TUNCAY YILMAZ yazdı: “Erdoğan Adalet Yürüyüşü’nün ve mitinginin toplumda yarattığı muhalif etkiyi 10 Temmuz’dan itibaren yeri göğü “Demokrasi Nöbeti” propagandasıyla inleterek kırmaya çalışacaktır. Şimdiden ilan edilen 11-16 Temmuz “Demokrasi Nöbeti”yle 9 Temmuz “Adalet Mitingi” karşı karşıya konmuş durumda.”
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 450 kilometrelik “Adalet Yürüyüşü” 9 Temmuz Pazar günü Maltepe’de gerçekleştirilecek mitingle sona erecek. Yürüyüşün son günlerinde ya da miting günü Erdoğan iktidarının organize ettiği, yönlendirdiği ya da göz yumduğu bir provokasyon olmaz ise son dönemlerin en kitlesel protestolarından biri gerçekleşecek İstanbul’da.
CHP’nin adalet yürüyüşü sonrası gerçekleştireceği bu mitingle yaklaşık bir yıl önce Erdoğan önderliğinde gerçekleştirilen “Yenikapı Ruhu” mitingi arasında önemli farklılıklar mevcut.
En kaba haliyle söyleyecek olursak; Yenikapı mitingi bütün toplumu Erdoğan iktidarının arkasına dizme hamlesi olarak okunacaksa şayet, Maltepe mitingi toplumun önemli bir kesimini Erdoğan iktidarının karşısına dizme anlamı taşımakta. Bu CHP’nin ve arkasındaki güçlerin, Kılıçdaroğlu’nun istemlerinden, planlarından, perspektifinden bağımsız olarak böyle.
Bizim arzularımız ve iradi müdahalelerimiz (gücümüz ve taktik ustalıklarımız doğrultusunda) nesnelliğin oluşumuna etki etse de tek başına belirleyeni olamaz. Gönül isterdi ki 9 Temmuz Pazar günü sokağa çıkacak yüz binlerce “AKP/Erdoğan karşıtı” sistemin “sol kanadını” tutmak isteyen CHP’nin değil de, Erdoğan diktatörlüğüne karşı mücadeleyi demokratik ve sosyal bir cumhuriyete kadar taşıyacak bir önderliğin arkasında toplansaydı. Ancak pek çok faktörün bileşkesiyle ortaya çıkan gerçeklik ancak böyle bir yürüyüş ve mitingi ortaya çıkartabildi.
7 Haziran seçimlerinde HDP’nin etrafında toparlanarak boy gösteren fakat (çeşitli gerekçelerle) sonrasında bu iddiasını sürdürmeyi layıkıyla başaramayan sol seçeneğin hala bu potansiyeli taşıyor oluşu dahi CHP’nin sol kulvarını doldurma refleksini harekete geçirmeye yetti. Uzun süredir sağına açılarak büyüme stratejisi izleyen CHP (bu strateji hala yürürlükte aslında), 16 Nisan referandumundan sonra Erdoğan/AKP’ye karşı büyüyen öfkeyi kendi etrafında toparlama hedefiyle harekete geçmek zorunda kaldı.
CHP’nin niyetinden bağımsız olarak, çok zor koşullarda 15 Haziran’dan bu yana sürdürülen adalet yürüyüşü, 16 Nisan sonrası sönmeye yüz tutmuş AKP’ye karşı güçlü bir sokak muhalefeti yürütülebileceği inancını yeninde alevlendirdi. Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminden bu yönlü güçlü, tutarlı bir söylem gelmese de, kimi zamanlar 40-50 bin kişiyi bulan yürüyüşe katılanların, yürüyüşe katıl(a)masalar da onları destekleyen milyonların büyük kısmı sadece Enis Berberoğlu için değil “herkes için adalet” talebini sahiplenir durumda. 9 Temmuz Pazar günü Türkiye’nin dört bir yanından Maltepe meydanına akacak yüzbinlerin önemli kısmının da bu duygu içerisinde olacağını varsaymak yanlış olmayacaktır.
Erdoğan ve AKP, büyük bir devlet kuşatması altında, hakaretler, tehditler, fişlemelere maruz kalmasına rağmen 35-40 derece sıcakta yürüyüşünü sürdüren bu halk iradesinin yaygınlaşıp süreklileşmesi durumunda sonunu getirebileceğinin farkında. O yüzden çok temkinli yaklaşıyor bu reel muhalefete. Ne serbest bırakıyor, ne de önünü açıp nefes aldırıyor. Her demecinde, her adımında adalet yürüyüşünü itibarsızlaştırmaya, bu yola meyledecekleri sindirmeye çabalıyor. 15 Haziran’dan bu yana adalet yürüyüşü etrafında toparlanan itirazın sokaklara taşmasını ve kontrolden çıkmasını engellemeye çabalıyor.
Bir lütuf değil zorunluluk olarak bu yürüyüşe soyunan CHP yönetimi attıkları bu olumlu adımın devamını getirip getirmeyeceklerine ilişkin henüz somut bir yönelim ortaya koymuyor. Her ne kadar eylemin öğreticiliği, dönüştürücülüğünün etkisiyle adalet talebinin içeriği daha fazla dolduruluyor olsa da, milliyetçi, muhafazakar partilerinin tabanlarını sosyal adalet talepleriyle değil, onlara benzeyerek kazanmaya çalışan perspektifin değiştiğine yönelik güçlü bir emare yok ortada. Ancak hem CHP’nin içerisinden hem de CHP’nin dışındaki sol, sosyalist, demokratik muhalefetten CHP yönetimine yönelik küçümsenmeyecek bir basınç varlığını sürdürüyor. Bu basınç hem öznel olarak mevcuttur hem de nesnel olarak.
Miting ve sonrası
Erdoğan Adalet Yürüyüşü’nün ve mitinginin toplumda yarattığı muhalif etkiyi 10 Temmuz’dan itibaren yeri göğü “Demokrasi Nöbeti” propagandasıyla inleterek kırmaya çalışacaktır. Şimdiden ilan edilen 11-16 Temmuz “Demokrasi Nöbeti”yle 9 Temmuz “Adalet Mitingi” karşı karşıya konmuş durumda.
7 Ağustos 2016 Yenikapı Mitingi’nden bir yıl sonra ortaya çıkan bu tablo egemenler arası çatışmanın bir görüntüsü olmanın yanı sıra, baskılara, işten çıkartmalara, göz altılara, tutuklamalara, katliamlara direnen demokratik muhalefetin de başarısıdır. Şayet muhafazakar AKP’ye karşı kadınların ödünsüz mücadelesi sürmeseydi, katliamlara rağmen Kürt halkı Newroz’da alanları doldurmasaydı, bütün baskılara rağmen referandum sürecinde sol, sosyalist, demokratik çevreler sokakta Hayır’ın sesini yükseltmeseydi, Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer vekillerimiz tutuklansalar da başları dik durmasalardı, 10 Ekim’de IŞİD katillerinin hedefi haline gelmelerine rağmen emek örgütlerinin çağrısıyla 1 Mayıs’ta işçiler, emekçiler alanlara çıkmasaydı, Nuriye ve Semih ölümüne direnmeselerdi “Yenikapı Ruhu”na el Fatiha okunamazdı. 16 Nisan’dan sonra sokaklardan çekilme çağrısı yapan CHP 15 Haziran’dan bu yana Türkiye’nin en merkezi otobanını terk etmiyorsa bunda onu soldan politika yapmak zorunda bırakanların azımsanmayacak bir etkisi vardır.
Sol, sosyalist, demokratik muhalefetin önemli kesimi CHP bu yürüyüş kararını aldığı andan itibaren onun siyasi arenadaki rolünü bir an olsun unutmadan ancak aynı zamanda da “sen şöyle yapmıştın, sen böyle yapmıştın” apolitikliğine düşmeden demokrasi mücadelesine doğru atılan bu adımı destekledi, desteklemeye de devam ediyor. Bu destek 9 Temmuz’da en kitlesel şekilde ve “Herkes için adalet” talebiyle mitinge katılarak, sonrasında ise CHP’yi faşist bloktan tamamen koparıp demokrasi güçlerine doğru yaklaşmasını zorlayarak devam etmeli.
AKP, 16 Nisan referandumunu hileyle yüzde 51 oy alarak resmi anlamda kazanmış olmasına rağmen zaferini meşru olarak ilan edememenin sıkıntısını yaşıyor. Adalet yürüyüşü ve mitingi sonrası bu meşruiyet eksikliği bir kat daha artmış olacak. Bugün Türkiye ve dünya kamuoyunda Erdoğan/AKP iktidarı değil, karşısında biriken ve kendine bir yürüyüş hattı oluşturmakta olan muhalefet meşruiyetini büyütmekte. AKP ise meşru olarak sağlayamadığı hegemonyayı baskı, şiddet, hukuksuzluk, terör ve savaş yoluyla elde etmeye çalıştıkça karşısında biriken gücü büyütmekte, yani kendi sonunu hızlandırmakta.
Güç odağı olmalı
9 Temmuz sonrası demokrasi güçlerinin yapması gereken faşizmin kurumsallaşmasına karşı ete kemiğe bürünmeye başlayan bu demokratik, meşru, kitlesel direniş hattını büyütmektir. Bunun için bir yandan şu ana kadar işlevli hale getiremediği tutarlı bir demokratik güç odaklaşması/koordinasyonu için çalışmalarını hızlandırmak, diğer yandan ise mümkünse bir bütün olarak CHP’yi, değilse adaleti herkes için isteyen kesimini faşist bloktan kopartmak, uzaklaştırmak için taktik ve politikalar geliştirmektir. Elbette bu, Kemalizmden şovenizme, aydınlanmacılıktan cinsiyetçiliğe cumhuriyetin 90 yıllık vebalini taşıyan bir partinin faşist bloktan kopmasıyla doğrudan “demokratlaşacağı” anlamını taşımaz. Ancak toplumsal mücadelelerde kazanımın yolu düşmanı azaltmak/zayıflatmak, ittifakları güçlendirmekten geçmekte. Aktüel faşizm tehlikesinin bertaraf edilmesinin ardından/içinden demokratik ve sosyal bir cumhuriyet kurma mücadelemiz bütün ve veçheleriyle birlikte devam edecektir.
Önümüzdeki süreç içerisinde ufku sömürü ve adaletsizlik sistemini aşan demokrasi güçlerinin bir odaklaşma yaratarak toplumsal muhalefete etki edebilecek bir hacme ulaşamaması durumunda, ortaya çıkan direniş enerjisinin CHP eliyle sisteme yedeklenmesi kaçınılmaz olacaktır. Tersi durumda ise CHP’nin sola, sosyal demokrasiye doğru yönelmesi, Erdoğan iktidarı etrafında toplaşan faşizan güçlerin ise kararsızlığa ve akabinde dağınıklığa uğraması mümkün olacaktır.
Adalet yürüyüşünün toplumda yarattığı pozitif etkileşimin içeriğini doldurmak, sınırlarını genişletmek, menzilini demokratik ve sosyal bir cumhuriyete doğru çevirmek/uzatmak en öncelikle sosyalistlerin görev ve sorumluluğudur.
Devrimciler, büyümekte ve sokağa taşma eğiliminde olan Erdoğan/AKP iktidarı karşıtı muhalefete endişelerinin esiri olarak seyirci kalmamalı; dışından parmak sallayıp uyararak değil değerek, dokunarak, kitlelerle birlikte, onların içinden bu muhalefet hareketini faşizmin inşasının karşısında organize bir güç haline getirmeyi başarmalıdır.
Böylesi süreçlerde seyirci kalmak, tarihin akışına müdahale imkanı ortaya çıktığında etkisiz kalmak anlamına gelecektir. Unutmayalım ki “Devrim yolu Nevski Bulvarı gibi düz ve engebesiz değildir”. Nasıl ki günü kurtarmak için yelkenleri sürekli rüzgara doğru açmak bizi gitmek istediğimiz limana götürmez ise, steril kalmak için sürekli olarak kitabın doğru yerinden konuşup nesnel gerçekliği dikkate alarak politika üretmemek de bizi tarih dışı kalmaktan kurtaramayacaktır.