SEÇTİKLERİMİZ – Tarkan Tufan’ın Duvar’daki yazısı: Antroposen (İnsan Egemen) Çağı konusundaki çalışmalar, jeologlar ve çevreciler arasında bilimsel bir tartışmayı tetikledi. Tartışmanın odağındaki soru; “İnsanlar gezegeni kalıcı olarak değiştirdi mi?”
Antroposen (İnsan Egemen) Çağı konusundaki çalışmalar, jeologlar ve çevreciler arasında bilimsel bir tartışmayı tetikledi. Tartışmanın odağındaki soru; “İnsanlar gezegeni kalıcı olarak değiştirdi mi?”
Bu soru, jeologlar ve çevre savunucuları arasında yeni bir mücadele başlatan basit ama büyük bir soru niteliğinde.
Dünya Zaman Ölçeği’ni tanımlama sorumluluğunu üstlenen Uluslararası Jeoloji Bilimleri Birliği (IUGS)’ne göre, resmi olarak son büyük buzul çağından 11.700 yıl önce başlayan Holosen (Yeni Çağ) dönemdeyiz. Ancak bazı insanlar, bu tanımın artık modasının geçmiş olduğunu ifade ediyor. İnsanın dünya üzerindeki etkilerinin git gide artması, diğer türlerde gözlemlenen toplu yok oluşlar ve atmosferde yok edilemez biçimde meydana gelen değişiklikler nedeniyle, Yeni Çağ’ın sona erdiğini ve Antroposen’in (İnsan Çağı’nın) geri dönülmez biçimde başlamış olduğu fikrini savunuyorlar.
Atmosferik kimyager ve Nobel Ödülü sahibi Paul Crutzen’in 2000 yılında popülerleştirmesinden bu yana, Antroposen tartışması kamuoyunda daha çok kabul görür hale geldi. 2016 yılında, bilim çevrelerince yeni bir tartışma zemini oluşturuldu, “Anthropocene” adlı yeni bir akademik dergi yayınlanmaya başlandı ve IUGS, 2016 yılında Holosen’in bittiğini ve Antroposen’in başlamış olduğunu resmen açıkladı.
Birçok stratigraf (kaya tabakalarını inceleyen bilim insanları), yeni bir çağın başladığının net bir kanıtı olmadığını söyleyerek bu fikri eleştiriyorlar. Brockport’ta bulunan SUNY Koleji’nden bir stratigraf olan Whitney Auton, “Jeolojik zamanlı terimlerin adını vermeye başladığınızda, sınırın ne olduğunu ve bu sınırın kaya tabakalarında nerede göründüğünü de tanımlamanız gerekir,” diyor. Öte yandan, Antroposen’in bilimle değil, popüler kültürle bir ilgisi olduğunu ileri sürüyor. Bazı Antroposen savunucuları da bu konudaki zorluğu kabul ediyorlar.
Öte yandan, Avustralyalı Ulusal Üniversite İklim Değişikliği Enstitüsü’nün yöneticisi olan ve 1800’lerin başında endüstriyel devrimin ortaya çıkmasıyla veya 1950’lerde atom çağının başlamasıyla bu çağın başlangıcını belirleyen Crutzen hakkında makaleler yazan Will Steffen; her iki durumda da yeni ismin önemli bir mesaj içerdiğini ifade ediyor: “Bu çok güçlü bir etki ve o kadar genel ki, şu anda gezegen ölçeğinde, çevre üzerinde yadsınamaz etkilere sahip. Bu sebeple yeni bir jeolojik çağ başlamış durumda,” diyor.
Genel bağlamda, resmi bir terim olarak kabul edilmesi için, (a) bilimsel olarak somut (şu anda oluşan jeolojik tabakalar üzerinde, üretilen ‘jeolojik işaretlerin’ yeterince geniş, açık ve ayırt edici) olması gerekir ve (b) Bilimsel toplulukça resmi bir dönem olarak belirlenmelidir.
Küresel değişim araştırma topluluğunca, halihazırda gayrıresmi olan ‘Antroposen’ teriminin çok yararlı olduğu düşünülüyor ve bu nedenle de kullanılmaya devam edilmesine karar verildi; ancak Jeolojik Zaman Ölçeği’ndeki resmileşme kararı, Jeoloji toplulukları gibi diğer bilimsel topluluklarca verilecek.
Başlangıç tartışması
Antroposen’in başlangıcı, jeologlar, antropologlar ve bilim camiasındaki diğer kesimler arasında ateşli bir tartışmaya konu oldu. Antroposen’in Uluslararası Stratigrafi Komisyonu tarafından resmen tanınması için, başlangıç tarihinin küresel ve stratigrafik (kaya-bilimsel) olarak biyolojik, kimyasal veya diğer belirteç türleriyle tanımlanabilen bir başlangıç tarihi olması gerekiyor. Bazı jeologlar bunun tespit edilemeyeceğini savunuyorlar; zira, son katmanları daha öncekilerden ayıran bir işaret aralığının henüz içindeyiz ve insan etkinliği çok çeşitli alanlarda gerçekleştiği için Anthroposen’i Holosen’den (Yeni Çağ) ayırt edecek hiçbir zaman belirtecinin bulunmadığı ifade ediliyor. Ayrıca, bu başlangıç tarihinin kesin olarak belirlenebileceğine inanan bilim insanlarının arasında bile, tarihi belirteç hususunda önemli bir anlaşmazlık mevcut.
Bazıları, Antroposen’in tarımın başlangıcıyla birlikte başladığını öne sürüyorlar; çünkü pirinç tarımı, sulama ve ormansızlaştırma gibi kimi tarımsal faaliyetlerin, 8000 yıl önce karbondioksit ve metan konsantrasyonlarında keskin artışlara yol açmış olabileceğini ileri sürüyorlar. Birçoğuysa, Sanayi Devrimi’ne dek (1800’ler), fosil yakıtların kullanılmasının, enerji kullanımının ve nüfusun kalıcı biçimde artmasının “doğal değişkenliğin ötesinde, belirgin bir insan etkisi göstermek” noktasında yeterince belirgin olduğuna inanmıyor. Önerilen üçüncü başlangıç tarihiyse, 1940’ların ortalarında nükleer çağın başladığı Büyük Hızlanma dönemi: Bu dönemde, atomik silahların test edilmesi ve kullanılması, yalnızca dünyanın kaya tabakalarında belirgin bir radyoaktif işaret bıraktı. Ve ardından, su kullanımından gübre tüketimine ve küreselleşmeye kadar olan faaliyetler dramatik bir şekilde artış gösterdi.
Plastik denizleri
Hem modern yaşamın maddi bir unsuru hem de artan bir çevre kirleticisi olarak, 20. yüzyılın ortalarından bu yana plastiklerin kullanımı geniş biçimde artış gösterdi. Hem karasal hem de deniz alanlarındaki dağılımı, Antroposen’in belirgin bir stratejik bileşeni olarak önemli bir jeolojik gösterge olduğunu düşündürüyor. Karasal alanlarda belirginler; hem sığ hem de derin sularında, okyanuslarda ve deniz yataklarında artık açıkça görülüyorlar. Büyük parçalar halinde bol miktarda bulunuyorlar ve mikro-plastik parçacıklar halinde hemen hemen her yere dağılmış durumdalar. Bunlar hem fiziksel hem de biyolojik süreçlerle, en azından besin zinciri ve yüzeyden deniz tabanına doğru deniz akıntıları yoluyla dağıtılıyorlar. Plastikler zaten deniz yataklarında dağılmış durumda ve miktarlarının önümüzdeki on-yirmi yıl içinde birkaç kat artması muhtemel gibi görünüyor. Geçici depolama alanları çöktüğü için, önümüzdeki bin yılda su kaynaklı yaşam döngüsü içine dahil olmaya devam edecekler. Plastikler, halihazırda, farklı tiplerin geliştirilmesi yoluyla Antroposen etkisinin olduğu katmanlarda uzun bir çözünürlük zamanına sahipler ve kalıp halinde biriktiriliyorlar; bu tabakaların birçoğunun katmanlar halinde gömüldüklerinde uzun vadeli bir koruma potansiyeline sahip olabileceği düşünülüyor.
‘Tehlikeli bir kayma’
Nobel ödüllü kimyager Paul Crutzen ve büyük göller uzmanı olan Eugene F. Stoermer, artık lağvedilmiş olan Uluslararası Jeopol-Biyosfer Programı için 2000 yılında bir bülten hazırladılar. Bilim insanları, yayınladıkları makalede şunları yazmışlardı:
“İnsan faaliyetlerinin dünya üzerindeki ve atmosferdeki ve hatta küresel ölçekler dahil olmak üzere, bu ve diğer pek çok büyük ve hâlâ artmakta olan etkilerini göz önünde bulundurarak, insanlığın jeoloji ve ekolojideki merkezi rolünü vurgulamayı uygun görüyoruz. Mevcut jeolojik çağ için ‘antroposen’ terimini öneriyoruz. Mevcut insan faaliyetlerinin etkileri, uzun süreler boyunca devam edecektir.”
Antroposen fikrini mümkün olan yeni bir jeolojik zaman periyodu olarak canlandıran ve bilimsel alana tekrar sokan açıklama budur. Crutzen iki yıl sonra Nature dergisinde yayınladığı makalesiyle, fikrinin detaylarını da kamuoyuyla paylaştı. Bu çalışmada, James Watt’ın buhar makinesini tasarladığı zamanlarda başladığını ileri sürerek, Antroposen çağına ilişkin eski tanımlardan kendi teorisini ayırdı ve kutup buz kayıtları, karbondioksit ve metan konsantrasyonlarının atmosferdeki etkilerini temel ölçüt olarak kullandı.
Leicester Üniversitesi’nde jeolog olan Jan Zalasiewicz, “Antroposen’in önemi, elbette bir parçası olduğu Dünya sistemi açısından farklı bir yörünge belirlemesidir,” diyor.
Onlarca yıldır bilim insanları tarafından açıklanan veriler, geri dönülebilir sınırda olduğumuz konusuna vurgu yapmaktaydı. Son yıllarda özellikle kutup buzullarında görülen erime ve yok oluşların beklenenden çok daha erken gerçekleşmesi, iklim değişikliğinde sınır değerlerin git gide uçlara kayması, yaşanan seller ve kuraklıklar nedeniyle, geçmişte yapılan açıklamaların bile artık iyimser bulunduğu bir dönemdeyiz. Artık geri dönüşü olmayan bir çağa, “İnsanlar Cehennemi”ne adımımızı atmış olabiliriz. “Antroposen” terimi her ne kadar fütüristik ve insana güç atfeden bir terim gibi algılansa da önümüzdeki yıllar, insanın tabiat karşısındaki âcizliğini yüzümüze vurmaya aday görünüyor.