Sermaye sınıfını alaşağı ederek, kapitalizmi tarihe gömebilecek tek devrimci sınıf, işçi sınıfıdır. İşçi sınıfı sosyalizmin kurucu dinamiği olarak kendisi dışındaki ezilenlerin, anti-kapitalist ve devrimci demokratik dinamiklerin de birleştirici eksenidir. Ancak bağımsız ve devrimci bir örgütlülüğe kavuşamayan işçi sınıfı mevcut parçalılık ve dağınıklığı ile tarihsel rolünü oynayamıyor. Örgütlü olduğu alanlarda da sendikal bürokrasiden işbirlikçi sendikalara, baskılardan yasaklara etrafı engellerle örülü halde.
Herşeye rağmen; kapitalizmin çeşitli düzeylerdeki uygulamalarının etkisiyle sınıf kimliği iğdiş edilen işçi sınıfı, yaşayan bir olgu olarak sürekli hareket halinde. Gericilik dönemlerinde dahi işçilerde biriken öfke çeşitli hareketlilikleri ortaya çıkarıyor. Sınıf bilinci ve örgütlülüğü oranında eyleminin muhtevası da gelişen işçiler, sömürünün olduğu her yerde bir biçimde mücadele ediyorlar. Çoğunu sadece sol yayınlarda görebildiğimiz, çeşitli direniş ve grevler yaşanıyor.
Kazanımla sonuçlanan her grev her direniş, sadece o işçilere değil bir bütün olarak işçi sınıfına kazandırıyor. Grev ve direnişlerin kazanılmasında da sınıf dayanışmasının etkisi büyük. Sınıf kimliğini açığa çıkaran dayanışmanın örgütlenmesini, bir işçi hareketi yaratmanın adımlarından biri olarak görmek gerekiyor.
Grevlere “bakmak” ve “görmek”
Sosyalistler için işçi mücadeleleri ile kurulan ilişkilerde öncelikle o direnişin kazanılması, sonrasında da sınıfın çıkarları hedefleriyle bakılması gerekiyor. Ancak bu tutumun layıkıyla karşılanıp, gereken sistematik ilgi ve alakanın hakkıyla gösterildiğini söylemek oldukça zor.
Sermaye örgütlerinin ya da medyasının işçi grev-direnişlerine karşı bilinçli kör ve sağır oluşunu sorgulayacak halimiz yok. Ancak kendisini “emek güçleri” arasında gören hatta “işçi sınıfının temsilcisi” olma iddiasındakilerin sınıf mücadelesine karşı ilgisizliği/duyarsızlığı düşündürücü.
Sol hareketin bir kısmı mevcut direnişlere, kimilerinin taşıdıkları birçok hatalı davranışa rağmen ilgi ve desteği gösteriyor. (Bu “hatalı davranışlar” başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor.) Solun belli bir bölümü içinse bu ilgi alaka sadece direnişin “popülerliği”, yarattığı etki oranında oluyor. Bu durum sınıfın devrimci gücünün tarihselliğini kaçırıp “reel politika” alanının ihtiyaçları çerçevesinde işçi mücadelesine bakıştan kaynaklanıyor. Bu bakışın kaynağında ise sınıf dışı siyasal konumlanış ve ideolojik politik seçimler yatıyor.
Sol yayınlarda işçi mücadeleleri “bahsedilen haberlerden” öteye geçememekte. Kimi zaman direnişin arkasında örgütlü olan siyasal yapılara olan uzaklık ve yakınlık dahi “haberi görmenin” oranlarını değiştirebiliyor.
Etkisi ile genel bir gündem haline gelmeyi başarabilen TEKEL Direnişi sürecinde solun tutumu iyi bir örnektir. Sınıf mücadelesini “uzaktan gören” bir çok sol yayın “işçici” denebilecek hale gelmişti. İşçilerin etrafı “öncüler” ile sarılmıştı. Ancak direnişin etkisi, gücü kırıldıkça işçi haberleri ve “öncülerin” ilgisi azaldı. Ta ki yeni bir işçi dalgasına kadar.
Solun büyük bir kısmı için sınıf çalışmasından anlaşılan sendikal çalışmadır. Bu teoride dile gelmese de pratikte yaşanan bir gerçek. “Politik bir işçi hareketi” hedefinden anlaşılan politik kişilerin sendikalarda yöneticilikleri bir şekilde kazanması oluyor. Sınıf ile kurulan ilişkiyi sendikal kadroların işi olarak gören bu anlayışlar, dayanışmayı sendikacılara destek vermek olarak da algılayabiliyorlar. Bu bakış, birçok deneyimde işçileri sendikal bürokrasiye kurban etti.
Yeni bir heyecana ihtiyaç var
Sınıf mücadelesi “sendikal alan” olarak algılandıkça sola yüzünü dönen kitlelerde işçi mücadelelerine ilgi, heyecan oluşmuyor.
Aynı ilgisizlik öğrenci gençliğe de yansıyor. Genç devrimciler açısından işçi sınıfına ve mücadelelerine karşı ilgiyi canlı tutmak, temas edebildiği bir çalışma biçimini ortaya koyabilmek önemli bir nokta. Genç devrimcilerin örnek alacakları militanlık örneklerine, işçi önderleri ve komünist işçiler bilinçli bir vurgu ile ısrarla eklenmelidir.
Bir komünist kendi faaliyet alanından bağımsız olarak sınıfın genel gündemini takip edip, sınıf mücadelesindeki hareketlenmelerden haberdar olacak bağlantılarını diri tutabilmeli. Bir işçi cinayeti karşısında dehşete, öfkeye, işçi direnişi karşısında ise heyecana kapılmak devrimciliğimizin göstergelerinden birisi olabilmeli.
Sınıf hareketine gereken önemi vermek, her düzeyde örgütlemek ve politik bir nitelik kazandırmak görevi sosyalist yeniden kuruluş çağrısı yapan tüm komünistlerin omuzlarında duruyor. Bu görevlere yüklenirken bugün “işçi çalışması” olarak nitelenen çalışmaların sosyalizmin inşa sürecinin bir parçası olduğunu bilince çıkarmak ve bu heyecanla yaklaşmak gerekiyor.