HAMİT BALDEMİR yazdı: “Kemalizmden kurtulmayan solun varacağı konak Perinçekçilik ya da ulusalcı solculuk olur. Bu konuda Sol karar vermek zorundadır; sosyalizm mi yoksa Kemalizm mi? Genel bir diyalektik doğru vardır. Bu Kemalist özden kurtulmadıkça, öz biçimi kendisine göre yeniden şekillendirir.”
HAMİT BALDEMİR
Biz sosyalizm ile yeni tanıştığımızda, yani 1974’lerde solculuğu Kemalizmle özdeşleştirirdik. Hatta pek çok sol sempatizan sembol olarak da Atatürk`ün sol eli havada rozetini solculuğunu yansıtmak için takardı. Bu Atatürk solculuğu, Ecevitçilikle kendini yeniden üretmişti. Bu yanılgımızda solcu ve sosyalist öncellerimizin belirleyici payı vardı. En “kabadayı” devrimcilerimiz Atatürk’e toz kondurmazdı ve onun ne kadar devrimci olduğunu anlatırdı. Bunda Lenin’in ve Komintern’in payı da az değildi. Onlar da Kemalizmi anti-emperyalist ve demokrat görürdü. Bunda, o zamanın TKP yöneticilerinin elbette küçümsenmeyecek bir payı vardı. Sonra Denizler mahkemelerde Kemalizmi ve ‘61 Anayasasının uygulanmasını istediklerini ve bunun için mücadele ettiklerini haykırdılar. Hem de sosyalistlik adına. Bununla çelişen ise; idam sehpasına giderken de “Kürt ve Türk halkının kurtuluşu için ölümü kucaklarım” demesi idi. Bu önemli bir çıkış ve mesajdı. 1961 Anayasası ile Kürt halkının kurtuluşunu dile getirmek kendi içinde uzlaşmaz bir karşıtlık taşısa da; biz, Denizlerden önemli bir mesaj almıştık ve onu anlamaya çalıştık.
Burada niyetim, Denizleri eleştirmek değildir; sadece durumu kendi bakış açımla güncelleştirmektir. Denizler, reformist ve legalist sola karşı ihtilalci solu temsil ettiler. Bu Türkiye Solu için yeni bir aşama idi. Mahirler hakeza. Yeni bir yaklaşım ve yeni bir mücadele yöntemi. Ne var ki, bu yeni hareket kendi bağrında eskinin sosyal şovenizminin ve Kemalizmin ağır izlerini taşıyordu. Henüz çok gençtiler ve geçmiş ile tümden ideolojik bağlarını koparamamışlardı. İdeolojik ve felsefi özgünlüğe ve olgunluğa ulaşamamışlardı. Ama pratikte ve politikada önemli aşamalar kaydettikleri bir gerçektir. Denizlerin, Atatürk’ü solcu ve demokrat görme gibi bir sorunları vardı. Mahirler de, Kemalizmi anti-emperyalist ve ilerici görme gibi bir ideolojik etkinin altında idiler. Mahir aynı zamanda bunu teorisini de yapan dönemin devrimci önderlerindendir. Bundan Kürdistan Solu da nasibini almıştır. Gerek sömürgeci burjuva okullarında aldıkları derslerin ağır etkisi; gerekse Türkiye Solunun Kemalizme eleştirel bakmaması ve onu olumlaması; yani sosyalistlik adına bunun ideolojik savunuculuğunu yapması, Kürdistan Solunu da etki altında bırakmıştı. Bu etki hala söz konusudur. Bu konuda, Türkiye Sol hareketinde; en ileri ve en devrimci yorumu yapan İbrahim Kaypakkaya olmuştur. “Günümüzde Kemalizm faşizmdir” diyen ilk Türkiye Sol lideridir dersek abartmış olmayız. Kürdistan Solu bile bu konuda bocalarken o net tavrını koymuştur.
Özgürlük Hareketi, Kemalizm ve Türkiye hakkındaki belirlemelerini daha çok Mahir Ҫayan’dan almıştı. Bir de, kendisini küçük burjuva devrimcisi olarak tanımlayan Doğan Avcıoğlu’ndan… Bu etki hala devam etmektedir. Hala, Kemalizm bu harekette göreceli anti-emperyalist kabul edilmektedir (1920 ile 1923 arası). Bu hareketin içinde olduğu kabul edilen ve bizzat bu hareketin içinde olan pek çok kişi karşıt düşünceler savunsa da, bu durum hâlâ varlığını koruyor. Örneğin, 1921 Anayasasını gündemleştirme çabası bu bakış açısının politik versiyonudur. Geçmişteki, pek çok Kürt Halk hareketi ve direnişinin gerici görünmesi de bu ideolojik etkinin sonuçlarıdır. Sistemden bir kopuş söz konusu ama ideolojik olarak tam kopuş gerçekleşmediğinden; birçok açıdan patinaj devam ediyor. Kürdistan Solu, DDKO’lardan doğan yapılanmalar da Özgürlük Hareketinden farklı değillerdi. DDKD, TKP ile aynı çizgideydi. Sadece DDKD TKP’nin Kürdistan versiyonu idi. PSK, TSİP ile müttefik ve kardeş parti ilişkisindeydi. Rızgari, Dev Yol’un neredeyse seksiyonu gibi idi. Türkiye Solunun bu parti veya örgütlerinin hiç biri Kemalizmi mahkum etmemiştir. Dahası olumlamıştır.
Bugün bile bu hareketler Kemalizmle hesaplaşmaktan çekinmekteler. Bu nedenle, enternasyonalist yaklaşım ve politikaları Kemalizmin bu prizmasında kırılıyor. Kürdistan ulusal mücadelesine çekingen ve mesafeli yaklaşımın altında yatan Kemalizmin etkisidir. Burada Kemalizm sosyal şoven bir forma giriyor. Bunu aşmaya çalışan bazı yapılanmalar da, kendi kökleriyle hesaplaşmadan bunu başaramazlar. Kemalizmle hesaplaşmamak; sosyalistleri sosyal-şöven yapar. Hatta Türk milliyetçisi yapar.
Kemalizmden kurtulmayan solun varacağı konak Perinçekçilik ya da ulusalcı solculuk olur. Bu konuda Sol karar vermek zorundadır; sosyalizm mi yoksa Kemalizm mi? Sosyalizm bizi enternasyonalist yapar; Kemalizm bizi sömürgeci ve neo-faşist yapar. Genel bir diyalektik doğru vardır. Bu Kemalist özden kurtulmadıkça, öz biçimi kendisine göre yeniden şekillendirir. Kürdistani hareketler de, bu konuda; resmi anlamda veya programatik/ilkesel anlamda bununla hesaplaşmak zorundadır. Yoksa bu Kemalizm yumağı daha çok ayaklarına dolanacaktır. Bir ideolojik netleşmeye gidilmelidir. Gerek Mahirler ve gerekse Denizler; elbette bir döneme damgasını vuran büyük devrimcilerdir. Fakat ‘Bunların belirlemeleri yeterlidir ve günümüze de cevap verecek yeterliktedir’ demek hiç bilimsel olmaz. Onların eksik ve Kemalist yanlarını görüp eleştirmek veya eksikliklerini tamamlamak; onların tarihsel rolüne gölge düşürmez.
Bu devrimciler genç ve yeterli birikime sahip olamayan insanlardı. Buna rağmen, önderlik nitelikleri vardı ve büyük bir misyon yüklendiler/devrimci bir çığır açtılar. Bu işin farklı tarihsel boyutudur. Bu anlamda, hiç bir değerlendirme ve yorum bu öncülerin devrimci tarihsel rolünü yadsıyamaz. Pratikleri devrimci bir çığır açtı. Bu ayrı bir olaydır. Ama diğer tarafta, ideolojik kopuşun yetersizliğini dillendirmek onları takip eden devrimcilerin görevidir. Onları sadece, propaganda ve ajitasyon malzemesi olarak kullanmak; onlara yapılacak en büyük kötülüktür. Dikkat edilirse, burjuvazi bile, Denizlere sahip çıkmaya çalışıyor. Ҫünkü, ideolojik olarak onu tehlike görmüyorlar. Onun tarihsel rolünün içini boşaltmaya çalışıyor. Bunun içini doldurmak sosyalistlere düşüyor. Gerçek anlamda bir değerlendirmeye tabi tutmak yerine, sadece kahramanlıklarını anlatmak; bizi ve gelecek kuşağı, onları yanlış anlamaya götürür. Ve birçok yanılgılara kaynaklık eder.
Mesela, Kemalizmi eleştirdiğimizde, birileri şunu diyebiliyor: “Denizler Kemalizmi ilerici görüyor; sen veya siz ondan daha mı akıllısınız? Ya da siz onlardan daha iyi mi biliyorsunuz?” Bu soru çocukça da olsa, bu anlayışa işaret ediyor. Oysa sorun akıllı veya akılsız olmak ya da onlardan daha çok veya az bilmek sorunu değildir. Bu insanlar, dönemin konjonktürel etkisi altındaydılar. Ve ideolojik olarak düzenden veya Kemalizmden kopuşu gerçekleştirebilecek yetkinlikte değillerdi. Bunu söylemek onlara haksızlık değildir. Tarihsel rollerini küçümsemek asla değildir. İbrahim Kaypakkaya’ya gelince, Kemalizmle ilgili tespiti yerinde ve doğrudur. Ancak, o da genç bir devrimci önder; dönemin birikimine göre, sosya/politik değerlendirme ve belirlemelerde bulunmuştur. Ancak daha çok Mao’nun Çin toplumsal yapısının değerlendirmelerine paralel ekonomik ve sosyal analizlere gitmiştir. Buna rağmen, tarihsel rolü ve pratik duruşu devrimcidir; sosyalisttir. Şunu söylemek istiyorum; eksiklik ve yetersizlikleri dillendirmek ve bunları gidermek; bu devrimcilere zarar getirmez. Bunu yapmamak bu insanları anlamamaktır ve onları kullanmaktır.
Günümüz versiyonu faşizmdir derken, ‘Kemalizmin etkisinde kalan kişi ve yapılanmalar faşisttir’ olarak algılanmamalıdır. Kemalizm, kendi içinde homojen değildir. Kemalizmin sol ve sağ versiyonları da söz konusu. Ҫünkü farklı kesim ve gruplar; Kemalizmi kendi bakış açılarına göre yorumlamıştır ve yorumlamaktadır. Onu solcu veya demokrat görenler, Kemalizmin devrimcilik (inkılapçılık), halkçılık, cumhuriyetçilik ve laikçilik ilkesinden hareket ederler. Sağcılar, onun milliyetçilik ilkesini öne çıkarırlar.
Kabul edileceği gibi, bütün izm’ler bir dönem ve sürece önderlik eden kişiliklerden sonra formüle edilmiştir ve edilmektedir. Kemalizm de Mustafa Kemal`in ölümünden sonra, onun halefi olan İsmet İnönü ve ekibince formüle edilmiştir. Bir zamanlar ülkücüler (faşistler); Atatürk ve İnönü`yü hiç sevmezlerdi. Zira Atatürk ve İnönü`yü solcu görürlerdi. Bunun elbette bir arka planı vardır. Konuyu daha fazla uzatmamak için ayrıntılamak istemiyorum. Ancak, bir dönem Atatürk kendine bağlı komünist partisini kurduruyor. Amaç komünist sempatizanları kendi potasında tutmak ve komünist partiyi boşa çıkartmak.
O dönem Sovyet devriminin etkisi söz konusudur. Kemalistler, böylece, bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlardı. Hem Sovyetlere sempatik ve dost görünmüş oluyor ve hem de gelişecek sosyalist hareketin önünü almış oluyorlardı. Kemalizm de popüler hareketti. Dağılan Osmanlı`nın yerine kapitalist-burjuva bir devlet kuruyor. Bu hem Avrupalıların ve hem de SSCB’nin sempatisini kazanıyor. Ve Atatürk iki tarafa da göz kırpıyor. Ve hatta şantaj yapıyor. Avrupa emperyalistleri sıkıştırınca Sovyet kartını kullanıyor. Sovyetler ise onu emperyalist sistemden koparma derdinde. Bu nedenle de, Kemalist hareketin hak etmediği yardımlar yapıyor. Rumları, Ermenileri, Kürtleri (Alevi ve Sünni) ile diğer azınlıkları katletmesine; onları Türkleştirme operasyonuna tepki göstermiyor. Kürdistan’daki katliamlarla ilgili Türk “komünistleri” Komintern’in, “Orada neler oluyor?” sorusuna, “Barbarlara medeniyet götürülüyor” diyerek cevap veriyorlar. Medeniler Kemalistler, yani T.C.’dir. Barbar veya ilkeller ise Kürtlerdir. Bu medenilere o kadar çok güveniyor ki, Türk komünistler; Kemalist devrimi ilerletmek ve ona katkı sunmak için Moskova`dan Ankara`ya doğru yola çıkıyorlar. Ne var ki, Kemalist “devrime” katkı için Moskova`dan Türkiye`ye gelen Mustafa Suphi ve arkadaşlarını, Mustafa Kemal kendi adamlarına, Karadeniz`in karanlık dalgalarında boğdurtarak yok ediyor. Buna rağmen “Türkiyeli komünistler” Kemalizm sevdasından bir türlü kurtulmayı gerçek anlamda başaramadılar.
Peki, Kemalizm nedir? Türkiye`de kapitalist bir sistem kuran dönemin bir burjuva ideolojisidir. Başka bir belirleme ile; asker, bürokrat, eşraf kesiminin ideolojisidir. Burjuvazinin artık gericileştiği; faşizme yöneldiği bir tarihsel moment söz konusudur. İlericilik barutu tükenmiş burjuvazinin Türkiye coğrafyasında Kemalizm formülasyonunda yeniden üretilmesidir. Misakı Milli sınırları içinde (bugünkü T.C. sınırları), yani emperyalist paylaşımdan geriye kalan bu topraklarda bir devlet kuruluyor.
Bu nasıl başlıyor? Osmanlı ve müttefikleri İtilaf devletlerine yeniliyorlar. Osmanlı ordusu fesholmuş ve İngilizler İstanbul`da. Emperyalizme, dahası Müslüman halkın gavur dediği Batı emperyalistlerine karşı bir öfke ve halk tepkisi var. Sovyet devrimi yanı başında yeni bir dönem açmış. Karadeniz’de Pontoslular örgütleniyor; halk komiteler kuruyor ve şuralar oluşturuyor. En son Osmanlı Padişahı (Halifesi) Abdülmecit; Mustafa Kemal’i Anadolu’daki halk hareketlerini ve direnişlerini bastırmak için Özel Müfettiş olarak görevlendirip Anadolu’ya gönderiyor. Samsun üzerinden gelmesi bir tesadüf değildir. Burada halklar, başta Rumlar örgütleniyor ve kendi devletlerini kurma çabasındalar. Hatta Rum Pontus devleti ilan ediliyor. Mustafa Kemal, İstanbul’dan Samsun’a geçerken durumun ciddiyetini görüyor. Samsun’da durmuyor ya da duramıyor. Soluğu Sivas’ta alıyor. Burada da kendini güvende hissetmemiş olacak ki, Erzurum’a geçiyor. M. Kemal bir burjuva devlet kurmak ya da ulusal kurtuluş mücadelesini vermek için Anadolu’ya geçmiyor. Tam tersine demokrat/devrimci halk direnişlerini bastırmak için gönderiliyor. Ne var ki, evdeki hesap çarşıya uymuyor.
Mustafa Kemal elbette boş bir adam değildir. Osmanlı’nın özel kurmay subaylarındandır. Tabiri caizse A takımındandır. Durumu görüyor. Osmanlı ordusunda tek dağılmamış askeri güç, 15. Kolordu`dur. Kazım Karabekir`in komuta ettiği kolordu. Kazım Karabekir’in, Kürt aşiret ve ileri gelenleri ve şeyhlerle ilişkileri güçlüdür. M. Kemal bu gücü görüyor. Şeyhler, aşiret reisleri/derebeyler M. Kemal’i koruyor ve destekliyorlar. Peki niçin? Halife’yi gavurdan kurtaracağı için!
Mustafa Kemal sadece zeki değil, aynı zamanda makyavelisttir. Amaç için her yol mübah. Halifenin özel temsilcisidir. Halifeye bağlı olan kesimlere ve halka “Halife İngilizlere esir düşmüş onu kurtarmalıyız” diyor. Halife’nin özel temsilcisi olunca da halk ve feodal beyler inanıyor. Kazım Karabekir’in de M. Kemal’in yanında yer alması belirleyici bir öneme sahip.
M. Kemal’i tutuklamak ve onu İstanbul`a götürmek için Halife tarafından gönderilen heyete, yörenin ileri gelenleri Mustafa Kemal’i vermiyor. Hatta onları gözaltına alıyorlar. Mustafa Kemal`in tarih sahnesine çıkışı böyledir. Halifeliği kurtarma propagandası Büyük Millet Meclisi kurulduktan sonra da devam ediyor. Cumhuriyet ilan edildikten sonra da hâlâ Halifelik kaldırılmamış. Cumhuriyet`in ilanından birkaç yıl sonra Halifelik kaldırılıyor. Bu arada, Rumların katliamı gerçekleşiyor. Koçgiri halk hareketinin katliamla bastırılması, Meclis’in ilanından sonra tamamlanıyor. Bu arada, batıda halk güçleri de (Ulusal Kuvvetler ya da Kuvayi Milliye) işlevini tamamladıktan sonra bir komplo ile hain ilan edilip ortadan kaldırılıyor ( Ҫerkes Ethem gibiler). Bu böyle bitmiyor. İzmir suikastı ile sağ ve sol muhalifler tasfiye ediliyor. Günümüzdeki komplolara ne kadar benziyor değil mi?
Mustafa Kemal`in bu oldubittisini hazmedemeyen, kendi ulusal talepleriyle direnişe geçen; Şeyh Sait adıyla özdeşleşen Kürd direnişi de acımasızca bastırıldı. Ellinin üzerinde insan darağaçlarında sallandırıldı. Bu da yetmedi, Dersim halkının haklı direnişi tam bir soykırıma dönüştürülerek katliamla sonlandırıldı. Daha birçok katliam ve yasaklamalarla yol alındı. Bu, Misakı Milli sınırlarında gerçekleşen soykırım operasyonlarıdır.
Kemalist hareket dikkat edilirse, Anadolu ve Mezopotamya halkalarına karşı savaşarak T.C.’yi kuruyor. Söylendiği gibi, emperyalistlere karşı bir savaşı olmadı. Bölge halkları, yerel direnişlerle Fransızlara, İngilizlere karşı savaştı. Emperyalistler geri çekilince; M. Kemal kutlama mesajı ile onları ödüllendirdi sadece! Ege’de ise zaten Kemal`den önce bir hareket var. Ҫerkes Etem’in Ҫeteleri. Onlar zaten Yunan ordusuna karşı kahramanca direniyorlardı. Emperyalistler geri çekilince (İngiltere, Fransa, İtalya) Yunanlılar mecburen geri çekildiler. Emperyalist destek olmadan oralarda tutunamadılar. Bu son aşamada, Yunanlılardan çok, Ҫerkes Ethem güçlerine karşı bir operasyon oluyor. Ҫerkes Ethem, yurtsever duygularla Türk ordusu ile çatışmak istemiyor ve birliklerini serbest bırakıp Yunanlılara sığınmak zorunda kalıyor. Bu da ayrı bir trajedi.
Yunanlıları denize dökme hikayesine gelince, elle tutulur bir yanı yok. “İlk hedefiniz Akdeniz” deniyor ya. Oysa, Yunanlılar Ege Denizi’ndeler. Denize dökülme olsa olsa Ege’de olmalıydı. Ama her nedense, Akdeniz ilk hedef olmuş. Ege`de olması gerekmiyor mu idi? Akdeniz’de kimle savaşıldı? İtalyanlarla mı? Kendi tarihlerinde İtalyanlarla ile Türklerin savaşından söz edilmiyor. Sanırım İtalyanlar Isparta’ya kadar geliyor ama sonra emperyalistlerin kendi aralarındaki anlaşma gereği geri çekiliyorlar. Evet, hakkını yememek lazım en büyük savaş; Misakı Milli sınırları içinde kalan halklar ve azınlıklar ile bu sınırlara muhalif olanlarla olmuştur. Atatürk’ün anti-emperyalistliği budur. Yorumu size kalmıştır.
Şimdi devrimlerine gelelim, yere göğe sığdırılmayan devrimlerine. Kılık kıyafet devrimi! Böyle devrim mi olur? Pantolon, etek ve şapka devrimi. Kıyafet değiştirmekle ne ilericilik olur ve ne de gericilik. İnsanların neyi giyeceğine siyasi erk mi karar verecek? Ya da lider mi karar verecek? Bu devrim değil, zorbalık. Harf devrimi! Latin, Çin, Rusya veya Arap alfabesini kullanmak bir ülkeyi ya da bir halkı ne gerici yapar ve ne de ilerici. Batıya uyum sağlamak için ve İslam’a ya da Araplara tepki olarak yapılanlar, birer devrim olarak gösteriliyor. Halkların geleneksel giyim ve kuşamını yasaklayarak, başka halkların giyim ve kuşamını zorla kabul ettirmek devrimcilik değil olsa olsa zorbalıktır. Yıllarca kullanılan bir alfabe yerine başka bir alfabe getirmek bir ilericilik olmaz. Anti-emperyalist bir hareket nasıl oluyor da emperyalist gördüğü ve karşısında savaştığını iddia ettiği devletlerin alfabesinin kabulünü devrim olarak değerlendirebiliyor? Bu olsa olsa kocaman bir demagoji ve yalandır. Bunlar devrim değildir. Avrupa hayranı bir liderin onlara benzeme çabalarıdır. Neden Rus alfabesini (Kiril) almadı da Latin alfabesini aldı? Gelişen teknoloji ve dünyaya entegre olmayı düşünerek bunu yapmış olsa bile; bunun devrim, ilericilik ve anti-emperyalistlikle bir ilgisi yoktur. Batı Avrupa’ya hayranlık ve özentiden başka bir anlam ifade etmiyor. Muassır medeniyet dediği Avrupa’nın gelişmişlik düzeyidir. Sözü daha fazla uzatmaya gerek yoktur. Durum ortada.
Bu ilericilik ve devrimcilik demagojisi yaşamın her alanında işlendi. Dolayısıyla, aydın ve ilerici kesimler ideolojik bombardıman altında şekillendi. Kimi bunu gerçek sandı ve kimi de milliyetçi nedenlerle bunun böyle olmasını istedi. Türkiyeli solcular ve sosyalistler; muhafazakar kesime tepki olarak Kemalizmi daha ilerici görerek destekledi ve maalesef hala destekliyor. Belli bir azınlık Kemalizmi eleştirse de ezici çoğunluk hala bu etki altındadır. Kemalizm gericidir denildiğinde kendilerine kurşun sıkılmış gibi rahatsız ve huzursuz oluyor. Oysa Kemalizm Misakı Milli sınırları içinde kalan halklar için bir zulümdür. Türkler de zulmedilenler arasındadır. Batıcılık ve Batı hayranlığı devrimcilik olarak gösteriliyor.
Oysa kapitalizmin emperyalist aşamasından epey sonra, böyle bir süreç gelişiyor. Ulusların kurtarıcısı ve ilerici olan kapitalizm; emperyalist aşamaya geldiğinde, gerici ve ulusların düşmanı haline geliyor. Bu aşamanın sonucu başlatılan 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası kurulan T.C. ve onun kurucu ideolojisi Kemalizm de, bu gericiliği en katı tarzda kendisiyle içselleştirmiştir. Boşuna, Hitler “Mustafa Kemal benim ilham kaynağımdır” ya da “Benim öğretmenimdir” demiyor. Kurulduğu günden beri tekçi ve totaliter bir ideolojidir Kemalizm. Burjuva ideolojisinin en gerici çağında Türkiye koşullarında üretilmiş bir burjuva ideolojisidir. Ve günümüzde bu ideoloji faşizmdir. Yani Kemalizm günümüzde faşizmdir. Onun, bürokrat, asker ve esnaf burjuva ideolojisi olarak biçimlenmesi faşist karakterini değiştirmiyor. İnsanların beynine şırınga edilmiş bu ideolojiden kurtulmadan ilerici olunamaz. Yine bundan kurtulmadan enternasyonalist olunamaz. Türkiye ve Kürdistan devrimcileri bunu aşmak zorundadır. Kemalizme küfür eden Kürtlerin (aydın, sosyalist ve yurtsever) önemli bir bölümü; ne yazık ki Kemalizmin etkisinde olduklarının farkında değiller. Kemalizmin etkisinde olmayan da İslam’ın etkisindedir. Bu daha tehlikeli bir faşizmdir. Kemalizmde direnmenin yolu ulusalcılığa veya Perinçekçiliğe çıkar. Bu arada şuna da inanıyorum; Denizler ve Mahirler; bugün yaşamış olsalardı; Kemalizmi değil elbette sosyalizmi seçerlerdi.
26.06.2017