HÜSEYİN ŞENOL yazdı: “Bir ay gibi kısa bir sürenin kaldığı seçimlerin sonucunu özellikle yüzde 50’lik kararsızlar kitlesi belirleyecek. Sadece iki büyük parti CDU/CSU ve SPD’nin değil, Yeşiller başta olmak üzere diğer tüm partilerin de kaderini bu kararsız oylar şekillendirecek.”
Almanya’nın gündemi, 24 Eylül’de gerçekleştirilecek olan Federal Parlamento Seçimleri. Seçim çalışmalarında üç ana konu ön planda tutuluyor: Mülteciler, Erdoğan ve güvenlik sorunları. Almanya kamuoyunu en çok meşgul eden bu üç konu, haliyle, siyasi partilerin de seçim gündemi haline geldi.
Seçimlere bir ay kala, sağından soluna tüm partiler, ağırlıklı olarak saydığım konuları işleme yarışında adeta. Parlamentoda sandalyesi bulunan Hrıstiyan Birlik Partileri (CDU/CSU), Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller (Bündnis90/Die Grünen), Sol Parti (Die Linke) ve parlamento dışında olan liberal Hür Demokrat Parti (FDP), Marksist Leninist Parti (MLPD), ırkçı Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD), faşistlerin partisi Ulusal Demokrat Parti (NPD); yani tüm partilerin ana gündemi başta “Mülteci sorunu” ve devamında “Erdoğan” ve “güvenlik” sorunu. Her gün, bu üç sorun kesin manşetlerde yer alıyor, tartışma toplantıları ve diğer seçim çalışmalarının gündemini oluşturuyor.
Erdoğan da yarışıyor
Geçtiğimiz ay SiyasiHaber’deki yazımda, “AKP de bulaşacak seçimlere” ara başlığı açarak, Almanya seçimlerine ilişkin Erdoğan’ın olası tavrı üzerinde durmuş “AKP ve lideri Erdoğan 15 Temmuz Darbesinin yıldönümü ‘kutlamaları’nın ardından Almanya seçimleri vesilesiyle milliyetçiliği kışkırtacak ve Almanya’ya karşı mangalda kül bırakmayacak. Başında “darbeci” Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu AKP Hükümeti, bakalım önümüzdeki günlerde Almanya seçimleri üzerine yine ne inciler yumurtlayacak!?” demiştim.
Türkiyeli gerici ve faşistler, Perinçek türü ulusalcılar, “oyumuzla derslerini vereceğiz” geyiği yapmaya devam ediyorlar ama, belki hiç bir zaman olmadığı kadar bu kez dünyanın alay konusu haline geldiler. Zira, Almanya’daki gerici, faşist ve ultra ulusalcı Türkiyeli seçmenin Almanya Seçimleri’nde oy vererek Merkel’i cezalandırabilmesi için, Almanya’nın siyaset sahnesinde Türkiye ve AKP dostu bir siyasal partinin bulunması gerekir. AKP’nin son birkaç yıldır izlediği politikaların ve Avrupa’ya karşı tutumunun bir sonucu olarak, bugün Almanya’da, Türkiye ve AKP dostu bir siyasal partinin olduğu iddia edilemez. Belki kısa bir süre önce (Türkiye’nin tehditkar göçmen politikasının de etkisiyle) Hristiyan Demokratlar bu pozisyondaydı ama AKP ve lideri Erdoğan izlediği siyasal çizgi ile bu parti ile de köprüleri atmış bulunuyor. Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Sosyalistler ise Türkiyeli gerici, faşist ve ultra ulusalcı seçmen tarafından zaten benimsenmiyor. Bu tablo “vatandaşlarımız oylarıyla cezalandıracak” söyleminin bir safsatadan ibaret olduğunu apaçık ortaya koyuyordu.
Erdoğan tam da kendinden bekleneni yaparak, bir nevi “boykot” çağrısında bulundu. Ama Erdoğan’ın çağrısı Türkiyeli toplumda karşılık bulmayacak, yurt dışı örgütlenmesi olan Avrupa Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) cılız bir-iki çıkışıyla sınırlı kalacak. UETD bu yönde çalışma yapacağını duyururken, referandum döneminde Avrupa ülkelerinde yasaklanan AKP gösterileri nedeniyle CHP tarafından AKP’ye verilen ‘talihsiz’ destek de gelmedi bu kez.
Ses getirdi ama kuru gürültüyü geçemedi
24 Eylül tarihinde yapılacak genel seçimlerle ilgili olarak Erdoğan’ın Almanya’daki Türkiyelilere seslenerek, “Türkiye’ye karşı düşmanlık yapmayan siyasi partileri destekleme” çağrısında bulunması, “Hristiyan Demokratlar, Sosyal Demokratlar ve Yeşillerin Türkiye’nin düşmanı olduğunu” söylemesi, bu ülkede büyük tepki yarattı. Erdoğan’ın sözlerinin yankısı hala devam etmekte ve seçim sonrasına kadar gündemde kalacağı da kesin.
Federal Parlamento’da bulunan çeşitli partilerden Türkiyeli 11 milletvekili Cemile Yusuf (CDU), Mahmut Özdemir (SPD), Aydan Özoğuz (SPD), Metin Hakverdi (SPD), Cansel Kızıltepe (SPD), Gülistan Yüksel (SPD), Cem Özdemir (Yeşiller), Ekin Deligöz (Yeşiller), Özcan Mutlu (Yeşiller), Sevim Dağdelen (Sol Parti) ve Azize Tank (Sol Parti) Erdoğan’ın çağrısına uyarak, partilerinden istifa edip AKP Genel Başkanına destek mesajları atmadığı gibi(!), onu eleştiren açıklamalarda bulundular. Erdoğan yandaşı Türkiyeli medya kuruluşlarının da desteğiyle, çeşitli Alman partilerinde üyeliği olan çok sayıda AKP yandaşının istifasını bekliyordum açıkçası. Gele gele tüm Almanya’da sadece bir tek istifa geldi. Hamm şehrinde Uyum Meclisi Üyesi ve CDU Hamm eski yöneticisi Yahya Yıldırım partiden istifa ettiğini açıkladı. İstifaların devamının geleceğini sanmıyorum, belki bir-iki şovmen daha çıka(rıla)bilir, o kadar.
Federal Seçim Kurulu, 24 Eylül’de yapılacak parlamento seçiminde oy kullanma hakkına sahip yaklaşık 720 bin Türk kökenli Alman vatandaşı bulunduğunu açıkladı. Buna göre Almanya’daki toplam 61,5 milyon seçmenin sadece yüzde 1,17’sini Türkiye kökenliler oluşturuyor.
Yine geçen seçim sonuçlarına göre, Türkiyelilerin yüzde 64’ü Sosyal Demokratlara, yüzde 12’si Yeşiller ve Sol Parti’ye, yüzde 7,5 civarı da Hristiyan Demokratlara oy verdi.
SPD daha da gericileşti
Hükümet ortağı SPD’nin başbakan adayı, Avrupa Birliği (AB) eski başkanlarından Martin Schulz bu yılın başında adaylığı açıklandığında, partide güçlü bir “erken galibiyet” rüzgarları esmiş, beş hafta içerisinde 10 binin üzerinde kişi, SPD’ye üye olmuştu. Şubat ayı verilerine göre, SPD’nin üye sayısı 438 bin 829, CDU’nun 430 bin 683 ve kardeş partisi Bavyera’daki CSU’nun da 142 bin civarındaydı.
Rüzgar çabuk duruldu ve gerçekleştirilen tüm eyalet seçimlerinde, başında Martin Schulz’un bulunduğu SPD, art arda büyük yenilgi aldı. Güçlü bir çıkışın beklendiği bu seçimlerde, alınan yenilgi partide büyük moral bozukluğu yaratırken, başta Hristiyan Demokratlar olmak üzere, diğer partilerde ise yeniden bir moral yükselmesini beraberinde getirdi. Çünkü güçlü bir Schulz, Yeşillerin, “Sol”un ve ırkçıların da işine yaramayacak, onların oylarını aşağıya çekecekti.
Gelelim Martin Schulz’la yola devam eden SPD’nin gericileşmesine… Toplumda, “mülteci sorunu”nu seçim gündemine taşıyacak olan partilerin başta Hristiyan Demokrat ve sırasıyla muhafazakarından faşistine kadar diğer sağ partiler olması beklenirken, tam tersine bunu yapan SPD oldu.
SPD’nin başbakan adayı Schulz, beklemedik bir zamanda Bild am Sonntag gazetesine verdiği demeçte, Akdeniz üzerinden Avrupa’ya gelen mülteci sayısındaki artışa dikkat çekerek bu sorunu “patlamaya hazır” olarak niteledi. Ayrıca Schulz, hükümeti sorunu göz ardı etmek ve Almanya’daki seçimler sonrasına ötelemeye çalışarak “ironik” davranmakla eleştirdi.
Schulz 2015 yılında “kontrolsüz olarak” 1 milyondan fazla mültecinin Almanya’ya geldiğini söyleyerek, iktidar ortağı Başbakan Angela Merkel’i eleştirmekten geri durmadı. Schulz, Merkel’in o zamanlar Avusturya sınırını açtığını hatırlatarak, “Temelinde iyi niyetli olan bu girişim, maalesef Avrupa’daki ortaklarımızın onayı alınmadan yapıldı. Şimdi harekete geçmezsek, bu durum tekrar edebilir” dedi.
Hükümette yer alan iki partiden biri olduğunu ve, “sevaba, günaha” ortak olduğunu unutan Schulz’un beklenmedik bu ani çıkışı, kamuoyunda şaşkınlık yarattı, “SPD seçim çalışmalarının odağına mülteci sorununu yerleştirecek” yorumlarını da beraberinde getirdi. Fakat sonraki günlerde, tartışmalara ortak olan tüm partiler bu konuyu işleme başladı. Yeşiller arasında farklı görüşlerin olduğu dışa yansırken, Sol Parti ve MLPD soruna sahip çıkan tavırlarını sürdürüyor. Neonazi, faşist ve diğer ırkçı sağ partiler, beklendiği gibi, Schulz’dan sonra başlamış olsalar da, ona da taş çıkaracak ölçüde, seçim çalışmalarını bu konuya odaklanarak yürütüyor.
SPD, Schulz’un mülteci açıklamasıyla daha da gericileştiğini, sığınmacıları seçim politikası malzemesi yapacağını gösterdi. Öte yandan çifte vatandaşlığın kaldırılmak istenmesi hususunda da, konuyu pek dillendirmek istemeyerek sessiz kalıyor.
Yüzde 50 hala kararsız
Seçimlere bir ay kala seçmenlerin yüzde 50’sinin hala kararsız olduğu açıklandı.
Kamuoyu yoklamaları Başbakan Angela Merkel’in liderliğindeki, iktidarın büyük ortağı muhafazakar Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin seçimlerden zaferle çıkacağını gösteriyor.
Deutsche Welle (DW) tarafından da verilen haberde; Allensbach Kamuoyu Araştırma Şirketi tarafından yapılan anket, CDU/CSU’nun oy oranının Temmuz ayına göre değişmediğini ve yüzde 39,5 düzeyinde kaldığını gösteriyor.
Stern dergisi ile RTL televizyon kanalının ortaklaşa Forsa Araştırma Şirketi’ne yaptırdığı araştırma ise CDU/CSU’nun oylarının yüzde 38 düzeyinde olduğunu ortaya koyuyor.
Allensbach’ın yaptığı araştırmada, büyük koalisyonun küçük ortağı SPD’nin ise yarım puan düşüşle oyların yüzde 24,5’ini alacağı öngörülüyor. Ancak Stern ve RTL’in yaptırdığı ankette SPD’nin oyların yüzde 24 olacağı tahmin ediliyor.
Allenbach Kamuoyu Şirketi’nin anketi, geçen seçimde yüzde 5 barajını aşamayarak, parlamento dışında kalan liberal Hür Demokrat Parti’nin (FDP) oyların yüzde 10’unu alarak seçimlerden üçüncü parti olarak çıkacağını gösteriyor.
Forsa Araştırma Şirketi’ne göre ise liberal çizgideki FDP’nin oy oranının yüzde 8 civarında olması bekleniyor.
Allensbach, Sol Parti’nin oy oranını koruyarak yüzde 8 oy alacağını, Forsa ise yüzde 9’a çıkaracağını tahmin ediyor.
Son eyalet seçimlerinde büyük oy kaybeden ve bu seçimlerde oyunu koruyamayacağı beklenen, başbakan adayları Katrin Göring-Eckardt ve Cem Özdemir olan Yeşillerin oylarının ise yüzde 7,5 ile 7 arasında olacağı. öngörülüyor.
Irkçı sağ popülist Almanya için Alternatif (AfD) partisinin oylarının yüzde 7 civarında kalması bekleniyor. Sene başında yapılan anketler, AfD’nin seçimlerden üçüncü parti olarak çıkacağını ortaya koyuyordu. Stern ve RTL’in yaptırdığı ankete göre Barcelona’daki saldırının ardından AfD’nin oy oranını artırdığı ve yüzde 9’a yükseldiği tahmin ediliyor.
Bir ay gibi kısa bir sürenin kaldığı seçimlerin sonucunu özellikle yüzde 50’lik kararsızlar kitlesi belirleyecek. Sadece iki büyük parti CDU/CSU ve SPD’nin değil, Yeşiller başta olmak üzere diğer tüm partilerin de kaderini bu kararsız oylar şekillendirecek.
Sadece 1 ay kaldı
Seçimler öncesini Almanya’da soğuk hava ama sıcak bir seçim atmosferi içinde geçirdik. Havalar yeniden ısınırken, seçim havası da iyice kızıştı. Özellikle seçimlere bir ay kala hala yüzde 50 kararsız bir seçmen kitlesinin bulunması, tüm partileri ya karamsar, ya da iyimser bir havaya soktu. Evet 24 Eylül’de gerçekleşecek olan Federal Parlamento Seçimlerinin sonucunu bu yüzde 50 belirleyecek ve son bir ayda bizi daha hareketli bir seçim atmosferi içine çekecek.