KORKUT AKIN yazdı: Herkes korkar, herkes korkmalıdır da… Ancak bilinçliyseniz, hedefinize inanıyorsanız, sonuçlarının ne olduğunu biliyorsanız korku yerini kararlılığa, direnmeye bırakır. Başta kendiniz olmak üzere arkadaşlarınızı ve inancınızı inat ve ısrarla savunmak görev ve sorumluluktur artık.
KORKUT AKIN
“Kendi ismi değil de bir başkasının ismi okununca -ki nihayetinde o bir ‘başkası’ dava arkadaşı olmasına rağmen- gerekirse herhangi bir çatışmada korkmadan omuz omuza çatıştığı/çatışacağı arkadaşı da olsa işkence korkusu ve kendi adı okunmadığındaki rahatlama, insan aklının devre dışı kalıp -çok kısa sürse de- içgüdüleriyle davrandığı, insan olmanın, insan doğasının en yalın, en çıplak yaşandığı, içgüdülerin devreye girdiği ender ‘an’lardan birisidir. Yaşanan bu içgüdüsel refleks, işkencenin insan üzerinde oluşturduğu tahribatın boyutlarının en somut göstergesidir.”
Sömürüye karşı çağlar boyunca süren hak ve adalet savaşı, bir yerde yerini şiddete (aslında hep vardır o şiddet de, kimi zaman fütursuzca artar) bırakır. 12 Eylül süreci öyle bir dönemdir ve birçok insan, yaşı, işi, konumu, görevine rağmen adı bile sorulmadan ‘tezgâha çekilip’ işkence görmüştür.
Korku bilmemekten kaynaklanır
Hiç beklemediğiniz anda, hiç beklemediğiniz bir tepki -bu dayak da olabilir, ses de, ani bir karşılaşma da- korkutur insanı. Çok da insani bir durumdur bu. Herkes korkar, herkes korkmalıdır da… Ancak bilinçliyseniz, hedefinize inanıyorsanız, sonuçlarının ne olduğunu biliyorsanız korku yerini kararlılığa, direnmeye bırakır. Başta kendiniz olmak üzere arkadaşlarınızı ve inancınızı inat ve ısrarla savunmak görev ve sorumluluktur artık. Nasıl ki, “kuş, konduğu dalın kırılmasından korkmaz, çünkü güvendiği dal değil, kendi kanatlarıdır”, siz de unutursunuz korkuyu.
Sebebi yok!
12 Eylül döneminde, sokaktan tutup içeri attıkları, idamla yargıladıkları, sonra da “affedersin, yanlışlık oldu” dedikleri, yaşanmış gerçeklerdir. Ancak gerçekten muhalif ve devrimci olduğu için özellikle işkence yapılan, kendilerinden korktukları için öldür(e)medikleri insanlar da vardır. Sayıları da öyle az değildir onların.
Adınız onur
Kiminin pencereden atıldığı, kiminin yapılan eziyetler karşısında vücudunun dayanmadığı, kiminin bilinçli olarak katledildiği onlarca, yüzlerce insan var tarihimizde unutulmayan. Her biri birer cihan, her biri birer onur, her biri birer yıldız. Her biri için saygımız sonsuz.
Destanımız onlara…
O direnişin onur anıtlarından birini anlatıyor Sebahattin Selim Erhan. Bu kez, kendi yaşamından değil, içinde olduğu yapılanmanın artık efsaneleşmiş ismini anlatıyor. Yalın ve bir o kadar da çarpıcı bir dille. Etkilenmemek mümkün değil. Tüyleriniz diken diken oluyor, yakalasanız bir kaşık suda boğacak hissediyorsunuz kendinizi… Yaşananlar kolay değil, anlatmak da öyle… okumak da. Yine de okumak, bu deneyimi hiç değilse okuyarak yaşamak gerekiyor. Sadece bizim ülkemizde değil, dünyanın dört bir yanında simge olacak bir direniş öyküsü anlatılan.
Biraz da sizin öykünüz aslında… Siz de yaşıyorsunuz o kötülükleri, siz de daha bir bileniyorsunuz her satırda… Siz de kararlı bakıyorsunuz geleceğe. Tıpkı Vietnam’da Saygon cellatlarının yaptıklarını anlatan “Direnme Savaşı” gibi (Oda Yayınları'ndan çıkan Nguyen Duc Thuan’ın bu kitabı, benim için de, aradan geçen bunca yıla rağmen, unutulmazlar arasındadır) direnişin simgesi olacaktır birçok dilde.
Yaşasın dayanışma!
Sol içi çatışma diye tanımlanan, ama aslında hepimizi utandırması gereken, yüz karası olan süreçte yediği kurşunları sıkanları, çok iyi bildiği halde “tanımayan” Süleyman Toklu, 12 Eylül işkencelerinde de tanımayacaktır kimseyi. Ama direnişiyle herkese duyurur kendisini… Sadece sesini duyduğu, bir lokma ekmek yiyebilmesi için dayağı göze alan arkadaşlarıyla aradan geçen 30 yılı aşkın süre içinde karşılaşıp tanışma olanağı bulamasa da; onun da, ona destek verenlerin de yüreğinde canlıdır o dayanışma.
Jin jiyan azadi
Süleyman Toklu’nun en ağır işkenceyi gören kadınlara karşı, “Kadınlara karşı özeleştiri yapmalıyız, onlara yeterince ‘değer’ vermediğimiz için” cümlesi önemli bir bakışı vurguluyor. Çok önemli.
Kadınlar bir dönemi değiştirdiler… hâlâ da değiştiriyorlar bütün güçleriyle. Sahi, en çok da kadınlar sahipleniyor açlık grevini içeride de sürdüren Nuriye Gülmen ile Semih Özakça’yı. Sesimiz daha gür çıkmalı.
92. Gün, Sebahattin Selim Erhan, yaşanmışlıklar, dipnot yayınları, 2017, 254 s.