GÜLFER AKKAYA yazdı: “CHP hala adalet istiyorsa HDP’yi bu talebinde yalnız bırakmamalı. Devletin ve iktidarın bu ülkenin üçüncü büyük partisi, ikinci büyük muhalefet gücü olan HDP’ye yönelik baskılarına karşı suskun kalmamalı. Sadece destek ziyareti ile sınırlı, zevahiri kurtarma babında uzak eylemlerle de üzerine düşeni yapmış gibi görünemez.”
GÜLFER AKKAYA
HDP yaptığı açıklamayla “Vicdan ve Adalet Nöbetlerini” başlattığını duyurdu. Nöbeti tutuklu eş başkanları, milletvekilleri, yöneticileri için başlattıkları belirtildi. Açıklamada ‘6,5 milyon oy alan bir partiye yönelik iktidarın hukuksuz uygulamalarına, saldırılarına, operasyonlarına karşı 80 milyonun vicdanına sesleniyoruz’ dendi. Ülkenin faşist atmosferinde sadece HDP’nin değil, 80 milyonun adalete ihtiyacı olduğunu, nöbetlerin bunun için başlatıldığını aktardılar.
İlk nöbet Diyarbakır’da başladı. Başlar başlamaz devletin kolluk güçlerinin nöbeti engellemeye çalışmasına, HDP’yi kendi üyeleri ve ona destek veren milyonlardan kopartma gayretine tanık olduk.
Oysa başlayan barışçı, şiddetiz bir eylemdi. İstenen ilk şey toplumsal vicdanın gözlerini açması, başta Kürtler olmak üzere saldırıya uğrayan tüm kesimleri görüp zulme hayır demelerini talep etmekti. İkinci nokta, savaş ve şiddet politikalarında ısrar eden, burjuva demokrasisi anlamında dahi hukuk devletini rafa kaldıran iktidarın ve devletin “adaletsizliğini” ortaya koyarak “adalet” talebi etrafında toplumsal mücadeleyi, baskıyı güçlendirmekti.
Ancak toplumun vicdan sahibi olması, iktidar ve devletin adaleti sağlayıcı zeminde olması belli ki iktidarın işine gelmiyor.
Diyarbakır nöbetinden itibaren HDP’nin etrafı devletin demirden, soğuk eliyle çevrelendi. Nöbete sadece milletvekilleri, parti yöneticileri katılabilsin diye her türlü “önlem” alındı. Nöbet tutulan bölge olabildiğince daraltıldı, nöbet tutacakların sayısı azaltıldı, eyleme destek ziyaretine gelen siyasi oluşumlara her türlü zorluk uygulandı. Alan demir bariyerlerle çevrildi. Nöbete yakın alanlarda durmak “yasaklandı.”
Daha önemlisi TOMA, Akrep gibi demirden yapılma zırhlı araçlara karşı en büyük tehdit olan bağlama, cümbüş gibi müzik aletleri de içeri alınmadı, yasaklandı…
İktidarın, muhalefetin adalet talebine korkudan kaynaklı gıcığı vardı. Vermeyecekti. Muhalefet almaya kalkışacaksa da aldırtmayacaktı.
CHP’nin Adalet yürüyüşü başlayınca, anımsayacaksınız, tehdit, korku, uyarı cümleleri başbakandan cumhurbaşkanına her platformda olabildiğince yüksek tonda dillendirilmişti.
Söz konusu adalet isteyen parti HDP olunca neler olabileceğini hep birlikte izliyor, yaşıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde bir grup insan durup dururken polisler tarafından önce dövülmüş, ardından ‘biz sizi HDP’li sanmıştık’ diye şüyuu vukuundan beter bir açıklama yapılmıştı. ‘HDP’liyse vur gitsin’ hukuku işliyor ülkede.
İşte bu bariyerlerle çevrilme, eylem alanına HDP’lilerin sokulmamaya çalışılması, eyleme desteğe gelenlere yönelik baskılar uygulanması, eylem ile kitlelerin buluşturulmamaya çalışılmasına bu bilgileri anımsamadan bakmak olmaz.
Demem o ki ülkede hukuksuzluk zaten had safhada, HDP’ye yönelik hukuksuzluk onun da ötesinde. Her türlü baskı ve zulme karşı mecliste olabilmeyi başarmış, sistematik katliamlarla yüzlerce kadrosunu, çalışanını yitirmiş, sonu gelmez tutuklamalarla on binlerce kadrosu tutuklanmış, eş başkanları, vekilleri tutuklanmış, kimi vekillerin vekillikleri düşürülmüş, yine de iktidara diz çökmemiş bir parti guguklaşmış hukukun olduğu yerde vicdanlara seslenmeyip ne yapsın?
Siyasi her parti gibi kitlelerle buluşma eylemleri yapmayıp ne yapsın?
İktidar bunu neden engellemek istiyor?
AKP’yi korkutan şey HDP’nin kitlelerle kurduğu bağ ve bu bağın güçlenme potansiyeli. Çünkü AKP, bir türlü teslim alamadığı HDP’yi toplumdan kopartıp kriminalize ederek yalnızlaştırıp dolaylı olarak kapatmak ve siyasal ortamdan silmek istiyor. O zaman önünde muhalefet yapabilecek, direnebilecek kimse kalmayacak.
Diyeceksiniz ki peki ya CHP?
CHP, Adalet yürüyüşüyle kuşku yok ki sağlam bir çalım attı AKP’ye. Üç hafta boyunca gündemi belirledi, milyonların yüreğinde güzel bir umut dolu kıpırdanışa neden oldu. Ancak en kritik anlarda CHP daima devleti ve mevcut iktidarı savundu. İşçileri, emekçileri, halkları, kadınları, LGBTİ’leri değil! Bir arada, eşitçe yaşamayı değil.
CHP hep devletin, sermayenin, erkeklerin, beyaz Türklerin partisi oldu.
Böyle olduğunu bile bile CHP’nin Adalet Yürüyüşünü ülkenin demokratları, kadınları, özgürlükçüleri, sosyalistleri, Kürtleri ve tüm halkları destekledi. Yine HDP her türlü destekledi.
Çünkü CHP yerinde bir talebi dillendiriyordu. Olması gerekli zamanda bundan kaçmıştı. Gecikmişti. Korkmuştu. Sinmişti. Ama şimdi doğru bir iş yapıyordu. Ve hep beraber eleştirilerimizle birlikte buna destek olduk. Tüm muhalefet, tüm adalet talepçileri bir olduk. Bu gücün karşısında Adalet Yürüyüşü büyüyerek tamamlandı. Ülkenin gelmiş geçmiş en kalabalık mitingiyle virgülü atmıştık ilk etabın sonunda.
İşte HDP’nin başlattığı Vicdan ve Adalet yürüyüşü de aynı zeminden, aynı meşruluktan kaynak bulmakta. O virgülün sonrasındaki yeni bir etap ve yeni bir eylem. Aynı muhalefetin, aynı yekvücut olmanın parçası. Aynı kitlelerin, aynı mağdurların ihtiyacı ve talebi.
Bu nedenle CHP hala adalet istiyorsa HDP’yi bu talebinde yalnız bırakmamalı. Devletin ve iktidarın bu ülkenin üçüncü büyük partisi, ikinci büyük muhalefet gücü olan HDP’ye yönelik baskılarına karşı suskun kalmamalı. Sadece destek ziyareti ile sınırlı, zevahiri kurtarma babında, ürkek, adaletten uzak eylemlerle de üzerine düşeni yapmış gibi görünemez. Çünkü mesele bir ziyarete sıkıştırılamayacak kadar kritik.
Ülkede artık faşizm kurumsallaşıyor ve bunun önüne geçmek topyekün bir mücadele ile mümkün.
HDP’nin hala tutuksuz olan eş başkanı Serpil Kemalbay’ın CHP’ye yönelik Adalet Yürüyüşü’ne kitlesel ve kurumsal olarak verdikleri desteğin aynısını Vicdan ve Adalet Nöbeti için CHP’den beklediklerini ifade ettiği çağrı bu bakımdan son derece önemli ve değerli.
Eğer bu sağlanamazsa gidecek olan şey sadece adalet, hukuk değil.
Gidecek olan şey sadece laiklik değil.
Gidecek olan şey sadece yıllarca verilen mücadelelerle çalışma yaşamında, cinsiyet eşitliğinde, homofobiye, militarizme karşı elde edilen kazanımlar olmayacak.
Gelecek olan şey hepsini süpürüp atacak olan faşizm. Üstelik İslami yeşile boyalı faşizm.
Faşizmi ise hep birlikte omuz omuza verilecek bir mücadele ile durdurmak mümkün.
80 milyonun vicdan ve adalete ihtiyacı var diyorsanız, ona göre direneceklerin birliğini kurmak gerekir. Aksi durumda inandırıcı bile olamazsınız. Bunun yolu da faşizme karşı mücadele edenlerin zayıflatılmasına göz yummaktan değil, faşizmi inşaa edenlerin karşısında güçlü bir vicdan, adalet, hak, hukuk, barış bloğu kurmaktan geçer.