VOLKAN YARAŞIR
Esneklik ve taşeronlaştırma, küresel finans kapitalin işçi sınıfına çok boyutlu ve son derece kompleks özelliklere sahip bir saldırı stratejisidir.
İşçi sınıfının bilinç ve kimliğinde yıkıcı sonuçlar yaratan, örgütlenme ve eylem kapasitesini parçalayan bu karşı devrimci saldırılar, sınıfı enkazlaştırmayı hedefliyor. Sınıfın ontolojik temellerini sarsıyor.
1970’lerin başında kapitalizmin içine girdiği genel bunalım, sermayenin yeniden yapılanmasını koşulladı.
1960’ların ikinci yarısından sonra başta OECD ülkelerinde çıplak bir biçimde görülen kar oranlarındaki düşüş, 1970’lerde temel bir olgu/sorun haline geldi.
Finans kapital kar oranlarındaki düşüşü engellemek ve talebi canlandırmak yönünde yeni bir sermaye birikim rejimi inşa etti. Bu süreç her sermaye birikim rejiminde olduğu gibi, sınıf mücadelesinde yeni bir momenti simgeledi. Çok boyutlu sonuçları olan bu gelişmenin merkez ve çevre ülkelerde somut yansıması neo-liberal karşı devrimci politikalar oldu. Aslında neo-liberal politikalar özünde bir kriz politikasıydı. Genel krize karşı finans kapitalin konsantre bir atağını simgeliyordu.
Her sermaye birikim rejimi, bir anlamda yeni artı-değer yaratma ve sömürüyü yeniden sistematize etme stratejisidir. Ve kapitalizmin yeniden yapılanmasının bir yansımasıdır. Bu süreç yeni üretim ve emek rejimlerini beraberinde getirir.
Bu yönde kapitalist üretim sisteminde önemli dönüşümlere yol açan adımlar atıldı. Sınıfa karşı sınıf politikalarıyla birlikte yürütülen bu adımlar, “modern” bir barbarlığın inşası anlamına geldi.
Sınıfın kuşatılması, boyun eğdirilmesi, köleleştirilmesi ve tarihsel kazanımlarının gaspı hedeflendi.
Kapitalizmin yeniden yapılanmasının, üretim sürecindeki somut yansıması post-fordist düzenlemeler oldu. Finans kapital bu düzenlemelerle kar ve sömürüyü maksimize etmeyi amaçladı.
Düzenlemelerle model üretiminde israfın ortadan kaldırılması, 0 hatalı üretime geçilmesi, işçinin kapasitesinin, üretim deneyimlerinin ve zihinsel potansiyelinin sonuna kadar kullanılması hedeflendi. Çok-uluslu şirketler zamandan tasarruf etmeyi ve işin akışkanlığını sağlamayı önüne koydu. Emek yoğunluğunu artıracak uygulamalar başlattı. Ayrıca pazara ve tüketici tercihlerine göre hareket etmeyi, aşırı stokları engelleyerek atıl kapasiteden kurtulmayı, makinalaşma ve aşırı uzmanlaşmadan kaynaklı verim kayıplarını ortadan kaldırmayı amaçladı. Kapitalizmin ontolojik özelliklerinden biri olan hız, üretim sürecinin bütününde en etkin biçimde kullanılmaya başlandı. Teslimatta, model ve yeni dizayn oluşturmada, dağıtımda, finansal transferlerde hızlılık temel hedef oldu.
Kar oranlarının düşme eğilimine karşı üretim ve dolaşım süreci hızlandırılarak karın maksimize edilmesi ve her düzeydeki maliyetin düşürülmesi amaçlandı.
Maksimum sömürü ve kölece itaati hedefleyen post-fordist üretim sistemleri ya da esnek üretim biçimleri, sermayenin egemenliğini stratejik olarak derinleştirdi.
Finans kapital kar oranlarını artırmak için son derece soğukkanlı tasarlanmış, iyi hesaplanmış esneklik modellerini devreye soktu.
Sınıfın tarihsel kazanımlarını yok etmeyi ve sömürüyü derinleştirmeyi amaçlayan bu modeller, çalışma yaşamını “modern” cehenneme dönüştürüyor.
Bu modellerin başında ücret esnekliği geliyor. Ücret esnekliği, “performans ücret sistemi” gibi yaldızlı tanımlamalarla sunulabiliyor. Finans kapital bu modelle işçi sınıfının reel kazanımlarını ve parasal sosyal haklarını (yakacak, yiyecek, tatil parası, öğrenim yardımı gibi) kaldırmayı hedefliyor. Ayrıca fazla mesai, tatil ücreti gibi haklar ücretin dışına atılıyor. Ücret yalnızca çalışılan saatlere indirgeniyor. Türkiye’de gündemde tutulan asgari ücretin bölgeselleştirilmesi gibi adımlar da bu modelin bir yansımasıdır. Modelle, aynı zamanda işe giriş ücretinin düşürülmesi hesaplanıyor.
Finans kapitalin esneklik modellerinden bir başkası, çalışma saatlerindeki esnekliktir. Bu model “zaman esnekliği” olarak da tanımlanıyor. Modelde günlük çalışma saati sabit kalsa da, işe giriş çıkış saatleri esnek tutuluyor. Ayrıca aylık çalışma süresi sabit tutularak bazı günlerde az çalışma, bazı günlerde yoğunlaştırılmış iş haftası uygulanıyor. Çalışma saatlerinin yükseltilmesi bu model dahilinde devreye sokuluyor. Çevre ülkelerde (dünyanın atölyelerinde) haftalık çalışma saatleri 60 saate ve daha üstüne çıkabiliyor.
Diğer bir esneklik modeli ise esnek istihdamdır. Küresel düzeyde hızla yayılan bu modelle istihdam, tele çalışma, kısmi çalışma, evde çalışma, taşeron çalışma, part-time çalışma gibi biçimler alabiliyor. Standart çalışma biçimi terk ediliyor. Bu yöntem finans kapitale, işgücünün sosyal maliyetinden büyük oranda kurtulma şansı veriyor.
Özelde taşeronlaşma ise sınıfın hem bugününün çalınması, hem de geleceğinin gasp edilmesi anlamına geliyor.
Taşeronlaşma sınıfa taammüden bir saldırıdır. Sınıfı açlıkla terbiye etmenin aktüel biçimidir. Sınıfın en zor çalışma şartlarında, en az ücretle, hiçbir güvenceye sahip olmadan çalışmasıdır. Taşeronlaşma küresel düzeyde temel istihdam biçimi olarak karşımıza çıkıyor.
Taşeronlaşma sınıfı atomize ederken, kimliğinde ve karakterinde şiddetli aşınmalara yol açıyor. Sermayeye sınırsız bir sömürü şansı veren taşeronlaşma, aynı zamanda sermayeye olağanüstü bir biçimde “saklanma” ve “gizlenme” olanağı sağlıyor. Çeşitli alt işveren uygulamaları ve patronaj ilişkileri bu yönü pekiştiriyor.
Esnekliğin bir başka biçimi ise esnek üretim sistemleridir. Sistemler “sıfır hatalı üretim”, “stoksuz üretim”, “tam zamanında üretim” gibi adlarla uygulanıyor. Kar oranlarını artırma statejisinin yansıması olan bu uygulamalar “toplam kalite yönetimi”, ” kalite çemberleri”, “insan kaynakları yönetimi” gibi yeni emek yönetimi modellerinin alt yapısını meydana getiriyor.
İşletme örgüt modelleri, personel politikaları, yönetim stratejileri buna göre belirleniyor. Yeni emek yönetim modelleriyle sermayenin sınıf üzerindeki tam tahakkümü amaçlanıyor.
Üretim ve emek sürecinin parçalanması, bir taraftan sömürüyü maksimize ediyor, diğer taraftan sınıfın atomizasyonuna yol açıyor. Ayrıca sınıfın kendi içinde bölünmesini, farklılaşmasını, sınıf içinde katı bir hiyerarşinin oluşmasını beraberinde getiriyor.
Emeğin toplumsal zeminlerini aşındıran esneklik uygulamaları, sınıf bilincinin deformasyonuna yol açtığı gibi sınıfın kolektif aksiyon yeteneğini de zayıflatıyor.
Bu sürecin doğal yansımalarından biri sınıf bilincinin aşınmasına karşılık, meslek bilincinin öne çıkarılmasıdır.
Esneklik uygulamalarıyla sınıf içinde rekabet, hırs ve kariyerist eğilimler körüklenerek, dayanışma ve paylaşma ilişkilerinin parçalanması hedeflendi. Sınıfın heterojenleşmesi yönünde ciddi adımlar atıldı. Firma ve firmayla bütünleşmiş bir işçi tipi yaratılmak istendi. “Şirketleşmiş işçi” diye de tabir edilen uygulamalarla, sınıfın kadavralaşması amaçlandı. Japonya’da işçilerin çalıştıkları fabrikanın marşını söyleyerek işe başlaması, Çin’de askeri düzenle işe gidip gelinmesi, metropollerde işçileri çalıştıkları işyerinin markasıyla bütünleştiren soft uygulamalar bu yöndeki operasyonlara örnektir. Bu sürecin doğal sonucu sınıfın kolektif aksiyon yeteneğinin zayıflaması ve sınıfın hızla enkazlaşmasıdır.
Finans kapitalin esneklik uygulamalarının sınıfa etkisi çok boyutlu oldu. İşçi sınıfının iç yapısında farklılaşma, kapsamında genişleme ve organik bütünlüğünde dağılmalar yaşandı.
Bu süreç metropollerde çıplak bir görünüm kazandı.
Karşımıza çekirdek ve çevre işgücü diye tanımlanan bir işçi profili çıktı. Ayrıca işsizlerin de bu iç içe olan halkaları tamamlayan üçüncü bir halka olarak, sınıfın organik parçası olduğu unutulmamalıdır.
Çekirdek işgücü teknisyen veya “mühendis” formasyonunda olan, kalifiye nitelikli işçilerden oluşuyor ve bu işçiler ağırlıkta ana fabrikalarda çalışıyor. Avrupa’da metal, metalurji ve otomotiv sektörünün ana fabrikalarında bu işçileri görüyoruz.
Çevre işgücü ise dünyanın küresel fabrikaya, ülkelerin ise küresel atölyelere dönüşmesine bağlı olarak ağırlıkta emek yoğun sektörlerde çalışıyor. Emek yoğun sektörlerin periferiye kaydırılmasıyla ve ana fabrikaların ihtiyacını karşılayan ara ürünlerin bu ülkelerde üretilmesi sonucu, periferi bir nevi çevre işgücünün merkezi haline geldi. Organize sanayi bölgelerinin çoğalması bu gelişmenin bir yansımasıdır. Benzer durum daha küçük ölçekte metropollerde de yaşanıyor. Ana fabrikanın ihtiyaçlarına cevap veren yan sanayi ya ülke içinde, ya da ucuz işgücü merkezlerinde (Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi) faaliyet yürütüyor. Bazen de ana fabrika kendi içinde hızlı taşeronlaşmaya giderek, çekirdek işgücünü iyice daraltacak taktikler geliştiriyor. Çevre işgücünün yaygın olduğu başka bir alan ise hizmet sektörüdür.
Taşeronlaşmanın artması çevre işgücünü tetikleyen temel faktördür. Taşeronlaşma, üretimin aşama ve bölgesel olarak parçalanmasına yol açıyor. Emeğin düşük maliyetle kullanımına olanak sağlıyor. Taşeron işçilerin güvencesiz olması sermayeye olağanüstü fırsatlar yaratıyor.
En başta istihdamın dağınık yapısı örgütlenmeyi güçlendiriyor. Standart olmayan istihdam yapısı sorunları derinleştiriyor. Taşeron işçilerin sınıfsal bilinç ve kimliklerinde görülen deformasyon, örgütlenmeyi son derece zafiyete uğratıyor.
İşçi sınıfının yapısındaki farklılaşmada dikkat çeken en önemli gelişme kadınların, çocukların, gençlerin ve kafa emekçilerinin işçi sınıfı içinde ağırlıklarının artmasıdır. Bir anlamda işçilik gençleşiyor, gençler işçileşiyor. Benzer tanımlamayı kadınlar için de yapabiliriz.
Bilginin metalaşmasına bağlı beyin emeğinin hızla proleterleşmesi, işçi sınıfının kapsamını genişleten bir başka faktör olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca aktif işgücü olmayan ama sınıfın organik parçası olan işsizlerin sayısı da küresel düzeyde artıyor.
Finans kapitalin esnek üretim gibi sınıfı bölen, parçalayan, enkazlaştıran politikaları ve sömürüyü derinleştiren uygulamaları paradoksi gelişmelerin ve olanakların önünü açıyor.
Sorun sınıflar mücadelesinin yeni momentine uygun, yeni mücadele ve örgütlenme biçimleri yaratmaktır (mesala sınıfın enformalleşmesine karşı, enformal örgütlenmelerle cevap vermek gibi). Sınıfın organik birliğini sağlamak ve enerjisini kristalize etmektir. Sınıfın otonomisinin muhteşem zenginliği bize bu imkanları sunuyor. Sınıflar mücadelesi, sınıfın otonomisinin beslendiği yerdir. Orada olacağız, orada öğreneceğiz, orada kendimizi var edeceğiz.
* ATİK’in 5-6 Nisan 2014’te Frankfurt’ta düzenlediği II. Avrupa İşçi Konferansı’nda yapılan panelin deşifre edilen konuşma metni.