Ekonomide durgunluk ve işsizlik, her gün gelen iş cinayeti haberleri, egemenler arası it dalaşının çalkantıları, Suriye’den esen savaş rüzgarları arasında bir seçim süreci daha geride kaldı. Türkiyeli emekçilerin, halkların umutları ve beklentileri, rejimin kliklerinden
ya birini, ya diğerini seçme cenderesine sokulmak istendi. Sandıktan, Kürt illerini saymazsak kimi yerlerde AKP kimi yerlerde CHP ve MHP çıktı. Büyük tabloya baktığımız zaman sermaye sınıfının temsilcisi olan partilerin aldığı oyların toplamı yüzde 90’ı geçiyor. Halklardan, gerçek demokrasiden ve emekten yana olan partiler ise yüzde 10 oranında bir oy bile alabilmiş değil.
Oysa sermaye sınıfı ve ondan beslenenler, siyasal gericilikten rant sağlayanlar, asalaklar, sömürücüler ve her türlü halk düşmanını topladığımız zaman bile yüzde 10 etmez. Öyle ise toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiler, emekçiler, tüm ezilen halklar ve inançlar nasıl oluyor da sermaye partilerinin peşinde sürükleniyor?
İşte bu tabloyu ortaya çıkartan tek neden, işçi sınıfının ve devrimci demokratik güçlerin örgütsüzlüğü. Karşımızdaki sermaye sınıfı, devletin tepesinden muhtarlıklara, polisinden ordusuna, eğitim sisteminden medyasına kadar örgütlü. Kendi aralarındaki çıkar çatışmalarına rağmen işçi sınıfına ve halklara karşı tek parça durabiliyorlar.
Oysa ülkedeki bütün zenginlikleri yaratan, hayatı emekleri ile var eden milyonlarca emekçi örgütlü mü? Tabii ki değil. Örgütsüzlüğümüzün farkındaysak, ne yapmamız gerektiğini de biliriz.
İnsanca yaşayacak ücretler ve çalışma koşulları için, cinsiyet eşitliğinin sağlanması için, doğanın talanının durdurulup ekolojik bir yaşam kurulması için, sağlığı, kültürü, eğitimi sermayenin elinden kurtarmak için, halkı bölen ve birbirine düşürmeye çalışan asimilasyon, inkar ve imha siyasetlerine karşı kardeşliği ve dayanışmayı kurmak için, bir avuç sömürücünün değil halkın kendisini yönetmesi için, yasaksız ve demokratik bir ülke için örgütlenmeliyiz.
İşyerlerimizde, mahallelerimizde, okullarımızda, meydanlarımızda, nerede yaşıyor nerede üretiyorsak orada örgütlenmeliyiz. Sendikalarda örgütlenmeliyiz. Sendika yok mu, komitelerde, derneklerde örgütlenmeliyiz. Sendika yönetimi işçilerde değil mi,
işçiler yönetsin diye örgütlenmeliyiz. Mahallelerimizde meclisler, forumlar, dernekler ne şekilde örgütlenebiliyor isek örgütlenmeliyiz. Liselerimizde, üniversitelerimizde örgütlenmeliyiz.
Yaşamın her alanında örgütlenelim ki kendi gücümüzü ortaya koyalım. Yarattığımız örgütlülükleri birleştirelim ve yeni bir yaşam kuralım. Önümüzde işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs var. 1 Mayıs’ta bizleri yöneten ve sömüren azınlığın
karşısına ne kadar çok olduğumuzu göstermek için çıkmalıyız.
Sadece düşmanımıza göstermek için değil, kendimizin de birleşince nasıl güçlü olduğumuzu görmemiz için çıkmalıyız. Ülke tarihimizde en son Gezi İsyanında gördük bunu, birleşince nasıl da güçlü oluyoruz! Kürt halkının yıllardır verdiği mücadelede
gördük. Kürt halkı birlik olduğu için AKP ya da başka bir sermaye partisi oralarda istediği gibi at koşturamıyor.
Kürt halkının bölgedeki örgütlülüğünden örnek almalı, batıda ise Kürt halkı ile dayanışmamızı, örgütlülüğümüzü birleştirmeliyiz. Gezi’de açığa çıkan isyanın gücüyle, Kürt halkının mücadelesini, irili ufaklı hareket halindeki işçi eylemliliklerini, gençliğin devrimci
enerjisini birleştirdiğimiz zaman ortaya çıkacak gücün karşısında kimse duramayacak.
Bu uzak bir hayal değil. Önce 1 Mayıs alanlarında eşitliğin, özgürlüğün ve emeğin bayrağı altında birleşelim. Bu birlik ile işçilerin devleti olacak olan demokratik ve sosyal bir cumhuriyet için yürüyelim. Sosyalizme merhaba diyelim.