İktidar içindeki çatışmayı ne güzel de anlatmış Cemal Süreya’nın dizeleri: Bir garip temaşa sanki: kutulardaki milyon dolarlar, para sayma makineleri,çelik kasalar, altın kaçıranlar, altına kaçıranlar, istifalar, kabine değişikliği, emniyetteki görevden almalar, yeni atamalar, bakanlar, bakmayanlar, oğulları ve bir bedduanın tutuşu ( Bir kişinin bedduası bu kadar etki yaratıyorsa bir halkın bedduası ne yapar bilinmez)… Tabi bir de “aynı gemideyiz, batarsak hepimiz batarız” teranesi var.Yıllardır egemenlerin kriz dönemlerinde kullandığı bir jargon bu. Reis-i cumhur arabuluculuk hamlesi. Hangi gemi bu? Titanik’i de biliyoruz sonunda ölen yine yoksullar oluyor, tıpkı Roboski’de , Gezi’de, Reyhanlı’da olduğu gibi. Neydi peki bu sözün meali? “Yapmamız gereken, her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacak”tır. Düzeniniz batsın!
Batmıyor kardeşim öyle bedduayla falan
Annem soruyor- ne oluyor oğlum bu ne haldır- diye. Valla anne artı değerin yarattığı sermaye bikirimi ….eehhh! Ne olacak anne, alçaklar, milletin çoluğunun çocuğunun rızkını çalıyorlar. Bu kadar pastayı bölüşemeyince birbirlerinin gırtlaklarına basıyorlar sonra bunun acısını yine bu mazlum halktan çıkarıyorlar. Olay bu. Elbette ki olay annem için de bu basitlikten uzaktı. Bir “yolsuzluğun” anatomisidir gördüğümüz.Ve 90 yıllık Cumhuriyet tarihinin kirli iç hesaplaşma (tıpkı Susurluk’ta olduğu gibi ) örneklerinden biri. Ancak bu ve benzeri sorularda, tutacağınız zeminin toplumsal alanda somut karşılığı olması gerekmektedir; aksi taktirde alternatif olmak yerine sistemiçileşebilirsiniz. (Çünkü MHP ve CHP de dahil herkes istifa diyor eee sonra )
Bizi ayrı kılacak şeyin kendisi (CHP-MHP çizgisinden) bu yolsuzluk meselesiyle açığa çıkan öfkeyi, Gezi İsyanı’nın ikinci bir aşaması olarak görmek ve örmektir. Tabi ki de daha örgütlü daha direngen, daha cüretkar… Bunun da yolu halkların ortak mücadele alanlarını açığa çıkarmakla ve “Gezi ruhunu” doğru okumakla mümkün olacaktır. Eğer kim ki bu mücadele perspektifinin; bu dönem gerekli olanın önüne geçmeye çalışır ve kendini dayatırsa kendine rağmen gelişen bir hareketin dışında kalır. Şimdi zaman mücadelenin tüm dinamiklerini, tüm renkleriyle beraber mücadeleye katma dönemidir. Önümüzdeki dönemin politik gelişmeleri bize yeni mevziler kazanmamız için ciddi zeminler sunuyor. Seçimlerle birlikte bu politik havanın daha da ısınacağını düşünürsek; insanlara yerel yönetimlerin ciddiyetini anlatabildiğimiz oranda bu süreci taçlandırabiliriz.Yalnız Gezi’den bu yana kazandığımız fiili meşru zemini kaybetmeden (yani sokak ayağını ) ve daha da büyüterek (özellikle bu yolsuzluk meselesinden doğru ) çıkmalıyız.Yani iki aşamalı bir şeçim stratejisi; yani her seçim alanı bir muhalefet odağı (forumlar bu işe uygundur doğru kurgulanırsa) yaratmaya dönük olmalıdır. Ancak bu şekilde bu yolsuzluk ezilenlerin çıkış yolu olur.
Bu da Türkiye’deki emekçilerin ve toplumsal dinamiklerin (savaş karşıtları, kadınlar, gençler, ekolojistler, lgbt-i, aydınlar, Kürtler, Aleviler vs.) oynayacağı rolle ve sürece rengini vermesiyle mümkündür . İşte o zaman bu soysuz düzene “beddua” değil bu dinamiklerin kurduğu yeni iktidar alanları şekil verecektir. Egemenlerin kanla kurdukları iktidarlarının, mühimmat dolu tırlarının hesabı daha doğru bir zeminde sorulacaktır. Bu yüzdendir ki yaptıkları yolsuzluğa ve yarattıkları yoksulluğa karşı, yaşam alanlarını savunmak için Ankara’da Ethem, Eskişehir’de Ali İsmail, Antakya’da Abdullah, İstanbul’da Mehmet Ayvalıtaş, Lice’de savaşa ve kalekol inşatlarına karşı direnen Medeni Yıldırım, yoksulluğa ve yolsuzluğa karşı Roboski’de 35 Kürt olmak boynumuzun borcudur. Saygılarımla…
Fırat Alper Gedik