SEÇTİKLERİMİZ-Mustafa Peköz’ün sendika.org’daki yazısı: ‘Berlin hükümeti kısa bir süre sonra Adil Öksüz’ün Almanya’ya iltica ettiğini kamuoyuna açıklayacaktır. Böylelikle Ankara’nın, darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati’nin olduğu tezini kabul etmediğini, inanmadığını, darbenin bir numaralı firarı sanığı Adil Öksüz’ü koruyarak açıklamış olacak
Devletin, Gülen Cemaati’yle mücadelenin giderek başarısız bir sürece doğru evrilmesinin bir başka önemli yanı Cemaat’in uluslararası alanda yeniden kazanmaya başladığı inisiyatiftir. Gülen Cemaati başta NATO olmak üzere, ABD, AB ve Arap Dünyası tarafından daha aktif bir şekilde korunmaya alındı. Gülen’in ABD, Kanada, Almanya, Fransa, Mısır gibi ülkelerin medyasında sıklıkla ön plana çıkartılması, ve özellikle Erdoğan’a yönelik söylemlerini sertleştirmesi ajitasyon olmayıp açık bir mesaj içeriyor. Almanya’nın ekonomik ilişkileri gözden geçirme kararı alması ve bunu AB bürokrasisine dikte ettirmeye karar vermesi ile başlayan süreç, Ankara’nın çok daha ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Ankara ilişkileri yeniden eski haline getirmek için geri adımlar atmaya başlarken, Berlin ise tersine Türkiye’ye karşı çok daha kapsamlı adımlar atmaya başladı ve Cemaat ile olan ilişkileri derinleştirmeye devam etme kararı aldı.
Küresel kurumlarda Ankara’nın gerilemesi ve Cemaat’in artan etkisi
Darbeci Gülen Cemaati’nin NATO, BM, AB gibi küresel kurumlarda artan etksine karşılık Ankara’nın Gülen Cemaati’ne karşı ciddiye alınabilir geliştirdiği uluslararası bir politikası bulunmuyor. Tersine, belirlediği strateji Gülen Cemaati’nin uluslararası meşruiyetini artırıyor. BM tarafından hazırlanan raporlarda AKP iktidarının darbe gereçkesiyle uygulamış olduğu politikalar çok ciddi bir eleştiriye tabbi tutuluyor. Özellikle KHK’lerin uygulanmasındaki hak ihlallerinin yoğunluğuna yönelik yapılan eleştiriler, Gülen Cemaati’ni aşamalı olarak ‘mağdur’ bir konuma düşürdüğü görüşü giderek ağırlık kazanıyor. Ankara’nın özellikle BMGK’de bir karar tasarı çıkartamaması, tersine iç politikadaki uygulamaları nedeniyle ciddi bir eleştiriye tabi tutulması, darbe girişiminin iktidarın bir senaryosu olduğuna dair algıyı giderek güçlendiriyor.
Türkiye’nin aday ülke olduğu AB ile yaşadığı sorunların merkezinde Gülen Cemaati’ne yönelik izlediği politika var. AB başından beri darbe girişiminin Cemaat tarafından organize edildiğini ciddi bulmadı. AKP iktidarının, darbeci Gülen Cemaati’nin devlet kurumlarında tasfiye edilmesine yönelik uyguladığı politikanın tersine kendi gücünü pekiştirmek için uygulanan bilinçli bir plan olduğuna dair ciddi kuşkular giderek netleşti. AKP iktidarının anti-demokratik uygulamaları anayasal düzeye çıkartması nedeniyle, mağdur görüntüsü veren darbeci Cemaat’in AB içerisindeki etki gücü artmaya başladı.
Gülen Cemaati’nin uluslararası alanda pozisyonunu güçlendiren önemli faktörlerin başında NATO’nun belirlediği politika geliyor. NATO’nun Brüksel merkezi, uzun yıllardır bünyesinde görev almış olan subayların AKP iktidarı tarafından ‘terörist’ görülmesini hiçbir şekilde inandırıcı görmedi ve söz konusu askerlerin Almanya’ya iltica etmelerini sağlandı. NATO yöneticilerinin, Cemaat darbesine katıldıkları gerekçesiyle iadesi talep edilen generalleri ‘yetenekli, başarılı ve dürüst’ olarak tanımlamaları, esasen AKP iktidarının iddialarına inanmadıklarını gösteren önemli bir veridir. NATO’nun kendi bünyesinde çalışan Türk ordusuna mensup subayları teslim etmemesinin en önemli nedeni, NATO’nun askeri güvenlik geleceğidir. 10-14 yıldır NATO bünyesinde çalışan subayların ‘terörist’ olarak görülmesi, NATO’nun çok özel askeri sırlarının ‘terörist subayların’ eline geçmesi anlamına gelir. Böylesi bir olasılık milyonda bir olsa dahi, NATO için son derece tehlikeli bir durumdur. NATO, özel bilgilere sahip ‘terörist subayları’ Türkiye’ye iade etmeyerek esasen kendi güvenliğini sağlama politikası izledi. Bunun için de NATO bünyesinde görevli olup da AKP iktidarı tarafından darbeci olarak gösterilen generallerin Almanya ve ABD’de tutulmalarına karar verildi. Brüksel merkezli NATO’nun almış olduğu politik kararın bütün NATO devletlerini bağlayıcı nitelikte olduğu asla unutulmamalıdır.
AB’nin Brüksel-Strasbourg merkezlerinde görevli olup hükümet tarafından ‘terörist’ ilan edilen diplomatların Almanya, Belçika gibi ülkelerde kalmalarına onay verildi. Ankara’nın iade talebinde bulunduğu bir tek Gülenci eleman dahi getirilemedi. Darbe girişiminin ilk aylarında sarsıntı geçiren Gülen Cemaati, son birkaç aydır uluslararası ilişkilerde çok daha aktif olmaya başladı.
Washington-Berlin ve Kahire hattı
Darbe girişiminin yıldönümünde, Fetullah Gülen’in Mısır’ın en çok satılan gazetelerinden olan El-Yevm 7’ye röportaj vermesi ve Gülen’in Mısır’a yerleşebileceğini belirtmiş olması, sadece Mısır’ın değil aynı zamanda Arap Birliği’nin politik yaklaşımını da ortaya koyuyor.
Suudi Arabistan ve Mısır merkezli Arap Birliği’nin, AKP iktidarına karşı Gülen Cemaati’ni ön plana çıkartmaya başlaması sıradan bir politik tercih olarak değerlendirilmemelidir. Örneğin Suudi Arabistan’ın BM Temsilcisi Abdullah el-Muallimi’nin Türkiye üzerine yapmış olduğu açıklama son derece önemlidir. Muallimi, “Türk kardeşlerimizin, Arap dünyasında gizli ya da belirli ölçüde istenmeyen bir (askeri) müdahale etme döneminin çoktan bittiğini anlaması lazım” dedi. Suudi Arabistan ve Mısır’ın yapmış olduğu değerlendirme, AKP’nin aksine Gülen Cemaati’nin Arap dünyasında artan ağırlığını ortaya koyuyor.
ABD’nin Cemaat politikası çok daha stratejik olup, Gülen’e yönelik herhangi bir politik ve hukuki önlem almasının söz konusu olmayacağı çok açıktır. Erdoğan’ın Washington ziyaretinde korumalarını protestocuların üzerine göndermesinden sonra ABD Kongresi tarafından hazırlanan raporda, Erdoğan şahsında korumaları hakkında tutuklama kararı çıkartıp, ABD’ye giriş yasağı konulması, Ankara’daki iktidar gücüne verilen ciddi bir mesaj olarak algılandı. AKP iktidarının bütün çabalarına rağmen Gülen’in iadesi için hiçbir somut adım atılmamış olması, Erdoğan’ın açık bir yenilgisi olarak değerlendirildi. Gülen’in her Cuma günü kendisine ait olan bir sitede, Cuma vaazını canlı olarak yayınlaması, darbe girişiminin yıldönümü nedeniyle ABD’nin en çok satılan gazetesi Wall Street Journal’a vermiş olduğu röportajda Erdoğan’ı hedef alan açıklamaları, Gülen kadrolarının Washington’daki gücünü ortaya koyuyor.
Berlin’in Adil Öksüz hamlesi
Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, Bild gazetesinde Türkçe ve Almanca yayımlanan mektubundaki, “Alman hükümetinin Türk siyaseti karşısındaki politikaları değişecektir. İşbirliğimizi ve özellikle Türkiye’ye yapılan ekonomik yardımları yeniden gözden geçireceğiz ve Avrupa’da da net bir tutum için girişimlerde bulunacağız” tespitine uygun adımlar atmaya başladı.
Almanya NATO’nun İncirlik Üssü’ndeki askerlerini çekerek Ürdün’deki üsse gönderdi. Almanya’nın bu kararlı tutumunu beklemeyen Ankara’daki iktidar gücü, Konya’daki NATO üssü konusunda geri adım attı ve NATO heyetiyle birlikte Alman politikacılarının, Konya üssündeki Alman askerilerini ziyaret etmesini kabul etmek zorunda kaldı.
Berlin hükümeti, ilk kez Ankara’ya yönelik politikalarını ve özellikle ekonomik ilişkilerini gözden geçireceklerini ve buna paralel olarak “AB ile olan bağların çok net olarak değişeceğini” kamuoyuna deklare etti. Berlin’in almış olduğu ekonomik ve politik kararların yaratacağı sonuçları çok iyi gören AKP iktidarı, Merkel hükümetiyle ilişkileri yeniden toparlamak için yoğun bir mesai harcıyor.
Alman Parlamentosu’nda alınan karar gereği Türkiye’yle ilişkilerin kolay kolay düzelmeyeceği görülüyor ancak diğer yandan Gülen Cemaati’yle ilişkiler geliştiriliyor. Son birkaç aydır ortaya çıkan tablo gelişmenin boyutları hakkında bize bir fikir veriyor: Almanya, NATO ve AB Brüksel kararıyla Gülenci subayların ve bürokların Almanya’da ilticalarına onay vermeye devam ediyor. Darbeci Gülen Cemaati, “Mobility Channel” adıyla daha önce otomobil yayınları yapan bir kanalı satın alıp “MC” kısaltmasını kullanırken, şimdilerde bu kanal “Merih Channel” ismiyle Almanya’da yeniden yayına başladı. Eutelsat firmasına ait Hotbird uydusundan yapılan yayının merkezi, Almanya’nın Hessen eyaleti görülüyor. 24 saat yayın yapan kanal, ağırlıklı olarak kapatılan Samanyolu TV’nin dizilerini yayınlanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde, Alman radyo kanalı NPR’den Robert Siegel’in Fetullah Gülen ile bir röportaj yapması ve Gülen’in Erdoğan’ı hedef alan açıklamalarda bulunması, Berlin’in izlediği politikayla tam uyumludur.
Almanya’nın, AKP iktidarının Cemaat konusundaki hiçbir uyarısını dikkate almaması ve tersine Cemaat’i destekleyen politikalara yönelmesinin en son örneği henüz kamuyouna yansımamış olsa da, darbe girişiminin birinci derecede örgütleyicisi olan Adil Öksüz’ün Almanya’ya iltica etmiş olmasıdır. Gülencilerin yerleştiği Frankfurt’un yakın bir kasabasında korunmaya alınan Adil Öksüz’ün, Türkiye’den Gürcistan’a geçtikten sonra Türki cumhuriyetlerden bir ülkeye gittiğine ve Alman istihbaratı tarafından Almanya’ya getirildiğine dair iddialar bulunuyor.
Berlin hükümeti kısa bir süre sonra Adil Öksüz’ün Almanya’ya iltica ettiğini kamuoyuna açıklayacaktır. Böylelikle Ankara’nın, darbe girişiminin arkasında Gülen Cemaati’nin olduğu tezini kabul etmediğini, inanmadığını, darbenin bir numaralı firarı sanığı Adil Öksüz’ü koruyarak açıklamış olacak. Almanya’nın Adil Öksüz’ü korumaya alması, bunun NATO ve AB’nin bir kararı olduğunu ve Gülen Cemaati’ni en üst düzeyde sahiplenildiğini gösteriyor.
Soru şu, Ankara’daki iktidar gücüyle politik ve ekonomik ilişkilerini askıya alarak ambargoya başlayan Berlin’e karşı AKP iktidarı nasıl bir tutum alacaktır? Darbe girişiminin birinci derecede sanığı olarak aranan Adil Öksüz’ün Almanya’da olmasına karşı Erdoğan nasıl bir tutum alacaktır?
Berlin hükümeti, Adil Öksüz ile Türkiye politikasında rengini belli etmiş oldu. Peki köşeye sıkışan Ankara, Almanya ve AB’ye karşı nasıl bir tutum belirleme gücüne sahip olacak? Yoksa süreci sessizce kabullenecek mi?
Birlikte izleyelim.