Mustafa Peköz yazdı: Birkaç haftadır Tahran ile Ankara arasında yoğunlaşan askeri-politik merkezli diplomatik görüşmeler, bölgesel dengeleri değiştirmeye başlayan Kürtlerin politik etki alanı ve askeri hâkimiyetini kontrol altına alıp dizayn dilmesi amacına dayanıyor.
Uluslararası güçlerin desteğiyle Kürtlerin artan etkinliğinin orta ve uzun vadede, Ankara ve Tarhan’ın bölgesel çıkarlarını çok ciddi oranda tehdit edeceği biliniyor. Bu iki devletin stratejik zayıf halkası Kürtlerin sosyo-politik bir konum elde etmeleridir. Bu durumun İran’ın ve Türkiye’nin bugünkü varlığını çok ciddi oranda etkileyeceği ve değişime zorlayacağı biliniyor. Bu nedenle tarihsel olarak birbirleriyle rekabette olan bu iki devletin Kürtler karşısında ortak bir zeminde buluşmaları bir tesadüf olmayıp, tersine kendi iç dinamiklerinin değişeceğinin kaçınılmaz hale geleceği kaygısıyla ilgilidir. Anacak her iki devletin, bölgesel etki alanındaki rollerinin farklılaşması, zorunlu olarak bölgesel ilişkilerdeki güçlerle olan bağlarını da farklılaştırmaktadır. Bu bakımdan beklenilen veya istenilen hedeflere ulaşılması sanıldığı gibi kolay olmayacaktır.
İran-Türkiye dengesi dikkate alındığında Ortadoğu’daki gelişmelerin nereye doğru evirileceğine dair net belirlemeler yapmak oldukça zor görünüyor. Devletlerin etkinlik alanları hızla farklılaşıyor. Ortadoğu stratejisinde güç olmak ve dengeleri belirlemek isteyen bölgesel güçler arasında rekabet-ittifak, uzlaşma-çatışma iç içe geçiyor ve politik ilişkiler hızla değişiyor. Bu bakımdan bölgesel güçler arasındaki stratejik ilişkilerin düzeyini belirmek de güçleşiyor.
Tarihsel ve toplumsal gelişmeler dikkate alındığında İran ile Türkiye arasındaki ilişkilerin boyutu, bölgesel ilişkileri de ciddi oranda etkiliyor. Ortadoğu’da güç olmak isteyen bu iki devlet arasındaki ilişkilerin gelişme seyri çıkarlara göre değişkenlik gösteriyor. Bölgesel hâkimiyet için var olan stratejik çatışma ile Kürtler karşısında oluşturulan taktiksel ittifak, İran-Türkiye ilişkilerinin politik-diplomatik ilişkilerin boyutunu ortaya koymaktadır.
Ortadoğu’daki güncel askeri-politik gelişmeler dikkate alındığında, bölgesel ağırlığı artan ve lider bir güç olarak ön plana çıkan Tahran gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bunun tersine ciddi oranda güç kaybına uğramış ve etki alanı hızla sınırlanan ve bölgesel ilişkilerde önemli oranda izole olmuş bir Ankara var.
İran İslam rejimi, Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de politik-askeri hâkimiyetini önemli oranda tesis etmiş görünüyor. Irak ve Suriye savaşının belirleyici gücü olan İran askeri güçlerinin bu topraklarda kalıcı olacaklarına dair çok sayıda veri bulunuyor. Ayrıca Körfez devletleri arasındaki çelişki ve çatışmaları çok iyi değerlendiriyor ve Katar ile ilişkilerini daha stratejik bir boyuta taşımaya başladı. Kürtlerin artan bölgesel gücünü dikkatle takip eden ve daha reel politikalar geliştiren İran, Kürt politik güçleriyle hem savaş hem de ittifak politikalarını eş zamanlı uyguluyor. Ankara ise tersine belirlediği bölgesel politikaların tamamı çöktü ve bölgesel ilişkilerin dışına düştü. Dengeleri belirleyebilecek ciddiye alınabilecek politik ve askeri fonksiyonu kalmayan Ankara, özellikle Kürtlerin artan bölgesel etkisi karşısında fiilen yenildi. Özellikle uluslararası güçlerin tercihini Kürt politik güçlerinden yana yapması, Ankara’nın stratejik ittifak kurduğu İslamcı güçlerin hiç bir etki gücü kalmadan bütünüyle yenilmiş olmaları, AKP iktidarının politikalarının çöküşünün ilanı oldu.
AKP iktidarı, Suriye’deki dengeleri değiştirme şansı olmadığını görünce bu kez yeni hamlelere yöneldi. Bölgesel ilişkilerin lideri konumuna gelen Tarhan’ın kapısını çalarak özellikler Kürtlere karşı ortak politikalar belirlemeyi talep etti. İran, Erdoğan rejiminin bölgesel ve uluslararası ilişkilerde yalnız kaldığını, ciddi oranda sıkıştığını görüyor ve Ankara ile dengeleri bu gerçeğe göre belirliyor.
Ankara-Tahran arasında gündeminde olan sorunlar birkaç başlık altında toplanabilir:
Birincisi, AKP iktidarı, uluslararası ve bölgesel ilişkilerde, devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmasına rağmen PYD’nin Suriye’deki dengeleri belirleyen bir güç olmasını engelleyemediği gibi Rojava’da özerk bir bölge kurulmasının önüne geçemeyeceğini anladı. Suriye’deki savaşın belirleyici gücü olan İran’dan Kürtlerin politik pozisyonun sınırlandırılmasını talep etti. İran, Rojava’ya verilecek sosyo-politik bir statünün orta vadede kendisi için de risk olacağını görüyor ve bu nedenle Türkiye’nin talebine sıcak bakıyor. İkisinin ortak buluşma noktası; PYD merkezli Kürtlerin politik statüsünü minimum düzeyde tutmaktır. İran İslam rejimi bunun için bölgedeki özellikle askeri gücünü kullanırken politik ilişkilerde daha reel davranacağı da açıktır. Buna karşılık Ankara’yı da önemli tavizlere zorlayacaktır. Öncelikli olarak orta vadede Esad rejimiyle diplomatik ilişkileri yeniden kurmayı ve Şam’ı tanımayı Ankara yöneticilerinin önüne koydu. Aynı şekilde yakın dönemde başlayacak olan İdlib savaşında İslamcı örgütlere olan askeri ve politik desteği bütünüyle kesme şartını ileri sürdü. Çıkmazda olan AKP iktidarı, bu önerileri kabul etmiş görünüyor.
İkincisi, Güney Kürdistan Yönetiminin 25 Eylül 2017 tarihinde yapacağı bağımsızlık referandumudur. Uluslararası güçlerin doğrudan desteklemediği ama açık kapı bıraktığı referandum, ‘bağımsızlık’ eğilimini belirleyecektir. Bu bakımdan referandumda büyük bir oranla bağımsızlık için ‘evet’ çıkması, Güney Kürdistan’ın bağımsızlaşacağı anlamına gelmiyor. Ama Kürt halkının iradesinin uluslararası alanda görülmesi bakımından önem arz ediyor ve 2020-2023 yıllarına doğru Güney Kürdistan’ın bağımsızlığının önüne çok büyük bir oranda açacaktır.
Bugünkü politik ilişkiler dikkate alındığında bağımsızlık referandumu Türkiye ve İran’ın iç dinamiklerini de etkileyecektir. Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde bölgesel ilişkilerin şekillenmesi, Rojava ile Güney Kürdistan’ın sosyo-politik statüsünün netleşmesi, uluslararası ilişkilerin etkisiyle Türkiye’yi de kaçınılmaz olarak bir tercihe zorlayacaktır. Güney Kürdistan’daki referandumun yaratacağı etkinin farkında olan Ankara, Tarhan ile ilişki kurarak süreci engellemeye çalışıyor. İlginç olan AKP iktidarı, çok yönlü politik ilişkileri ve ekonomik bağları/çıkarları nedeniyle Güney Kürdistan Yönetimiyle doğrudan karşı karşıya gelmeyi tercih etmiyor/edemiyor. AKP iktidarının dolaylı ortağı MHP’nin sert çıkışlarına rağmen Güney Kürdistan’daki Referanduma karşı doğrudan bir tutum almıyor ya da alamıyor. İran, Güney Kürdistan’daki bazı Kürt politik partileri üzerindeki etkisini kullanarak referandumunu ertelemesi talebini ve baskısını yoğunlaştırırken, tersine Ankara’dan Irak’taki iç politik gelişmelerden uzak durmasını talep ediyor. Ankara ise bu talebi kabullenmiş olacak ki, Irak’ta kırmızı çizgi gördükleri Haşd Şabi’nin Telafer operasyonuna katılmasına sessiz kaldı.
Üçüncüsü, Rojava’da bütünüyle kaybeden, Güney Kürdistan’da referandumun gerçekleştirilmesini engelleyemeyen yani Kürt politik güçleri karşısında önemli oranda etkisini yetiren AKP iktidarı, iç politikadaki gücünü korumak için Kandil’e yönelik bir askeri operasyon yapmak istiyor. Ancak Türk ordusu, geçmişte Güney Kürdistan Güçlerinin nispi desteğini almalarına rağmen tek başına yaptığı operasyonlarda beklenilen sonucu alamadı hatta tersine ciddi kayıplar verdi. ABD ile sorunlu, AB ile ciddi bir kriz yaşayan, Rusya ile ilişkiler istediği gibi yürütemeyen, bölgede izole olan, iç politikada ve özellikle ekonomik alanda çok ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunan AKP iktidarı, PKK’nin kontrolünde bulunan Kandil’e yönelik bir operasyon yaparak iç dengeyi korumak istiyor. Kandil’e tek başına giremeyeceğini de bildiği için İran’a ihtiyaç duyuyor. İran’ın sürece dahil edilmesi için Ankara’yı ziyaret eden İran Genelkurmay Başkanına PJAK’a karşı ortak bir operasyon yapılmasını önerildi. Bunun karşılığı olarak Türk ordu birliklerinin olası Kandil merkezine yapaçıkları bir operasyonda İran’dan yardım talep edildi.
Türkiye’nin önerisinin İran tarafından kabul edilmesi sanıldığı gibi kolay değil. Moskova’nın baskısı/önerisiyle İran ile Kandil arasında çatışmasızlık anlaşması yapıldığı biliniyor. PJAK, uzun zamandır İran askeri güçleriyle çatışmıyor ve ayrıca PKK’nin birçok yöneticisinin Tahran’ın onayıyla İran sınırları içerisinde kaldığı iddia ediliyor. Peki, Tahran yönetimi, PKK’nin Irak ve Suriye’de artan etkinliğini yok sayarak hatta Türkiye’de süreklileşen politik krizi kendi çıkarları için kullanmayı bir kenara atıp Ankara’nın bu istemine uyup bütün dengeleri alt-üst eder mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek oldukça zor görünüyor. Tahran, dış politikada ve özellikle bölgesel ilişkilerde çok daha stratejik karar veren bir devlet. Bu nedenle Ortadoğu’da etkisi artan PKK ile Türkiye üzerinden bir çatışmayı girmesi oldukça zor görünüyor. İran, Türkiye’nin önerisini doğrudan reddetmez, çıkarları için gündemde tutarak, Ankara üzerinde politik bir baskıya dönüştürür.
Sonuç, AKP iktidarı, bölgesel krizini aşmak ve özellikle iç politikada dinamik bir güç oluşturmak için İran’ın desteğinde bölgesel bir çıkış yaratmak istiyor. Bunun merkezinde ise PKK duruyor. PKK’nin bölgesel etkisinin kırılması için İran’a her tavizi vermeye hazır.
İran, Türkiye’nin politik gerçeğini çok iyi görüyor ve bunu çok daha yoğun olarak kullanacaktır. Türkiye’nin bölgesel olarak kaybetmesi, İran’ın güçlenmesi için önemli bir faktör olacağı açıktır. Bu bakımdan İran, Ankara’yı stratejik olarak güçlendirecek hiçbir adım atmaz. Türkiye’nin istemine uyup PKK ile açık bir çatışmaya girmez. Ankara’ya nispi bir destek verir ancak kendi toprakları üzerinde Kandil’e bir operasyon yapmasına izin vermez.
Ankara-Tahran ilişkilerinde artan politik trafik, AKP iktidarının çok ciddi oranda zorlandığını, İran İslamcı rejiminin etki alanının da arttığını gösteriyor. Dahası kaybeden Ankara, güçlenen ve kazanan Tahran’a tabi olarak hareket etmeye başladı denebilir.
Şunu açıkça belirtmekte yarar var: Ankara’nın Kürtlere ve özellikle Kandil’e yönelik olası bir askeri operasyonunda beklediği sonucu olması oldukça zor göründüğü gibi tersine kaybet olasılığı daha yüksektir.
İran yardımına dayanarak yürütülecek olan savaş yerine Kürtlerle sorunun çözümünü esas alan barışa yönelik politikaların tercih edilmelidir.