GÜLFER AKKAYA yazdı: “Tıpkı onun yaptığı gibi okuyacağız. Okutacağız. Erkek egemen sistemi yıkmak ve feminist devrimi örmek için her zaman örgütleneceğiz, çoğalacağız. Hayatlarımızın sahibi olacağız. Hepimizin hayatlarına dokundun. Seni okuduktan sonra hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı. Kadınlar seni asla unutmayacak.”
GÜLFER AKKAYA
Kadınların ücretli çalışma, eğitim ve oy hakkı gibi temel vatandaşlık haklarına ulaşmasını hedefleyen, bu alanlarda mücadele eden, geçtiğimiz yüzyılın başlarından itibaren dünya genelinde önemli kazanımlara ulaşan Birinci Dalga Feminist Hareket hiç kuşkusuz kadınların politikleşmesinde çok önemli yere sahiptir. Üstelik sadece kadınların değil, kadınların bu haklara ulaşmak için mücadele ettiği devlet ve iktidarlar açısından da “öğretici” oldu. Ancak bu ders, yeni bir mücadele hareketinin oluşabilme potansiyeline işaret eden kadınlara karşı önlem alma niteliğinde olacaktı.
Birinci Dalga Feminist Hareketin yarattığı etki henüz yeniyken Fransa da filozof bir kadın bir kitap yazacaktı. Kitabın ismi İkinci Cins. Yazarı Simon de Beauvoir idi. Kitap kadınların tarihsel geçmişinden bahsediyor, kadın olmak gibi söylemler ileri sürüyordu. Beauvoir’a “Kadın doğulmaz, kadın olunur” meşhur cümlesini kurduruyordu.
İkinci Cins, kadınlar diye adlandırılan ortak kadere sahip toplumsal bir grup olduğunu, kadınların erkeklerden sonra gelen, ikinci bir cins olduğunu dünyaya haykırıyordu. Yazar bu “çılgın” tespitin bedelini ağır bir şekilde ödeyecekti.
Ama işte cin bir kere şişeden çıkmıştı ve kitap esas muhatabı olan kadınların eline geçmişti. 1960’lı yıllara gelindiğinde kadın gruplarınca didik didik edilecek, günlerce, saatlerce süren toplantılarda kadın olmak nedir üzerine tartışmalar yapılacak, kitap yeni bir feminist dalganın başyapıtları arasında yerini alacaktı.
Aynı yıllarda okyanus ötesinde başka bir kadın bu kitabı okumuş ve başka bir konuda doktora tezini kitaplaştırmaktaydı. Bu kitabın adı Cinsel Politika idi. Yazarı ise Kate Millett.
Kitap dünyaca saygı duyulan erkek yazarların ve yüzyıla damgasını vuran Freud ve benzerlerinin aslında nasıl kadın düşmanlığı yaptıklarını deşifre ediyordu.
Üstelik bu deşifre ediş basit tekil ve birbirinden kopuk, bağımsız örnekler şeklinde ele alınmıyordu. Kate Millett’in daha büyük bir iddiası vardı Cinsel Politika’da. Ona göre kadın ve erkeğin yan yana geldiği andan itibaren hükmetme, iktidar ilişkisi oluşuyordu. Bu politik bir durumdu ve bu politika cinslerin yan yana gelmesi ile kuruluyordu. Ortada bir sistem vardı ve bu, patriarkaydı. Yani erkek egemen sistemdi.
Millett’in en temel başarısı kadınla erkek arasında yaşanan ilişkinin bir sistem içinde gerçekleştiğini fark etmesidir. Bunu cesur bir dille anlatmasıdır. Buna patriarka demesidir.
Kişisel, basit, sıradan diye görülen cinsel davranışlar erkek egemen sisteme dayanarak gerçekleşiyorsa bunlar politik eylemlerdir ve buna da cinsel politika denir diyordu. Zira burada cinsler arasında hükmetme, bir cinsi pasifleştirme, iktidar olma vs. vardı.
Kate Millett’ı teorik olarak radikal kılan, cesur yapan, erkek egemenliğine karşı yıkıcı kılan şey, kadınla erkek arasında sonuna dek politikleşmiş ve cinsel kimliklere dayanan bir sistemin olduğunu söylemesidir.
Onu, o güne dek diğer teorisyenlerden ayıran, tehlikeli kılan şey ise, içinde yer aldığı kadın örgütlerinde paylaştığı bu fikri sonunda kitaplaştırarak daha geniş çevrelerle buluşturarak kadınlarda heyecan yaratması, daha ötesi patriarkayı yıkmayı hedefleyen sıkı bir eylemci olmasıydı.
Kadınlarla erkekler arasında geçen meselenin bir sistem meselesi olduğunu, erkeklerin kadının bedenini, cinselliğini, kimliğini ele geçirmeye çalışarak, onu bütünlüğünden kopartarak köleleştirdiğini söyleyen Millett, yıllar sonra kitapta sınıf konusunu işlemediğini, bugün olsa onu da işleyeceğini söyleyecekti. Ve ekleyecekti: “Daha fazla sınıf tahlili katmak isterdim. Aynı zamanda eşcinsel kurtuluşundan daha fazla söz etmek isterdim. O zamanlar bunları bilmiyorduk.”
İkinci Dalga Feminizmin öncülerinden olan Millett teorisini deneyimleye deneyimleye kuruyordu. Başvurabileceği kaynaklar sınırlıydı. İkinci Dalga Feminizmin teorisyenleri henüz kafalarına düşen soruları kitaplaştırmakla meşgul olacaklardı.
Ellerindeki en temel kitap İkinci Cins’ti. Millett bu konuda şöyle der: “Simon de Beauvoir kitabımın çoğunu çaldın diye benimle dalga geçerdi. Onu okuyalı aslında çok zaman olmuştu ama farkında olmadığım biçimde önemi bir bölümünü içselleştirmiştim.”
İkinci Dalga Feminizmi bu kadar yıkıcı, devrimci yapan şey patriarka diye bir sistemin varlığını ortaya çıkarmış olmasının yanı sıra teorik alanda durmadan ilerleniyor olmasıydı. Cinsel politikanın yanında zamanla erkek egemen sistemin en temel üretim biriminin aile olduğu analizinden, ailenin kadın emeğinin ücretsiz şekilde erkeklerce sömürüldüğü, erkek şiddetinin yaşandığı gizli alan oluşuna dek ilerleyecekti feministler.
Ve tabii evlilik! Evliliğin kadınları nasıl güçsüzleştirip, aileye ve erkeklere mahkûm ettiği artık sır değildi. Masal dağılmış, sihir bozulmuş, ABD’nin muhteşem orta sınıf ailesi başta olmak üzere toplumda derin sarsıntılar başlamıştı.
‘İlk dönemler bizi sutyenlerini yakan zararsız kadınlar olarak görüyorlardı’ diye anlatacaktı Millett İkinci Dalga Feminist hareketin sokak eylemlerinden bahsederken. Ama işte sutyen yakan zararsız kadınlardan patriarkanın yıkılmasını talep eden, kadınların birliği ve ortaklığını savunan, siyah kadınlarla berber mücadele eden, yanı sıra heteroseksizme karşı da duran, “ben lezbiyenim” diyerek sokaklara dökülen, feminist devrim isteyen zararlı, tehlikeli kadınlara dönüşeceklerdi.
“Cinsel devrim, patriyarkanın başlıca kurbanı olan kadınların kurtuluşu ve eşcinsellerin maruz kaldığı zulmün son bulmasıyla başlayacaktır” diyordu Kate Millett.
Bu sözler özgürlükler ülkesinin hoşuna gitmiyordu.
Zaten birçok konuda ilk o konuşuyor, her toplantıda, eylemde, ülkenin her yanına sıçramış söyleşi ve panellerde o bulunuyordu.
Öte yandan yeni feminist teorisyenler çıkıyordu. Kadın devriminden bahseden, cins çatışması gibi kavramlar kullanan yeni ve tehlikeli bir başka radikal feminist Shulamith Firestonne vardı. Fransız feminist mücadelesinin içinden çıkan, Millett’in ihmal ettiği sınıf konusunu bizzat çalışan, Marksist yöntemle yaptığı çalışmalardan kadınların sınıf olduğunu belirleyen, Baş Düşman adlı muhteşem kitabıyla Christine Delpy İkinci Dalga Feminist Hareketin ideologları ve eylemcileri arasında yerini aldı.
Aynı zamanda Heidi Hartman, MaxineMolyneux, Angela Davis gibi çok sayıda kadın bir yandan feminist teori ile ilgilenecek, diğer yandan sokakları inleteceklerdi.
Dünyanın birçok yerinde kadınlar gösteriler yapıp iktidarlara ve devletlere karşı açıktan mücadele verirken, bir yandan diğer ideolojilerin cinsiyetçiliğini teşhir için baskı kuruyorlardı.
Sokakların kadınlarla ısındığı yıllardı. Her yerde feminizm rüzgârı esiyordu. Üreme tercihlerinden cinsel hazza, iktidara, eşit işe eşit ücret taleplerine dek her şey feminist politikanın gündemiydi.
İşte böyle bir ortamda “tehlikeli” ve lider bir kadın olarak Millet’i; kadınların erkek egemen sistemden kurtulması için dünyayı kasıp kavuran, yazan ama sadece yazmakla yetinmeyen, eylemlerde koşturan, binlerce kadınla kol kola erkekliğin örüldüğü önemli bir alan olan sokakları feminist isyanla çiğneyen, milyonlarca kadını evin içinde sessizce değiştiren, hiç susmayan kişi olarak görüyoruz.
Ebette bu gidişe erkek egemen devlet, toplum ve iktidar dur diyecekti. Her türlü tehdit, tecrit politikalarının susturamadığı kadınlara karşı bildik bir yöntem kullanılacaktı. Millett ve Firestonne deli oldukları gerekçesi ile tımarhaneye kapatılacaklardı.
Millett, vazgeçmeyecek delilik, normallik, tımarhane üzerine de yazacaktı. Sistemin kendisini korumak için güvenlik adı altında uyguladığı devletin zor politikaları nedeniyle Amerika’da “Erkekler hapishaneye, kadınlar tımarhaneye tıkılır” cümlesini kuracaktı.
Zulüm Politikaları kitabı ile devletin nasıl bir zor aygıtı olduğunu işkenceler üzerinden anlatacaktı.
Onun en önemli kitaplarından biri de seks işçileri hakkında yazdığı Sokak Kadınları kitabıdır. Bu kitapta da tıpkı Cinsel Politika adlı kitabındakine benzer söylemler ileri sürer. Erkekliğin kadın bedeni üzerinden yürüttüğü cinsel politika sadece onun bedenine yönelik değildir.Kadın bedeni üzerinden yola çıkan erkeklik kadınların bütünlüğünü parçalayıp bölerek, kendisinden uzaklaştırıp yabancılaştırarak esasen kadının benliğini, kimliğini satın almayı hedefler. Etini değil.
Kısaca Kate Millett’i Kate Millett yapan şey onun patriarka adlı sistemin varlığından yola çıkarak meseleyi bu bütünsellikle ele alabilmiş olmasıdır.
Bu tespitinden dolayıdır ki patriarkal sistem içinde ezilip sömürülen kadınlara enternasyonalist feminist mücadeleyi önerir. Tüm kadınların ortaklığından bahseder. Sınıfsal, ırksal, ulusal farklılıklar elbette var ve bunlar elbette görülmeli ama bu farklılıkların kadınların ortaklığının önüne geçmesi engellenmelidir. Yoksa kurtuluş politikaları üretilmez. Kadınların kurtuluşu tektir ve feminizmdedir.
Dünyanın birçok ülkesine gitmiş, farklı ülkelerin kadın mücadelelerine katılmış, destek vermiş bir enternasyonalist feminist olarak Millett şöyle der: “Milliyetçilik erkeklere yarar, bize enternasyonalizm gerek.”
Ömrünü kadınların kurtuluşuna adamış, bunun bedellerini çok çok ağır ödemiş olan radikal, cesur, sistem yıkıcı fikir insanını ve feminist lideri unutmayacağız. Unutturmayacağız.
Tıpkı onun yaptığı gibi okuyacağız. Okutacağız. Erkek egemen sistemi yıkmak ve feminist devrimi örmek için her zaman örgütleneceğiz, çoğalacağız. Hayatlarımızın sahibi olacağız.
Hiç kuşku olmasın ki patriarkaya ve onun işbirlikçilerine karşı tehlikeli olacağız.
Hepimizin hayatlarına dokundun. Seni okuduktan sonra hiçbir şey asla eskisi gibi olmadı. Kadınlar seni asla unutmayacak.
Minnetle.
Kaynaklar: Kadınlara Mahsus Pazartesi Dergisi, Sayı 44 ve 45