleri mi yoksa böyle bir savaşı çıkaracak olanları mı suçlamak gerekiyor? En doğal bir hakkı kullanmaya niyetlenenin yanında mı durmak gerekiyor yoksa, hak sahibine, “Bu hakkı kullanırsan çok kötü olursun ha!” diye tehditler yönelterek bir anlamda sözü edilen iç savaşı çıkaracak olanların yanına kaymak mı?
RTE diktatörlüğüne karşı çıkış da bir iç savaşa neden olabilir. Erdoğan iktidardan gitmemek için her şeyi yapmaya hazır olduğunu çoktan gösterdi. Güçlü bir direnişin ortaya çıkması iktidardan gitmek istemeyen RTE güçleriyle direniş güçleri arasında bir iç savaşa zemin hazırlamaktadır. Malum devrim her zaman eş bir karşı devrimle birlikte gelişir. Türkiye’de direnenlere de acaba böyle bir savaşa neden olmamak için direnmekten vazgeçmeyi salık vermeyi de düşünüyor mu bu lafların sahipleri? Kürtlere karşı kullandıkları mantık gereği savunmaları gerekir. Ha oradaki iç savaş, ha Türkiye’deki iç savaş!
***
Barzani hangi motivasyonlarla bu adımı atıyor olursa olsun, onun motivasyonlarının tümü yanlış olacak olsa bile, ülke içi dengelerle oynama manevrasını içinde taşıyor olsa da talep ettiği işin kendisinin hiç bir gayrimeşru yanı yoktur ve bütün dünyanın en küçük topluluklara dahi yerinde olarak tanıdığı bir hak konusunda Kürt halkının iradesinin ortaya çıkmasını sağlayacak (muarızlarının işin yapılışı konusundaki haklı eleştirilerinin olduğu gerçeğini elbette ki, ihmal edemeyiz) bir referandum yapmaktadır. Üstelik bu bağımsızlık ilanı bile değildir. Bunu yapmaya da esasında en az referandum kadar hakkı vardır. Elbette ki bir bağımsızlık yoluna girilirken onun gerçekleşme imkanlarının da gözönünde bulundurulması gerekir. Her taraftan kuşatılmış, tüm destekçilerinin de kendisine karşı tavır aldığı bir durumda Güney Kürdistan’ın bağımsız bir devlet haline gelmesi kolay birşey değildir. Ama bunun kolay olmadığını söylemek başka bir şey, referanduma karşı çıkmak, Kürtlerin bağımsızlık arzularını bile duymayı istememek bir başka şeydir. Herhalde Mesud Barzani de beş yaşında çocuk değil ki, hayalinde olanı koşullara hiç aldırmadan gerçekleştirmeye kalkışsın. Zaten o da bunu ifade etmektedir. Ama Kürt halkının iradesini beyan etmesine bile tahammül edemeyecek kadar derin bir Kürt düşmanlığı ortamında yaşamakta olduğumuzu bu vesileyle görmek gerekiyor.
Bu mesele Barzani’yle başlayıp biten bir mesele değil, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı meselesidir ve bu hakkı kim dile getirirse getirsin haklı ve doğru bir talebi dile getirmektedir. Bunu Barzani’ye muhalefet meselesine indirgemek, onu mahkum etmek için Kürt halkının iradesini beyanını engellemeye kalkışmak oyunda hile yapmaktan başka birşey değildir. Federasyonun kurulması konusunda da aynı tutuklar geliştirilmiş, emperyalizm vs vs denilerek ona da karşı çıkılmıştı. Onun için sayılan gerekçelerin hiç birinin bahaneden öteye bir anlamı yoktur ve bu bahanelerin ortaya atılmasının nedeni de Kürt halkına olan düşmanlıktan başka birşey değildir.
Mesele, ister federasyon, ister özerklik, ister bağımsızlık ve isterse şimdi olduğu gibi sadece irade beyanı olsun, özgür, örgütlü, bağımsız Kürt’ün varoluşuna karşı çıkıştır.
İşte bütün mesele budur.
25.09.2017