TUNCAY YILMAZ yazdı: “Kürt halkının statüsüz, haksız, hukuksuz sömürge bir ulus olarak kalmasını isteyenlere karşı durduğumuz kadar, 40 milyonluk bir halkın iradesini kendi siyasi kazanımları için hiçe sayan yaklaşımlara da karşıyız.”
TUNCAY YILMAZ
Güney Kürdistan’da, resmi adıyla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY), Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) başkanı Mesud Barzani öncülüğünde adım adım “bağımsızlık referandumu”na doğru yürünüyor. Şayet bir son dakika değişikliği olmazsa 25 Eylül’de gerçekleşecek referandum.
Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) de desteğini alan referandum günü yaklaştıkça bölgede siyaset yürüten tüm güçler kartlarını açmaya başladı.
ABD ve Fransa referandumun ertelenmesini isterken, İsrail ve İngiltere referanduma ve bağımsızlığa açıktan destek veriyor. Almanya ve Rusya henüz resmi olarak net bir açıklama yapmamakla birlikte çeşitli sözcülerine hem “Kürtlerin haklarından” hem de Irak’ın toprak bütünlüğünden bahseden açıklamalar yaptırıyorlar.
25 Eylül’de Irak Kürdistan’ında gerçekleştirilmesi planlanan referanduma ilişkin en sert açıklamalar ise Türkiye ve İran yönetiminden geldi. Öyle ki, referandumun yapılacağı ülke olan Irak’ın Başbakanı Haydar El-İbadi dahi açıklamalarında Kürtleri ikna etmeye, aradaki sorunları çözmeye dönük bir dil kullanmaya dikkat ederken, nobran Türk ve İran yönetimleri düşmanca, saldırgan ve tehditkâr bir üslupla referanduma karşı olduklarını açıkladılar.
Madalyonun evrensel yüzü
Barzani’nin ortaya attığı bağımsızlık referandumu madalyonunun biri evrensel diğeri ulusal iki yüzü var. Madalyonun evrensel yüzü kökü 1789 Fransız Devrimi’ne kadar giden “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı – Self Determinasyon”dur. İlk kez 1795 tarihinde yayınlanan İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirisi’nde yer bulan bu hak, daha sonra ABD Başkanı Wilson sık sık dile getirmiş olsa da asıl olarak Ekim Devrimi sonrası Sovyetler Birliği’nde vücut buldu.
Sovyet devriminin mimarı Lenin bu hakkı şöyle tanımlıyordu: “Kendi kaderini tayin etme özgürlüğü, yani bağımsızlık, yani ezen uluslardan ayrılma özgürlüğü istiyoruz. Bunu, ülkeyi ekonomik bakımdan bölmeyi, ya da küçük devletler idealini düşlediğimiz için değil, tam tersine, yalnızca gerçekten demokratik, gerçekten enternasyonalist bir temel üzerinde, geniş, büyük devletten ve ulusların yakın birliği, hatta kaynaşmasından yana olduğumuz için istiyoruz. Ancak ayrılma özgürlüğü olmaksızın böyle bir temel düşünülemez. Nasıl ki, Marx 1869'da, İrlanda'nın ayrılmasını, İrlanda'yla Britanya arasında bir bölünme olsun diye değil, ama onun ardından gelecek özgür bir birlik için istediyse, "İrlanda için adalet"i sağlamak üzere değil, ama Britanya proletaryasının devrimci savaşı için istediyse, biz de aynı biçimde, Rus sosyalistlerinin, ulusların kendi kaderlerini tayin özgürlüğünü istemeyi reddetmelerini, yukarıda belirttiğimiz anlamda, demokrasiye, enternasyonalizme ve sosyalizme doğrudan doğruya ihanet sayıyoruz…”
Elbette en temel insan haklarına saygısı olmayan Türkiye ve İran devletlerinden böylesi kolektif haklara saygı göstermelerini beklenmemeli. Anlatmaya çalıştığım, Kürtlerin yaşadıkları coğrafyalarda kendi kaderlerini belirlemeye dönük atmaya çalıştığı adımlar (Güney’de bağımsızlık referandumu, Rojava’da kantonal federalizm, Kuzey’de ve Rojhilat’da demokratik özerklik) Kürt siyasi örgütlenmelerinin “zorlamaları” değil, insanlığın büyük bedeller ödeyerek ulaştığı evrensel kazanımlardır.
Kürdistan coğrafyasını aralarında pay etmiş bölge devletleri ve bunlardan özellikle Türk ve İran devleti Kürt halkının her türlü kıpırdanışını, uyanışını, kazanımını büyük bir şiddet ve saldırganlıkla bastırmak istiyor. 100 yılı geçkin süredir sırtlarını dayadıkları uluslararası anlaşmaların (ve Sykes-Picot gibi gizli sözleşmelerin) kendilerine sağladığı sömürge ilişkisini ilelebet devam ettirmek istiyorlar.
Şii-Sünni, Suriye, Lübnan, Yemen, Bahreyn, İsrail-Filistin gerilimlerinde karşı kutuplarda olan İran ve Türkiye, Kürtlerin her hangi bir hak kazanması söz konusu olunca birden can ciğer kuzu sarması oluveriyorlar.
Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumunu, Rojava’da Kuzey Suriye Federasyonu inşasını engellemek isteyen düşman kardeşler, tüm düşmanlıklarını bir kenara bırakıp 40 yıl sonra Genel Kurmay düzeyinde görüşmelerle Kürdün ne düzeyde olursa olsun statü kazanmasını engellemek istiyorlar.
İster sınıflar gerçeğini es geçen evrensel insan hakları penceresinden, ister sınıfsız, sınırsız bir dünyayı hedefleyen sosyalist perspektif içinden bakın, bulundukları coğrafyanın en eski halklarından olan Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etmek için referanduma gitmelerine Kürt halkının kendisi dışında hiçbir gücün karışmaya hakkı yoktur.
İngiltere, İsrail bölgede daha fazla söz sahibi olmak için destekliyor, ABD, Fransa sürdürdükleri oyuna şimdilik yeni girdi istemedikleri için ertelemek istiyor, Almanya, Rusya ikili oynayıp her taraftan kazanma planı yaptıklarından geçiştirmeyi tercih ediyor ve Türkiye, İran, Irak sömürgelerini kaybetmemek için karşı çıkıyor olabilir. Şayet Kürt halkı bu adımı atacak örgütlülüğe eriştiğini, koşulların kendileri açısından olumlu olduğunu düşünüyorsa bu tutumların hiç birine aldırış etmeden referanduma gitmesi en temel hakkıdır.
Biz sosyalistler de madalyonun diğer kısmındaki sorunları biliyor olsak da sömürgecilerin bir halk üzerindeki egemenlik dayatmaları karşısında ezilen halkın bu hakkını sonuna kadar savunuruz. Ne Türkiye’nin, İran’ın bu referandumu engellemeye, ne ABD, Fransa’nın erteletmeye hakkı vardır. Burada kaderine karar verecek olan biricik özne Kürt halkının kendisidir.
Gelelim madalyonun diğer yüzüne…
Madalyonun ulusal yüzü
Yukarıda yazdıklarımızın tümü bir halkın kendi kaderini tayininde tek yetkili olması gerektiğine tavizsiz inancımızın ifadesiydi.
Barzani’nin referandum madalyonunun evrensel yüzündeki haklılığını teslim etmeye çalıştık. Ancak madalyonun diğer yüzünde durum hiç de aynı değil!
En asgari rakamlarla, 20 milyonu Türkiye’de, 10 milyonu İran’da, 5 milyonu Irak’ta ve 3 milyonu Suriye’de olmak üzere dört ülkeye dağılmış Kürt nüfusunun toplamda 40 milyon civarı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır sanırım.
Dünyanın politik açıdan en sıcak coğrafyalarından birinde ve yoğun saldırı altında bulunan 40 milyonluk Kürt nüfusunun kaderini, ancak 2 milyonluk (Güney’deki en son seçimlerde KDP’nin aldığı yüzde 37.79’luk oyun en iyimser oranlanmasıyla) bir kesiminin liderliğini yapan Barzani’nin belirlemesi neresinden bakarsanız bakın hakkaniyetli görünmüyor.
Üstelik bu Barzani ki, 12 Ekim 2015’ten bu yana Kürdistan Parlamentosu’nu çalıştırmayan ve başkanlık süresi bitmesine rağmen seçimlere gidilmesini engelleyerek kendisini Kürt halkına dayatan bir durumdadır.
Kürt halkının diğer tüm parti ve örgütleri bu zor süreçten kazanımla çıkabilmek için önceliğin “Ulusal Kongre”ye, yani Kürtlerin söz, yetki, karar birliğine verilmesini gerektiğini savunurken Barzani, bu halkın en güçlü manevi duygularını kendi iktidarının bekası için kullanmaktan çekinmiyor.
Güney Kürdistan’da (KDP dışındaki bütün partilerin ortak talebi olarak) parlamento yeniden işler hale gelip demokratik seçimler hayata geçirilmeden, Kürdistan’ın dört parçasındaki Kürtlerin ulusal çıkarlarını kolektif bir biçimde savunacak ve kararlarının kolektif şekilde alınmasını sağlayacak bir mekanizma kurulmadan bu referandum gerçekleşse bile sonucu Kürt halkının iradesini yansıtmış olmayacaktır. Kaldı ki şayet bir bağımsızlık referandumu söz konusu olacaksa bu otomatikman bölgede yaşayan diğer halkaları da (Süryani, Ezidi, Türkmen, Ermeni, vs.) doğrudan ilgilendirecektir.
Oysa Ortadoğu’da bütün köşe taşlarının yerinden oynadığı bu süreçte Kürt halkı kazanımlarını maksimize edebilir ve tercih edeceği demokratik yolla bütün bölge halklarına yol gösterecek, önderlik yapabilecek bir pozisyon tutabilir.
Madalyonun evrensel yüzündeki haklı taleplerin arkasında durmak ne kadar sorumluluğumuzsa, Kürt halkının söz, yetki, karar ortaklaşmasını hiçe sayıp kendini dayatan ulusal boyutundaki adaletsizliğe dikkat çekmek de o kadar görevimizdir.
Kürt halkının statüsüz, haksız, hukuksuz sömürge bir ulus olarak kalmasını isteyenlere karşı durduğumuz kadar, 40 milyonluk bir halkın iradesini kendi siyasi kazanımları için hiçe sayan yaklaşımlara da karşıyız.
Biz sosyalistler bugüne kadar halkların kendi kaderlerini tayin hakkını sonuna kadar savunduk, savunmaya da devam ediyoruz. İsteğimiz ve mücadelemiz, Kürt halkının bu süreçte siyasi birliğini ve bütünlüğünü sağlayarak mavi göğün altında istediği biçim ve formda yerini almasıdır. İşte o zaman sınırsız, sömürüsüz, özgür, eşit, adil bir yaşam kurma hülyamızın gerçekleşmesine bir adım daha yaklaşmış olacağız…
24.08.2017