JOSEPH MASSAD – “Bu Avrupalı aydınlar İsrailli yerleşimcilerin kolonilerine zarar veren Semitizm karşıtlığı konusunda endişe duyarken İsrail’in en büyük başarısı olan Yahudilerin Semitizm karşıtlarına, Filistinlilerin ise Yahudilere dönüşmesini görmezden geliyorlar.” (Çeviri: SiyasiHaber)
JOSEPH MASSAD*
Siyonizmin doğası, ırkçılığı ve kolonyal politikalarının hangi özelliği hala pek çok solcu Avrupalı aydının zekasını atlatabiliyor? Filistinlilere karşı Jean-Paul Sartre ve Michel Foucault gibi önde gelen solcu aydınların çok az sempati duymasının veya Jacques Derrida, Pierre Bourdieu, Etienne Balibar ve Slavoj Zizek gibi diğer isimlerin sadece koşullu bir sempati duymasının nedeni nedir? Edward Said, (her ikisi de Filistin karşıtı olan) Sartre, Foucault ve (anti-siyonist olan) Gilles Deleuze ile bu bağlamdaki tartışmaları hakkında yazmıştı. Siyonizm yanlısı Sartre’ın başlattığı -ve Said’in gözlemlediği- politik bağlılık bugün solcu ve liberal Avrupalı aydınların pek çok tutumunda sembolik olarak yaşamaya devam ediyor.
Bu aydınların çoğu, ırkçılığa ve beyazların üstünlüğüne karşı açık bir duruş sergilemelerine, Nazizme ve Güney Afrika’daki apartheid rejimine karşı çıkmalarına, eski ve yeni sömürgeciliğe karşı çıkıyor gibi görünmelerine karşın, hala Avrupa’da sadece Holokost’tan sağ kurtulanlar olarak gösterilen Avrupalı Yahudilerin statüsünde bir değişiklik görmeyi reddeden Sartre’cı mirası paylaşıyorlar. Avrupalı Yahudilerin statüsünün Filistin halkına karşı geçtiğimiz yüzyıl boyunca ırkçı sömürgeci şiddete başvurmuş bir sömürgeci statüsü olduğunu kabul etmeyi reddediyorlar ve şiddetli bir şekilde buna karşı direnmeye devam ediyorlar. Bu aydınların bir kısmı İsrailli Yahudilerin Batı Şeria’da ve Gazze’de uyguladığı şiddeti ve işgali açıkça kabul etseler de Yahudi devletinin silahlı sömürgeci yerleşimciler tarafından değil de Holokost’tan sağ kurtulanlar tarafından kurulduğu şeklindeki eskiden kalma görüşe sarılmaya devam ediyorlar.
2000 yılında Filistin Çalışmaları Dergisi’ne verdiği bir röportajda Pierre Bourdieu şöyle konuşmuştu: “Kamusal bir duruş sergileme konusunda her zaman tereddüt yaşadım… çünkü, kendimi çağımızın en zor ve trajik problemi olduğu şüphe götürmeyen bir sorun hakkında gerçekçi açıklamalar yapacak kadar yetkin hissetmedim (ırkçı şiddetin en büyüğünün kurbanları ile onların kurbanları arasında nasıl seçim yapılabilir?).”
Eğer Bourdieu bu sözleri ile Holokost mağdurlarını kast ettiyse, kendisi de Siyonist propagandanın kurbanı olmuştur. Siyonizm Filistinlilere yönelik şiddetin bahanesi olarak bu konuyu ne kadar yeniden canlandırmaya ve iddialarda bulunmaya devam ederse etsin, Holokost, İsrail’in ırkçı doğasını haklı çıkarmaz. Eğer Bourdieu bunu kabul etseydi, İsrail ile onun kurbanları arasında seçim yapma ikilemi rahatlıkla çözülürdü.
Diğer bir örnek olarak işgal altındaki Kudüs’te ders verirken duruşunu şu sözlerle açıklayan Jacques Derrida’yı ele alalım: “Bu topraklarda, şiddetin son bulmasını savunan, terör suçlarını, ordunun ve polisin işlediği suçları kınayan, İsrail birliklerinin işgal altındaki bölgelerden çekilmesini savunan ve şimdi hiç olmadığı kadar zaruri olan Filistinlilerin müzakereler için kendi temsilcilerini seçme hakkını tanıyan herkesle dayanışma içinde olduğumu ilan ediyorum.” Ancak, Derrida konuşmasında, “İsrail Devleti’nin varlığının elbette ki bundan sonra herkes tarafından tanınmak zorunda olduğunu” vurgulama ihtiyacını da hissetmişti.
Derrida, beyazların üstünlüğünü savunan 1980’lerin ortalarındaki Güney Afrika’ya karşı çıkmasına rağmen, ırkçı bir Yahudi devleti olan İsrail’i herkesin tanıması gerektiğine inanıyor. Derrida’nın, İsrail sömürgeciliğinin ve ırkçılığının Yahudi devleti içinde ve İsrail’in işgali altındaki bölgelerde, farklı araçlar kullansa da aynı kaba kuvvetle hareket ettiğini reddetmesi ve buna direnmesi İsrail ile duygusal bir bağ kurduğunun açık bir göstergesi. Derrida bunu açıkça ifade ediyor: “Burada bulunmamın da açıkça gösterdiği gibi, bu açıklamanın ilham kaynağı yalnızca adalet için duyduğum endişe ve hem İsrail hem de Filistin halklarına karşı hissettiğim dostane duygular değil. Bu açıklama belli bir İsrail imajına duyduğum saygının ve onun geleceğine yönelik umudun bir ifadesi.”
Derrida açık bir şekilde İsrail’in işgal gibi bazı eylemleri nedeniyle saflığını kaybettiği görüşünde. Derrida, bu noktada birbirini takip eden İşçi Partisi hükümetleri dönemlerinde Filistinlilere uygulanan katliamları ve baskıyı önemsemeyen, yalnızca İsrail’in Lübnan’ı işgali döneminde Likud hükümetleri benzer bir yol izlediğinde utanan Siyonist liberallerden zor da olsa ayrılıyor.
Derrida, 2000 yılının Mart ayında ders vermek için Mısır’da bulunduğu sırada Al-Hayat ile yaptığı röportajda, İsrail işgaline hep karşı olduğunu ve Filistin direnişini desteklediğini ifade etti. Ancak “Yahudi karşıtı eğilimlerin de tarafında olmadığı” şeklinde bir şerh düştü. Derrida, Filistinlilerin Yahudilerin ırkçı şiddeti karşısındaki direnişi ile “Yahudi karşıtı eğilimler” arasında gördüğü bağları hiçbir zaman açıklamadı.
Derrida’nın İsrail’e yönelik duruşu, Bourdieu’nünki gibi, hiç de eşsiz değil. Solcu Fransız aydın Etienne Balibar kısa bir süre önce çok sayıda meslektaşına ders vermek üzere İsrail’e gitmesini haklı çıkarmaya çalışan bir açıklama gönderdi. Bu açıklamada bazı Fransız akademisyenlerin ve kurumların İsrail’e yönelik olarak uyguladığı akademik boykotun doğru ve yanlış taraflarını tartışan Balibar, bunu hiç dillendirmese de anti-boykot cephesinde yer alıyor. Boykotu desteklediğini iddia etmesine karşın, İsrail’i ziyaret etmesi ve orada ders vermesi bu iddia ile çelişiyor. Balibar, sunduğu gerekçede, bu konudaki tutumunun bir “çelişki” değil, daha ziyade bir “zorluk” olduğunu iddia ediyor. Bir taraftan hükümetin yaptığı işgale karşı çıkan İsrailli akademisyenleri tecrit etmek istemiyor ve bu kendi iddiasına göre İsrail ziyaretini meşrulaştırıyor, fakat diğer taraftan bu durumdaki İsraillilerin çok az sayıda olduğunun altını çiziyor.
Balibar, İsrail’de ders vermesinin bu az sayıdaki İsraillinin tecritten kurtulmalarına nasıl yardım ettiğini, ziyaretinin, İsrail’i kendi topraklarında bile eleştirebilen (ve bu şekilde İsrail’in “Ortadoğu’daki tek demokratik devlet” olduğu şeklindeki propagandacı imajını pekiştiren) dünyanın önde gelen aydınlarının yaptıkları ziyaretlerde de olduğu gibi yalnızca İsrail’in meşruluğunu arttırmaya yarayıp yaramadığını açıklamıyor. Balibar, sunduğu gerekçenin hiçbir yerinde İsrail’in ırkçı bir Yahudi devleti olduğu gerçeğine işaret etmiyor, yalnızca Batı Şeria’nın ve Gazze’nin işgali edilmesine karşı çıkıyor. Filistinli akademik kurumlar ve akademisyenler ile bir araya gelmesinin ve/veya onları dinleyicileri arasına dahil etmesinin İsrail ziyaretini meşrulaşacağına inanıyor gibi görünüyor.
Balibar’ın İsrail devletinin doğasından ve ırkçı politikalarından habersiz olmadığı çok açık. Örneğin, İsrail’i Güney Afrika’daki apartheid rejimine benzetiyor. Ancak, acaba Balibar 1980’lerin ortalarında Güney Afrika’daki apartheid rejimini ziyaret eder miydi, Güney Afrika birliklerinin Angola’dan ve Namibya’dan çekilmesi için çağrı yapar mıydı ve Güney Afrika devletinin ırkçılığı hakkında daima sessiz kalırken Namibyalı akademisyenler ile bir araya gelmek ister miydi? Böylesi bir gerekçelendirmede ne tür bir etik devreye giriyor? İnsan, Balibar’ın bunu bir “çelişki” olarak mı yoksa “zorluk” olarak mı gördüğünü merak ediyor.
Slovenyalı ünlü sosyalist aydın Slavoj Zizek Gerçeğin Çölüne Hoşgeldiniz adlı son kitabında Filistin sorununu oldukça sıradan bir şekilde ele alıyor. Onu en çok endişelendiren şey, Siyonizmin temelindeki ırkçılık ve onun somut ürünü olan ırkçı Yahudi devleti, İsrail okullarının ırkçı müfredatı, İsrail medyasının Filistinliler hakkındaki ırkçı yayınları, hem sağcı hem de solcu İsrailli liderlerin ırkçı açıklamaları veya Siyonizme, İsrail kanunlarına ve politikalarına yön veren ve Yahudilerin üstünlüğünü temel alan haklar ve ayrıcalıklar değil, bunlar Zizek’i çok az kaygılandırıyor gibi görünüyor. Aksine, Zizek’i Arapların “hoş görülmemesi gereken anti-semitizmi” endişelendiriyor.
Zizek, Hitler’in hala “çoğu” Arap ülkesinde bir “kahraman” olarak görüldüğü ve bu ülkelerdeki ilkokul ders kitaplarında Siyon Liderlerinin Protokolleri ve diğer anti-semitik mitlerin bulunduğu şeklinde, gerçeklikle ilgisi olmayan ve Siyonizmden ilham alan propagandacı iddialar ortaya atıyor. Zizek, İsrail’in kendi yurttaşı olan Filistinlilere yönelik uyguladığı ayrımcı politikalara ve Batı Şeria ile Gazze’de yaşayan Filistinlilerin maruz kaldığı İsrail terörüne işaret ediyor gibi görünürken, İsrail-Filistin çatışmasının rekabet eden milliyetçilikler sorunu olduğunu ve olası bir NATO müdahalesiyle çözülebileceğini düşünüyor. Zizek’e göre, Arapların tepki gösterdiği ve direndiği şey Siyonist Yahudi sömürgeciliği ve bu sömürgeciliğin Yahudilik kisvesi altında Avrupalı beyazların üstünlüğü fikrine bağlılığı değil, aksine, mevcut çatışmayı karakterize eden şey İslam’ın Yahudi “kozmopolitanizminin” tetiklemesiyle modernizmi reddetmesi. Zizek makalesinde İsrail’in neo-kolonyal rolüne işaret ederek, “İsrail’in Batı’nın liberal hoşgörü ilkesini savunan duruşunun” değerini düşürüyor fakat bu onun ırkçı Yahudi devletini ziyaret etmesini engellemiyor. Bir hafta önce İsrail’e giderek dört ders veren Zizek, Ha’aretz’in haberine göre, bu derslerde bir kere bile Filistinlilerden, İsrail ırkçılığından veya terörden bahsetmedi. Bu, Jean-Paul Sartre’ın birçok Avrupalı solcu aydına bıraktığı mirastır.
Eğer Sartre’ın, Avrupa’yı Holokost mültecileri olarak terk eden Avrupalı Yahudilerin Filistin’e silahlı koloniciler olarak geldiklerini göremediğini düşünürsek, Zizek’in yaklaşımı daha sinsi bir hal alıyor. Zizek, Holokost ile Filistin-İsrail çatışması arasında bir bağ olmadığında ısrar ederken, Yahudi kolonicileri Holokost’tan geriye kalan mülteciler ve sözde Arap anti-semitizminin olası kurbanları olarak görmeye devam ediyor. Bunun altında Zizek’in, bu Yahudilerin ırkçı şiddetlerine direnenler tarafından maruz bırakıldıkları sözde anti-semitizme karşı çıkma takıntısı yatıyor. Zizek, Yahudiliği anti-semitik bir kavram olan “Yahudi-Hristiyan” geleneğine indirgeyen ve Yahudileri anti-semitik bir şekilde “kozmopolitan” olarak tanımlayan kendi anti-semitizminin hiç farkında değil.
Bu Avrupalı aydınlar, Avrupalı Yahudilerin konumunu Holokost’tan sağ kurtulanlar olarak görmeye devam ederken, Siyonist koloniciliğin büyük ölçüde Holokost’tan yarım yüzyıl önce başladığını ve Yahudi kolonicilerin, Hitler’in Alman Yahudilere karşı Kristal Gece’yi başlattığı dönem olan 1936-1939 yılları arasında Filistinli devrimcileri öldüren sömürgeci İngiliz ölüm mangalarının bir parçası olduğunu göremiyorlar. Siyonizmin diasporadaki Yahudilerin kültürünü ve dilini, hiçbirinin konuşmadığı, icat edilmiş bir dil olan İbranice lehine ve diasporadaki Yahudileri Avrupa’dan çıkarıp Asya’da daha önce hiç bulunmadıkları topraklara göndermek uğruna yok etmeyi amaçlayan anti-semitik projesi bu aydınlar tarafından hiçbir zaman incelenmedi. Aynı şekilde, hareketin başlangıcından itibaren Siyonizm ile anti-semitizm arasındaki ideolojik ve pratik gizli anlaşma da incelenmedi.
Zizek bir başka makalesinde, Siyonist Yahudilerin Filistinlileri tanımlarken anti-semitik kavramları kullandığını belirtecek kadar dikkatli görünüyor. Fakat Zizek, Siyonizmin her zaman anti-semitizme ve Siyonistler ile anti-semitik emperyalistler arasındaki ittifaka dayandığı sonucuna varmıyor, daha ziyade, bugünün Siyonistleri ile anti-semitizm arasındaki ittifakı “bir Yahudi devletinin kurulmasının nihai bedeli” olarak algılıyor.
Bu Avrupalı aydınlar İsrailli yerleşimcilerin kolonilerine zarar veren Semitizm karşıtlığı konusunda endişe duyarken İsrail’in en büyük başarısı olan Yahudilerin Semitizm karşıtlarına, Filistinlilerin ise Yahudilere dönüşmesini görmezden geliyorlar. Yahudi devletinin ırkçı temeline karşı çıkan bir duruş sergilemedikleri sürece Filistin direnişine verdikleri destek asla inandırıcı olmayacak. Gilles Deleuze’ün belirttiği gibi, Siyonistler ırkçı şiddetlerini haklı göstermek için her zaman “biz başka halklar gibi değiliz” diye haykırırken, Filistinlilerin direniş çığlığı her zaman “biz de diğerleri gibi bir halkız” şeklinde oldu. Avrupalı aydınlar Filistin sorununu ele alırken hangi çığlığa kulak vereceklerini seçmek zorundalar.
Çeviri: SiyasiHaber
* Yazar, ABD, Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Bu makale ilk olarak Al-Ahram Weekly’de yayımlandı. Daha sonra yazarın izniyle Electronic Intifada tarafından 2003’te yeniden yayımlandı.
Konunun güncelliğini koruması nedeniyle Türkçe’ye çevirerek yayımlıyoruz. (SiyasiHaber)
Kaynak: https://electronicintifada.net/content/sartre-european-intellectuals-and-zionism/4384