Haziran İsyanına dair çok şey söylendi. Onur ve özgürlüğün peşindeki milyonların isyanı hakkında pek çok yorum yapıldı ve yapılacak. İsyan günlerinde en çok konuşulan kesimlerden birisi “beyaz yakalılar” oldular. Gezi Parkı’na, Kızılay Meydanı’na boynundaki kravatı, üzerindeki döpiyesi ile mesai çıkışlarında koşarak gelen, takım elbisenin üzerine baret takan, çatışan bu insanlar alışılagelmiş ezberleri bozmuş oldu. Kimisi için tuzu kuru kesimler, kimisi için apolitiklerin eğlencesi idi. Peki ama beyaz yakalılar da neyin nesiydi?
“Beyaz yakalı” ifadesi içeriği, anlamı farklı kullanımlarla belirsizleşebilse de genel manada büro işçilerini anlatır. Uzun süre “kafa emeği” olarak tanımlansa da kapitalist üretimin geldiği aşama açısından kafa kol emeği ayrımlarının sınırları oldukça belirsizleşti. Günümüzde nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan kafa-kol emeği ayrımı tartışmaları kapitalistler tarafından büyüyen işçi sınıfı kitlesinin birliğini bozmak ve sömürüyü saklamak için de kullanılageliyor. Bilişim, iletişim ve medya sektörlerinde, plazalarda, modern ofislerde tasarımcı, yazılımcı, mühendis, avukat, mimar, bankacı vs büro çalışanlarından oluşan, işçi sınıfının “beyaz yakalılar” olarak adlandırılan ve daha çok kafa emeğine dayanan kesimi için kullanılan bu kavram kapitalist üretimin değişimlerinin etkisiyle daha geniş, daha proleter kitleleri de tanımlamaya başladı. Beyaz yakalılar tartışmaları, Marksizm alanı içinde dahi kimileri için sınıf dışı unsurlar, kimileri için de sınıfın yeni ve yegane biçimi olarak algılana geldi. Ancak günümüzde işçi sınıfının bileşenleri içerisine, kapitalist üretimin yapısındaki değişimlerin de etkisiyle yeni aktörler katıldığını ve gittikçe daha da görünür olduklarını kimse inkar edemiyor.
Döpiyesin tulumdan ne farkı var?
Hepimiz işçiyiz
Beyaz yakalıların maruz kaldıkları sömürünün biçimlerinin değişik olmasının dışında özünde bir fark yok. Geçmişte işçi sınıfının dışında sayılan mühendis, doktor, avukat gibi serbest meslekler de giderek kapitalist ilişkiler eliyle proleter büro işçiliğine doğru hızlı bir çözülüş içindeler. Kültürel ayrımlar, görece ayrıcalıklar, toplumsal olarak sınıf bilincinin zayıf olması beyaz yakalıların da kendilerini işçi saymamasına neden olabiliyor. Plaza ve şirketlerde herkesten “prezentabl” olunmasının beklenmesi, takım elbiseyi ya da döpiyesini giyen bir beyaz yakalı için üst sınıfta olduğu hissiyatı yaratabiliyor. Yüksek okul okumak, iletişim araçlarını daha iyi kullanmak, işyerlerinin şehrin merkezi ve lüks yerlerinde bulunması bu tutumları tetikleyebiliyor. Banka-finans kurumu çalışanları, bilişim işçileri, çağrı merkezi işçileri, medya işçileri, ofis çalışanları vb… yaşadıkları sorunlar o kadar benzer ve çok ki!
Rekabetçi çalışma ortamının stresi, olağanlaşan mobbing uygulamaları, ücretsiz zorunlu fazla mesailer, düşük ücretler, düşük gösterilen sigortalar, performans uygulamaları, iş güvencesinin olmaması büro işçileri için ilk elden dile getirilen sıkıntılar. Beyaz yakalıların çalışma ortamındaki cinsiyetçi uygulamalar da en yüksek perdeden hissedebileceğiniz bir halde. Görsel ve duygusal olarak kadın çalışanlardan satışı arttırmaya dair beklentiler ve sonuçları kapitalist ahlakın en “güzel” örneklerinden: Sabahın 7’sinde makyajı yetersiz bulunan bir kadının ikaz edilmesi, şirketin yapısına göre uzun etek giydin ya da kısa etek giydin baskıları…
Hak aramanın tek yolu: Örgütlenmek
Kadın ya da erkek, işçi sınıfın diğer kesimleri gibi beyaz yakalıların sorunlarının çözümü de örgütlenmekten geçiyor. Genelde sigortalı olmalarından dolayı “güvenceli” sayılan beyaz yakalı işçiler için de kapitalizm koşullarında olası iş güvencesi “toplu sözleşme” olabilir. Bunun için ise örgütlü olmak gerekiyor. Beyaz yakalılar da işçi sınıfının diğer kesimleri gibi örgütsüzler. Onlar da siyasi baskılardan etkilenip politik tercihler yapma, apolitik kalma tutumuna sürüklenebiliyorlar. Onlar da hukuksuz olduklarını bildikleri hak gasplarına karşı bireysel olarak ses çıkaramıyorlar. Onlar da rekabetçi çalışma ortamının etkisi ile patronlar sınıfının değil birbirlerinin kuyularını kazıyorlar. Susuyorlar, siniyorlar.
Ama Haziran İsyanında bir araya gelmeyi, görünür olmayı sağlayan beyaz yakalılar artık yalnız olmadıklarını biliyorlar. Hem ofislerde politik kimliklerini saklamak zorunda olmadıklarını, hem haklarını arayabileceklerini gördüler. Az olmadıklarını gördüler. Ve en önemlisi ayrıcalıklı değil diğer sınıf kesimleriyle aynı ailenin bir parçası olduklarını gördüler. Şimdi bu görünen fener ışıklarının peşinden gidilmesi, ışıkları bir araya getirmek gerekiyor. Beyaz yakalıların ortak örgütlenmelerini sağlayacak farklı örgütlülükleri, isyanın yaratıcı aklıyla üretmek ve çoğaltmak gerekiyor. Mevcut platform, dernek ve sendikaları büyütmek gerekiyor. Çalışma saatlerinin düşürülmesi, ücretlerin arttırılması, angaryanın yasaklanması, mobbingin ve rekabetçi çalışma ortamının düzeltilmesi, cinsiyetçi çalışma ortamının düzeltilmesi hedefleri örgütlenmenin çağrıcısı olacaktır.
Beyaz yakalarımızdaki ter lekesi ile örgütlenme zamanı.
[box style=’note’]Plaza Eylem Platformu, Çağrı Merkezi Çalışanları Derneği, Kaç Bize Gel Platformu bu alana yönelik örgütlenme girişimlerinden birkaçı. Sosyal İş, Bank Sen gibi geleneksel sendikalar da bu alana yönelik örgütlenme girişimlerinde bulunuyorlarsa da henüz yürünecek istikrarlı bir yol bulamamış görünüyorlar. [/box]